Mustafa Kutlu: Oxford'da neymiş Hayat Mektebi'nin yanında
Follow @dusuncemektebi2
Bizim sokakta otuz yıldır tanıdığım bir kâğıt hamalı var. Şehrin kıyısına kurduğu gecekondu artık oradaki semtin ortasında kalmış. Kat karşılığı verdiği arsadan birkaç daire almış. Binanın bodrumuna makineler koymuş. Oğlu, gelini, yeğeni, konfeksiyonda çalışıyor, fason üretim yapıyorlar.
Türkiye’de bir ÅŸu kadar zaman önce nüfusun büyük çoÄŸunluÄŸu köylü idi. Köy evinde mobilya yoktu, beyaz eÅŸya yoktu, yemekler yer sofrasında yeniyordu. Esnaftan yapılan alışveriÅŸin ödemesi deftere yazılıyor; ya harman sonuna; ya pancar parasının, fındığın, pamuÄŸun satışına erteleniyordu. Bu denge ülkeyi bir süre istikrar içinde tuttu. FakirliÄŸin kol gezdiÄŸi, elbisenin ve çorapların yamalı, ayakkabıların pençeli olduÄŸu bir istikrar.
Bu dönemde güç devletin elinde olduÄŸundan en mühim hüner devlet kapısına bir anahtar uydurmak idi. Anahtar’ın kaba tarifi keçiyi satıp çocuÄŸu okutmak ve memur yapmak idi.
Köprülerin altından sular akıp dururken okul devlet okulu, istikbal diploma idi. Bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin üretimi kendine yetiyor, ve bununla övünüyordu. (Henüz kanaat ekonomisi gücünü yitirmemiÅŸti.)
Zaman geçti ülke ne tarımını geliÅŸtirebildi, ne doÄŸru-dürüst sanayi kurabildi. Nüfus ha bire artıyordu.
Üç buçuk dönüm tarla evlilik çağına gelmiÅŸ dört oÄŸlana yetmeyince yorganını sırtlayan ÅŸehrin kıyısına yanaÅŸtı. Burada tutunmak; yemek-içmek-barınmak; göz açıklığı, güç birliÄŸi, akraba ve hemÅŸehri dayanışması, arazi mafyası, siyasi baÄŸlantılar, gayrı meÅŸru iliÅŸkiler gerektiriyordu. Bu hayatın nasıl vücut bulacağını hiçbir kitap yazmıyor, hiçbir okul öÄŸretmiyordu. Ayakta kalabilenler hayat mektebinin örsünde dövüle dövüle tahsili tamamladılar. Hazine arazisi çevirenler müteahhit, han-hamam-apartman sahibi oldu. Bir kenar mahalleye ilk nalburu açanlar, ilk beyaz eÅŸya satanlar, ilk dolmuÅŸu, otobüsü getirenler birden zengin oldu.
Evet o zamanlar “birden zengin olmak” diye bir ÅŸey vardı.
Sel bendi yıkmış gidiyordu. Bir kısım yetkililer “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” deyiverdi. Zaten yapılan her iÅŸin kitapta-kanunda-devlet kapısında “bir kolayını bulmak” diye garip bir ilim peyda olmuÅŸtu. Resmi söylem kitapta, yönetmelikte kalmış, gayrı resmi söylem malı kapmıştı.
“Ä°ÅŸi bileceksin, köÅŸeyi döneceksin” atasözü bu devirden kalmıştır.
Artık ne köprü vardı, ne altından akan su. Okuma-yazması olmayan müteahhitler yanlarında beÅŸ-on mühendis çalıştırıyorlardı.
Devlet ve siyaset kendi mecrasını açan bu selin ardından gidebildi. Onların sırtını sıvazladı, güç odakları ile dayanışmaya girdi, seçim kazandı, ihale aldı.
Sel gele gele devletin altını oymaya baÅŸlamıştı. Uyanık yöneticiler zararın neresinden dönsek kârdır diyerek devlet malını satışa çıkardı. ÖzelleÅŸtirme, bankalaÅŸtırma, holdingleÅŸtirme, dünyaya açılma, vizyon sahibi olma, ithalat-ihracat-ticaret-turizm-sanayi-medya aklınıza ne gelirse devlet yanıbaşınızda emre amade idi. Bu olup-bitenlerin kitapta, dünyada, literatürde,üniversitede yeri vardı, adı vardı.
Ä°yi güzel de yapılanlar sadece bir dış benzerlik gösteriyor; iÅŸin iç yüzü skandallar ile dolup taşıyordu. Olsun ne denilmiÅŸ: Biz bize benzeriz.
Biz bize benzedikçe kavramların, kıymetlerin, ölçülerin deÄŸeri düÅŸtü.
Bizim sokakta otuz yıldır tanıdığım bir kâğıt hamalı var. Åžehrin kıyısına kurduÄŸu gecekondu artık oradaki semtin ortasında kalmış. Kat karşılığı verdiÄŸi arsadan birkaç daire almış. Binanın bodrumuna makineler koymuÅŸ. OÄŸlu, gelini, yeÄŸeni, konfeksiyonda çalışıyor, fason üretim yapıyorlar.
Hayat mektebinde okuyan bu hamal (NiÄŸde’li, Malatya’lı, Adıyaman’lı her neyse) tekstil krize girerse deri iÅŸine, deri iÅŸi teklerse bakliyat toptancılığına, onda tutunamaz ise Arabistan’a bal ihracına baÅŸlayabilir.
Bu işlerin okulu yok. Okul seraba benzer bir hal aldı. Olsa da olur, olmasa da.
Ne diyor ünlü komedyenimiz:
EÄŸitim ÅŸart!..
Evet “eÄŸitim ÅŸart”. Ve en ünlü okulumuz “Hayat Mektebi”, Oxford ile Harvard misali bir ÅŸey yani.
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.