Özel / Analiz Haber
İdlib denkleminde 3 aktörü analiz etmek: Rusya, İran ve Türkiye
Follow @dusuncemektebi2
Meşruiyetin üç safhası vardır. “Sevsinler”, “Saysınlar”, ve nihayet çaresizlik anı. “Korksunlar”. 1950'lerin sevilen Amerikası artık dünyayı korkutarak meşruiyet arıyor. Rusya ise hiçbir zaman bilmedi bu kavramları. O nedenle sırtını dayayacağı hiçbir ülke yok. Balkanlar esaretten kurtulur kurtulmaz NATO'ya katıldı. Orta Asya Çin'den medet umuyor.
Suriye sorununun kilitlendiği nokta İdlib’dir. Bu kilit kırıldığı anda Suriye, İran, Rusya ve Türkiye nefes alacak, bu savaştan beslenen İsrail ve Batı rahatsız olacaktır. Sorunun halli aslında Batı ve İsrail için de iki kazancı beraberinde getirecektir. Birisi Türkiye’nin kuracağı güvenlik bölgeleri ile göçün önlenmesi, ikincisi ABD’nin PKK/PYD arazisine kesin olarak yerleşmesi olacaktır.
Şu anda ABD rahatlamış görünmektedir. Evet, Akdeniz’e PKK/PYD koridoru açamamış, bunu şimdilik dondurmuştur ama Suriye’nin üçte birine yerleşmiştir. Bu gerçeği Esed ve Putin de kabullenmiş görünüyor. Bir Kürt Federasyon veya Konfederasyonu üzerinde gizlice anlaşmış bile olabilirler. ABD’nin İdlib’de Heyet Tahrir Şam konusunda yumuşama sinyalleri vermesi, terör gruplarının Türkiye kontrolüne girecek bölgeden uygun vadede eritilmesi için bir ışık olabilir.
Avrupa ülkeleri keza İsrail için Akdeniz’e açılan bir PKK/PYD Devleti kurulmasını hedeflediğinden Güvenlik Koridoru teklifimizi yıllarca reddetmiş, geldiğimiz noktada göçmen istilasıyla yüzleşmiştir. Göçmen istilası, ancak İdlib soykırımının durmasıyla önlenebilir. Merkel de bunu görmeye başlamıştır.
Yine de Sn. Erdoğan’ın “Asıl Hedef Suriye değil, Türkiye’dir. Bugün Suriye’yi üçe bölmek isteyenlerin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstermelerini beklemek gaflettir” sözünü akılda tutmakta yarar vardır.
Kavimler göçü
Batılıların henüz idrak edemedikleri ciddi bir değişim var dünyada. Kavimler Göçü. Emperyalistler bir ülkeyi askerle istila ettiğinde, fakir halk da o emperyalist ülkeyi istila etmeye çalışıyor. Ve modern göç giderek önlenemez hale geliyor.
İkincisi, Batılılar İslam ülkelerinde demokrasi düşmanı. Demokrasi geldiğinde halklar Batı kuklası diktatörleri devirecek, tabii kaynaklarına sahip çıkacak, sömürüye son verecek. Başkan Trump’ın Suudi Kralı’na “Ben olmasam halkın seni iki haftada devirir, seni ve aileni korumam için bana haracını vereceksin” mealindeki ultimatomu bu gerçeğin en veciz ifadesidir. İslam ülkeleri diktatörler altında inleyip çöktükçe Batı ülkelerine kaçışlar hızlanacak, Müslümanlar Batı’yı istila edecek, orada demografiyi değiştirecek boyutlara gelecek ve nihayet on yıl içinde Yahudi holokostuna rahmet okutacak Müslüman kırımı başlayacaktır ABD ve Avrupa’da.
İltica ve insan hakları
Batı’nın tarihten gelen bir handikapı da Emperyalizm döneminden gelen mülteci politikasıdır. Jön Türk acı tecrübesinden de bildiğimiz gibi vatanına ihanet eden insanları mülteci olarak kabul ettikleri insanların vatanlarına ihanetlerini daha da teşvik için “iltica”yı evrensel insan hakkı olarak bol bol kullanan Batı günümüzde mülteci sorunuyla baş edemez hale gelmiş, mültecilere karşı faşist mücadele başlamıştır. Türkiye ise yine evrensel insan hakkı olan “her ferdin bulunduğu ülkeyi terketme hakkı”nı öne sürerek Batı’yı kendi tarihsel silahıyla vurmakta.
