Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Rejiminin kurucu fikriyatında din algısı

Türk modernleşmesinin en sancılı ve ikircikli konularından birisi kuşkusuz din meselesidir.



ModernleÅŸme tahayyülü içinde açıkça bir sorun alanı olarak iÅŸaretlenen dine ve dini kurumlara Cumhuriyet Türkiye’sinde nasıl bir yer tayin edileceÄŸi konusu Cumhuriyet kurulduÄŸunda henüz açıklığa kavuÅŸmuÅŸ deÄŸildi. 3 Mart 1924 günü kabul edilen bir dizi kanunla bu belirsizlik ortadan kaldırılmış ve Cumhuriyet dönemi din politikalarının ana rotası çizilmiÅŸtir.
 
Åžüphesiz modernleÅŸme süreçleriyle din arasında kurulan negatif iliÅŸki, yalnızca Türk modernleÅŸmesine deÄŸil, genel olarak bütün modernleÅŸen toplumlara atfedilen bir öngörüydü. Bu düÅŸüncenin dayanağı dinlerin, özel olarak da Ä°slam’ın modernleÅŸen toplumlarda zaten giderek zayıflayacağı ve kendiliÄŸinden ortadan kalkacağına duyulan inançtı. Bu inanç aynı zamanda Batı dışı toplumların modernleÅŸme süreçlerine öncülük eden siyasi elitlerin topluma müdahalelerini haklılaÅŸtıran bir meÅŸruiyet çerçevesi saÄŸlıyordu. Özellikle Auguste Comte’un “düzen” ve “ilerleme” (ordre et progres) mottosuyla özdeÅŸleÅŸen pozitivizm, modernleÅŸen toplumlarda dinlerin hükümranlığının er ya da geç son bulacağını ilan ediyor ve yeni dünya düzeninin “insanlık dini”ni müjdeliyordu.
 
Pozitivist yönelim
 
II. MeÅŸrutiyet döneminden itibaren Osmanlı aydınları arasında yayılmaya baÅŸlayan liberalizm, sosyalizm, materyalizm, sosyal Darvinizm gibi ideolojiler arasında toplum mühendisliÄŸi boyutu ağır basan pozitivizmin öne çıkması, Türk modernleÅŸmesini karakterize eden baÅŸlıca unsurlardan birisi olarak Cumhuriyet dönemine de intikal edecekti. Yeni bir toplum tahayyülüyle yola çıkan Cumhuriyet’in kurucu kadroları dini alanın tanziminde bu pozitivist yönelimlerden fazlasıyla yararlanacaktı.
 
Cumhuriyet döneminde hayata geçirilen dinsel reformların büyük ölçüde Osmanlı son dönem aydınları arasında da tartışılmış olduÄŸu bilinen bir husustur. Dini reformlara ilham vermesi bakımından öne çıkan en önemli aktör ise Ziya Gökalp’tir. Mustafa Kemal’in “fikirlerimin babası” dediÄŸi Ziya Gökalp, Osmanlı aydınları arasında yalnızca pozitivist yaklaşımların öncüsü deÄŸildi ÅŸüphesiz. Onun kültür ve medeniyet arasında yaptığı ayrım, BatılılaÅŸmanın sınırlarını tayin eden sentezci yaklaşımını ortaya koyuyordu. Ancak onun bu sentezci tutumu Atatürk devrimleri olarak da bilinen Cumhuriyet reformlarında göz ardı edilecek; ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda topyekûn BatılılaÅŸma görüÅŸü ağırlık kazanacaktı. Oysa Comte’un pozitivizm düÅŸüncesini Durkheim’ın toplumcu görüÅŸleriyle mezceden Gökalp, modernleÅŸmenin kendi kendini tamamlayan evrimsel bir süreç olduÄŸuna inanıyordu. Mustafa Kemal’e göre ise BatılılaÅŸma, daha radikal yöntemlerle izlenmesi gereken bir politikaydı. Bu düÅŸünce ekseninde o, Gökalp’in sentezci fikirlerinden ayrılarak toplumsal deÄŸiÅŸime BatılılaÅŸma yönünde hız kazandırmak ve baÅŸtan ayaÄŸa “yeni bir toplum yaratmak” üzere kapsamlı bir reform programını uygulamaya koymakta gecikmedi. Bu yeni toplum tasarımına eriÅŸmek için öncelikle Cumhuriyet dönemine kadar varlığını sürdüren geleneksel dini kurum ve yapıların ortadan kaldırılması ya da gücünün kontrol edilebilir bir vasata çekilmesi gerekiyordu.
 
