Zamanın öznesi olabilmek için bize yeni bir idrak lazım
Özne olma iddiamız hangi bağlamda ifadesini bulur ya da görevimiz sadece olan biteni yorumlamak mıdır, yoksa bilfiil işin içinde olmak mıdır?Kuşkusuz bu sorulara cevap vermek için tekrardan idrakimizi zamana yönelteceğiz yani; kendimize, binlerce yıllık insani edimlere, ürettiği ürünlere…
En kötü zamanlarda yaÅŸadığımızı söyleyemeyiz ama en iyi zamanlarda da yaÅŸamadığımız bir hakikat. Neredeyse hayatımızın bütünü krizler sonrası ortaya atılan geçici reçetelerle malul bir vaziyette. Dini alandan tutun da eÄŸitim, siyaset, iktisat, adalet ve hukuk alanlarına kadar bir yığın problemimiz var. Bu duruma iliÅŸkin bir sürü gerekçemiz de hazır ve mevcudiyetini koruyor elbet.
Mamafih bu gerekçeler bir türlü bizi istenilen düzeye taşımıyor. Çünkü gerekçelerimiz gerçeklikten uzak; geçici ve bizi avutmaya sevk eden bir noktada. Esastan ve sahici çözümlerle örülmemiÅŸ ve sistematik olmayan yaklaşımlarla sadece günü kurtarmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla da bu durum kabullenilmiÅŸ bir çaresizliÄŸe dönüÅŸerek bizi mevcut gidiÅŸatı kanıksamaya sevk ediyor.
Oysaki toplumsal muhayyilemizi, bilincimizi ve benliÄŸimizi istenilen düzeye taşımak ve hak ettiÄŸimiz yere gelmek bu kadar zahmetli olmamalıydı diye düÅŸünürüz hep. Özellikle Ä°slam toplumlarının gidiÅŸatıyla ilgili konuÅŸunca kendimizi neredeyse hiçbir zaman çözülmeyecek sorunların içinde buluruz. Maalesef bu sorunlar bize görünenden çok daha karmaşık bir hale gelmiÅŸ ve bir karabasan gibi üstümüze çökmüÅŸ vaziyette. Ä°ÅŸin gerçeÄŸi sorunlarımızı aÅŸmak konusunda tuttuÄŸumuz yollar ise bambaÅŸka bir sorunsallığa bizi mahkûm etmiÅŸ durumda. Bu sorunsal noktaların tamamen yöntemsel olmadığını biliyoruz. Fakat bir türlü kendimize itiraf edemediÄŸimiz bambaÅŸka ÅŸeyler de var…
Kimimiz sorunlarımızın çözümünü siyasallığa, kimimiz bilgiye, kimimiz ahlaka, kimimiz ekonomiye kimimiz ise dine endekslemiÅŸ vaziyette. KuÅŸkusuz bütün bunlar biri diÄŸerine alternatif kılınmayacak ÅŸekilde sorunlarımızın çözümüne katkı saÄŸlar. Ancak bizim meselemiz bütün bu saydıklarımızın ötesinde bizdeki idrak ve bilinçle alakalıdır…
Yani; düÅŸüncede gereÄŸi gibi kavranmamış kurumsal yapılarımızın bize rahmet olması, sorunlarımıza çözüm olması ve deÄŸiÅŸen zamana uygulanabilmesi mümkün deÄŸildir. GerçekliÄŸimiz maalesef budur ve fakat bizler hala bunu görmek istemiyoruz. Onun için bir bütün olarak yeni bir idrak ile kendimize bakmak zaruretiyle karşı karşıyayız.
Ä°fade ettiÄŸimiz bu yeni idrak; zamanın bize nasıl gösterildiÄŸi ya da bizim zamanı nasıl gördüÄŸümüz? sorularıyla biraz daha vuzuha kavuÅŸabilir ya da bunlara vereceÄŸimiz cevaplarda aÅŸikâr hale gelebilir.
Görünürde benzer ÅŸeyleri ifade etse de bu sorular, esasında birbirinden farklı sonuçlara bizi götürür. Birinci formda verili bir duruma iÅŸaret ederken; baÅŸkalarının kavramlarıyla ve telkinleriyle, tarihsel tasarımlarıyla(ideolojik tarih tezleri) düÅŸünmeye ve zamanı okumaya bizi iterken, ikinci formda ise bizden bir ÅŸeyler beklenmektedir. Yani; kendi irademizle ve idrakimizle hayatı tanımaya, hayattaki konumumuzu belirlemeye ve mevcut gerçeklik içinde fail olmaya; siyasal, sosyal ve diÄŸer alanlarda somut olarak görünür olmayı ifade eder. Ya da tarihi doÄŸru okumayı, olduÄŸu gibi görmeyi ve hak ettiÄŸi noktadan bakmayı ifade eder yani; ne eksik ne fazla, ne abartı ne yergi, ne hamaset ne de hakaret…
Bizce zamanın içinde kurucu bir özne haline gelmemizi imleyen bu türden sorgulamalar çok önemlidir. Önemlidir çünkü zaman algısı insanın yazgısıdır. Bir nevi kendi kaderimizi çizmek anlamına gelir. Çünkü bizler bu zaman idrakinin uzağında olduÄŸumuz için bu haldeyiz. Ya tarihin bir dönemine çakılmış ÅŸekilde ya da modernist fikirlerin cazibesine kapılmış vaziyetinde iki arada bir derede gidip gelmekteyiz. Bedenimiz modern çaÄŸlarda yaÅŸarken ruhumuz ise bambaÅŸka hülyalarda deveran etmektedir. Her iki durumda da bir adaptasyon sorunu yaşıyoruz maalesef.