Gelelim İran’a… İran kendisine gelecek tehditleri dışarıda karşılamak için Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’de, Afganistan’da, seküler stratejik amaçlarla bulunuyor, bu anlaşılır bir yaklaşım. Sorun şurada ki, araç olarak dini kullanıyor. Suriye yüzde 75’i Sünni olan bir ülke. Ülkede savaş bitip seçimler yapıldığında yüzde beşlik Nusayri iktidar yok olacaktır. İran sanıyorsa ki yüzde 5’lik nüfus yüzde 75’lik nüfusa etnik temizlik uygulayıp Suriye’yi Şiileştirecek, bu hayaldir. İran için akli strateji Suriyeli kardeşlerimizin barışı için Türkiye ile birlikte çalışmaktır. Aksi takdirde Suriye’de hayat normale döndüğünde Suriye halkı geçmişi hatırlayacak ve uzun yıllar İran’ın o ülkedeki siyasi, iktisadi, kültürel çıkarlarına saldıracaktır. Nitekim Sn. Ruhani de bunu görmüş, Türkiye, Suriye ve İran’ın kendi aralarında çalışmalarını önermiştir.
İran’ın asıl tehlikeli sorunu içeride, rejimdedir. İslam aleminde Katolik Vatikan benzeri ruhani yapılanma Şii İran’da vardır. Ultra Laik Fransız İhtilali Katolik Ruhban sultasını devletten nasıl yoketti ise, benzer bir laik devrimin İran’da olması için gereken koşullar olgunlaştırılmakta. Bu hassas dönemde de İran’ın Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmesinde, işbirliği ve dostluğa önem vermesinde yarar vardır.
Ve Rusya... Sahnedeki asıl oyuncu
Rusya için ilk söylenecek şey, ülkemizde yeterince Rusya uzmanının olmaması. Evvel-emirde bu açığımızı kapatmamız gerek. Rusya üzerinde bir SWOT Analizi yapılmalı. Ortak çıkarlarımız, ayrışan stratejilerimiz belirlenmeli. Belki de Türk ve Rus düşünce kuruluşları yapmalı bütüncül bir çalışmayı.
Bilindiği gibi büyük imparatorluklardan Osmanlı, Almanya ve Avusturya büyük felaketlerle bir anda çökmüştü. İngiltere, Fransa ve Rusya ise yumuşak inişle yavaş yavaş gerilemedeler. Bu iniş İbn-i Haldun’un, Prof. Paul Kennedy’nin öngörülerinin devamı.
Türkiye ise silkinmiş, yükselen güç. Rusya’ya bunu anlatabilmek gerek. Yalnız İdlib’i değil, tüm ilişkilerimizi bütüncül bir strateji içinde anlatabilmek gerek Rusya’ya. Kısaca Rusya’nın stratejik aklına hitap etmek gerek.
Rusya'nın handikapı
Bir özel gözlem, Rus tarihine baktığımızda bu devletin çok pratik; vakum, yani boşluk gördüğü yere hemen dalıverme vasfıdır. Rusya karşısında gaflet felakettir.
Rusya tarihinde daima kaba güç kullanmış, yumuşak ve akıllı güç (Soft Power - Smart Power) kullanma kabiliyetini henüz geliştirememiş bir ülke. Türkiye’nin PKK’yı ezerken Diyarbakır halkını nasıl hassasiyetle koruduğunu hatırlayalım, bir de Rusya’nın Grozni’yi yerle bir etmesini, Afganistan ve Suriye’de sivilleri fütursuzca taramasını düşünelim. Rusya’nın Suriye’de insanı ezilmesi gereken böcek gibi gören katliamını başka bir ülke yapsa Lahey Adalet Divanında yargılanırdı. Ama Rusya “insan”ı ve küresel meşruiyeti umursamıyor. Rusya için bu tarihi trend ciddi bir handikap.
Küresel köyde en değerli kavram “Meşruiyet”. ABD İkinci Dünya savaşı ile 11 Eylül 2001 saldırısı arası dönemde çok değer verdiği meşruiyet konusunda artık havlu atmış görünüyor. Meşruiyetin üç safhası vardır. “Sevsinler”, “Saysınlar”, ve nihayet çaresizlik anı. “Korksunlar”. 1950’lerin sevilen Amerikası artık dünyayı korkutarak meşruiyet arıyor. Rusya ise hiçbir zaman bilmedi bu kavramları. O nedenle sırtını dayayacağı hiçbir ülke yok. Balkanlar esaretten kurtulur kurtulmaz NATO’ya katıldı. Orta Asya Çin’den medet umuyor. Osmanlı torunları iyi bilir. Yaralı arslana saldıran, ondan hıncını almak isteyen çok olur.
Rusya hala yorulmadı mı?
Türkiye’nin 1876’dan beri çabaladığını, Rusya’nın ise henüz emekleme çağında olduğunu, Putin sonrasının karanlık olduğunu bilelim. Ekonomik hayat ise hammadde ihracına bağımlı, Özal öncesi Türkiye gibi girişimciliğin yetersiz olduğu bir noktada. En tehlikeli sorunlardan biri ise mafyalaşma ve bürokratik yozlaşma. Hasılı Rusya ciddi sorunları olan inişteki bir dev.