Dini sembollerin sınırlandırılması
 
Yeni toplum düzeninde bundan böyle dinin yeri olmadığını açıkça gösteren en önemli kırılma noktası 3 Mart 1924 günü kabul edilen yasalardı. Nitekim Mecliste yaÅŸanan uzun tartışmaların ardından hilafet kaldırılmış, Åžer’iye ve Evkaf Vekaleti ilga edilmiÅŸ, Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla daha önce Åžer’iye Vekaleti ve bazı özel vakıflarca idare edilen medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devredilmiÅŸti. Bir hafta sonra 11 Mart 1924’te Maarif Vekili Vasıf Çınar’ın telgraf emri ile medreseler, 30 Kasım 1925’te çıkarılan kanunla ise Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Böylece geleneksel dini yapılar tarihe havale edilirken Cumhuriyet’in kurucu reformlarının da önü açılmış oluyordu. Bu yasaları gündelik hayatta dinin kamusal sembollerini olabildiÄŸince sınırlandırmaya yönelik reformlar takip edecekti. 
 
Kurucu kadrolar, Osmanlı bakiyesine kıyasla sınırları olabildiÄŸince daraltılmış ve bireylerin vicdanına havale edilmiÅŸ bir din tasavvurunu rejimi besleyecek bir iÅŸlevsellik içinde ayakta tutmayı tercih etmiÅŸti. Din toplumsal hayatın büsbütün dışına itilmek yerine, inkılapların parçası haline getirilerek dinselliÄŸin sınırları yeniden tayin edilmiÅŸti.
 
Åžer’iye Vekaletinin ilga edildiÄŸi kanunla aynı zamanda din hizmetlerini sınırlı bir çerçeve içinde yürütmek üzere BaÅŸvekalete baÄŸlı Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸi kurulmuÅŸtu. Laik sistem içinde dini bir kurumun ihdası ilk günden itibaren itirazlara yol açtı. Öbür taraftan Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸi tarihsel olarak Åžeyhülislamlığın ve Åžer’iye Vekaletinin uzantısı olarak görülüyor, ancak bu kurum da görev alanının sınırları ve statüsü itibariyle devraldığı tarihsel mirası sürdürecek imkanlardan da bir hayli uzak bulunuyordu. Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸinden rejimin önceliklerine uygun yeni bir dinselliÄŸin inÅŸasında ve dini hayatın kontrol ve denetimiyle ilgili konularda da çeÅŸitli görevler üstlenmesi bekleniyordu. Ancak bu beklentileri Osmanlı bakiyesi ulemadan müteÅŸekkil erken dönem kadroları ile karşılamak mümkün deÄŸildi. Bu sebeple rejimin bu kadroları da gözetim ve kontrol altında tutması gerekecekti.
 
Nihayetinde yönetici elitin bir taraftan Osmanlı toplumunun dini bakiyesiyle hesaplaşırken öbür taraftan da toplumun bu yöndeki kaygılarını bir ÅŸekilde telafi etmesi gerekecekti. Dini reformların bir kısmı ciddi toplumsal tepkilere yol açmıştı. Bunlar arasında üzerinde en fazla durulan, ibadet dilinin TürkçeleÅŸtirilmesi meselesiydi. Mustafa Kemal bu konuya özel bir ilgi gösteriyordu. Bilhassa Türkçe ezan reformuyla ilgili süreçlere bizzat nezaret etmiÅŸ, hazırlıkları yürütmek üzere ReÅŸit Galip’i görevlendirmiÅŸti. Mustafa Kemal’in Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi yerine ReÅŸit Galip’i tercih etmesi Diyanet yönetiminin dini reformlar konusunda Hükümete her zaman beklenen desteÄŸi vermemiÅŸ olmasıyla ilgiliydi. Neticede Türkçe ezan uygulaması geniÅŸ bir toplumsal muhalefet zemini yaratacak, ancak bu konuyla ilgili hiçbir surette geri adım atılmayacaktı. Aynı zamanda Türk dil reformunun bir parçası olarak özel bir önem atfedilen Türkçe ezan meselesi devlet ve toplum arasında kısa zamanda ciddi bir gerginlik alanına dönüÅŸtü.
 
Yeni din söylemi
 
Geleneksel yüklerinden kurtarılmış, aidiyet baÄŸlarını din ve mezhep yerine Türk milliyeti etrafında tanımlayan yeni bir toplum ideali, dini reformların da açıklayıcı çerçevesini oluÅŸturuyordu. Bu ideale uygun olarak Müslümanlık, Cemal Kutay’ın ifadesiyle “Türk’ün milli dini” haline getirilmeliydi. AsrileÅŸme idealinde olduÄŸu gibi, millileÅŸme siyasetinde de din, geleneksel bakiyeyi hatırlattığı ölçüde müdahale ve tanzimin konusu oluyordu. “Ezan”, “sala”, “namaz” gibi dini sembol ve ritüellere yönelik düzenlemelerin yanı sıra Cumhuriyet’in genç kuÅŸaklarına aşılanmak üzere yeni bir dini eÄŸitim müfredatı oluÅŸturuldu. Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸinin uhdesindeki din söylemi ise daha ziyade Sünni/Hanefi literatürün milli ögelerle buluÅŸturulduÄŸu eklektik bir yapıdaydı. Vaaz ve hutbelerde, fetvalarda, hatta cami mahyalarında dini ve milli ögelerin mezcedildiÄŸi bu yeni din söyleminin sınırları açıkça görülüyordu.
 
Kurucu kadronun “geçmiÅŸin yüklerinden kurtarılmış” yeni bir dinselliÄŸi toplumun bütün yapı ve kurumlarına hâkim kılma arzusu, sıkı bir kontrol ve baskı mekanizmasını da beraberinde getirdi. Dini reformlar ve özellikle bu reformların uygulanma biçimi devletle toplum arasında kısa zamanda ciddi bir gerilim hattının oluÅŸmasına yol açacaktı. Devletin bu konuda geri adım atmaması ve dini reformlara iliÅŸkin toplumsal muhalefeti ortadan kaldırmak için radikal tedbirlere baÅŸvurması devlet ve toplum iliÅŸkilerinde telafisi güç sorunları beraberinde getirdi.
 
Dinselliğin sınırları
 
Netice olarak bu dönemde uygulamaya konulan din politikaları tek partili yılların sosyo-politik evrenini fazlasıyla yansıtıyordu. Kurucu kadrolar, Osmanlı bakiyesine kıyasla sınırları olabildiÄŸince daraltılmış ve bireylerin vicdanına havale edilmiÅŸ bir din tasavvurunu rejimi besleyecek bir iÅŸlevsellik içinde ayakta tutmayı tercih etmiÅŸti. Din toplumsal hayatın büsbütün dışına itilmek yerine, inkılapların parçası haline getirilerek dinselliÄŸin sınırları yeniden tayin edilmiÅŸti. Böylece Cumhuriyet kadroları pozitivizm ve pragmatizmin kol kola girdiÄŸi bir tasavvur dünyası içinde radikal bir modernleÅŸme hamlesini hayata geçirecekti. 3 Mart 1924 günü temelleri atılan Türk laikliÄŸinin temel parametreleri de ancak bu tasavvur dünyası içinde anlam kazanacaktı.
 
 
Müellif: Dr. Hicret K. Toprak  (Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ÖÄŸretim Üyesi) / Kaynak: Star Açık GörüÅŸ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.