İdlib özelinde...
Rusya hala yorulmadı mı?
Rusya’nın İdlib sorununun devamında ne çıkarı olabilir? “Ne alıyorum, karşılığında bana maliyeti ne?” sorusunu sorma noktasına gelmediği anlaşılıyor.
Suriye’ye vefa borcu?
Suriye’deki üsler?
Savaş sonrası ekonomik çıkarlar?
Dış politikada vefaya yer yoktur. ABD Kore’deki silah arkadaşı Türkiye’yi vuran PYD’ye yardımı kestiğinde ABD Generalleri “Silah arkadaşlarımıza ihanet ettik” dediler. Türkleri değil, PKK’yı kastettiler. Uluslararası orman yasasının acı gerçeği bu. Günü geldiğinde Rusya da Esed’i rahatça harcayabilir. Özellikle Sünni bir iktidarla karşılaştığında politikasını kesinlikle değiştirecektir.
Üsler “sıcak denize inme” Rus kızıl elmasının unsurlarıdır. Sayın Erdoğan Rusya’ya eğer istediğin Suriye’de iki üç üs ise biz sorun etmeyiz mesajını verdi. Keza savaş sonrası kalkınma döneminde Suriye’de Türk Rus ekonomik işbirliği de düşünülebilir, Rusya’nın ekonomik endişeleri karşılanabilir. Suriye Türk ekonomisinin uzantısıdır, kim ne derse desin savaş sonrası kalkınma döneminde baş ekonomik aktör Türkiye olacaktır. Bu alanda da Türkiye ile işbirliği Rusya’nın lehine olacaktır.
İdlib özelinde son nokta Rusya’nın 34 askerimizi vurarak Türkiye’yi caydırma, onun iradesini ölçme hamlesi olmuş, köşeye sıkışan Türkiye ise yeni nesil drone savaşları ile umulmadık irade koymuş ve Rusya Türkiye’nin İdlib’de Suriye ordusunu darmadağın etmesine ses çıkarmamıştır.
İdlib’de Rusya’nın elinde kalan son koz, teröristler iddiasıdır. Onların kendisine ve İdlib dışına zarar verme ihtimalidir. ABD HTŞ ile yakınlaşır, diğer terör grupları için de DEAŞ’ın eritilmesi gibi yöntemler bulunursa bu bahane de savuşturulabilir.
Güç dengeleri
Bu vesile ile Putin hakkında Rand Corp raporundan bahsetmekte yarar vardır. Rapor Putin’in taktisyen olduğunu, stratejide yetersiz kaldığını söylüyor. Putin’in stratejide savrulduğunun bir önemli göstergesi de Libya’da Hafter’e bel bağlamasıdır. Hafter’i destekleyenler ABD uydusu Körfez ülkeleri ve Mısır’dır. Hafter’in kendisi Amerikan ajanıdır. Rusya’nın böyle bir gerçeklik içinde Hafter safında yer alarak Libya’nın geleceğinde kendisine çıkar hayal etmesi akla yatkın değildir.
Bunlardan Rusya’yı kötüleme niyeti veya hemen batacağı iddiasını sürmek değil amaç. Rusya’nın önündeki handikapları görüp Türkiye ile dostluğu stratejik bir prensip, hedef olarak saptamasına yardımcı olmak. Türkiye Batı dünyasının kendisine dost olmadığını biliyor. Cumhurbaşkanına suikast düzenleyen, Meclisi bombalayan ajanları misafir eden ABD’den beklentisi yok. Keza FETÖ’cüleri, PKK’yı koruyup kollayan Avrupalılardan da dostluk beklemiyor. Saf sanıp kandırıcı dostluk gösterisinde bulunanlar komik duruma düşüyorlar. Türkiye ne Rusya, ne de Batı ile duygusal ilişki kurabilir, birini ötekine tercih eder.
Şuna her Türk iman etmelidir: Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet yükselme çağındadır. Yükselme çağındaki devletler mevcut statükoyu, güç dengelerini bozar, bozulan statükonun yerine kendilerinin de yeni güç olarak katılacağı yeni bir düzen için hamle yaparlar. Kurulu düzen bu hamleye tabii bir tepki verir, yükselen güce çelme takmaya çalışır. Başarılı olursa geleni etkisiz hale getirir, olamazsa onu yeni güç olarak tanır.
Rusya yükselen Türkiye’nin çelme ile durdurulup durdurulamayacağını, Türkiye’yi güçlü bir dost olarak yanında görmek isteyip istemeyeceğini stratejik olarak düşünme noktasındadır. Bu soruya yanıt bulduğunda Türkiye ile İdlib sorununu çok daha sağlıklı ve çabuk çözümleyebilecektir.
Müellif: Aydın Nurhan (Emekli Büyükelçi) / Kaynak: Star-Açık Görüş
Henüz yorum yapılmamış.