O halde geçmiÅŸin, ÅŸimdinin ve geleceÄŸin doÄŸru bir ÅŸekilde algılanışı içinde bulunduÄŸumuz krizlerin aşılması için bazı kapıları aralamamıza imkân saÄŸlayabilir. Bu baÄŸlamda çok soyut konuÅŸtuÄŸumuz ve kapalı ifadeler kullandığımız düÅŸünülebilir. Ancak ifade ettiÄŸimiz üç boyutlu zaman algısı (geçmiÅŸ, ÅŸimdi ve gelecek) tamamen insani geliÅŸimin safhalarını ifade etmektedir. Zamanın ruhuna yabancı olmamayı onu tanımayı iÅŸaret etmektedir. Hayatı bir bütünsellik içinde algılamamızı dile getirmektedir. Aksi takdirde kesik ve birbiriyle baÄŸlamsal olarak uzak olan bir zaman tasavvuru bizi fasit bir dairenin içinde gidip gelmeye mahkûm edecektir.
YerleÅŸik Statülere Tekrardan Bakmak
Öncelikle bilmeliyiz ki kendisini büyütüp karşısında küçüldüÄŸümüz devlet mekanizmasının, her ÅŸeyin ölçütü haline getirdiÄŸimiz ekonominin ya da sorgulamadan tabi olduÄŸumuz bilgi alanlarının bizi nasıl araçsal bir pozisyona ittiÄŸini görmek sahip olduÄŸumuz tevhidi idrakin ve ıslahçı bilincin gereÄŸidir. Çünkü bahse konu olan bütün bu yapıları biz kurduk ve bizim dünyadaki iÅŸlerimizi kolaylaÅŸtırmaları için var ettik. Oysaki bunların düÅŸüncemizde bambaÅŸka bir idrak noktasına (siyasal hesaplara ve hegemonik hezeyanlara aracı kılınması…) evirilmesi zorla ya da kendi rızamızla hayatımızın merkezine taşınması her ÅŸeyi ters yüz etmiÅŸtir.
Bir tür tiranlık vasfıyla ve layüsel tavırlarla etrafında dönüp durduÄŸumuz bu yapısal kurumların ıslahı kaçınılmazdır. Zaten tevhit mücadelesinin odak noktasını oluÅŸturan da bu kurumlardır. Yani; devletin, paranın ve bilginin toplumsal zeminden uzaklaÅŸması ve birilerinin elinde mutlak iktidar ÅŸeklini almasıyla baÅŸlayan sapma durumu ve tuÄŸyan hali. Dolayısıyla ilahi adaletin, hakkın ve hukukun tamamen devre dışı bırakılması ve insanın tanrılığını ilan etmesidir.
Bir ÅŸekilde inÅŸa edip hayatımızın olmazsa olmazı kıldığımız bu kurumlara hangi zaviyeden bakmamız ve nasıl bir sorgulamaya tabi kılacağımız konuları elbette sadece bugünün tartışması deÄŸildir. Dün de farklı ÅŸekillerde bu konular üzerinde tartışmalar yapılmıştır. Özellikle bunlara sahiplik üzerinden çözümler üretilebileceÄŸine inanılmıştır. Nitekim kavgamızın odak noktası da hep bu olmuÅŸtur. Oysaki bu sadece iÅŸin bir tarafıdır. Fakat bizce iÅŸin hayatiyet arz eden kısmı görülmek istenmemektedir. Çünkü sadece sahiplik kipi (benim ve ötekinin) üzerinden yapılan kavga bizi aynı noktaya götürecektir. Niteliksel anlamda bir deÄŸiÅŸim olmayacaktır. Sadece isimler deÄŸiÅŸecektir. Dolayısıyla bizdeki ve ötekindeki parametreler aynıysa sonuç ta deÄŸiÅŸmeyecektir.
O halde özne olma iddiamız hangi baÄŸlamda ifadesini bulur ya da görevimiz sadece olan biteni yorumlamak mıdır, yoksa bilfiil iÅŸin içinde olmak mıdır?KuÅŸkusuz bu sorulara cevap vermek için tekrardan idrakimizi zamana yönelteceÄŸiz yani; kendimize, binlerce yıllık insani edimlere, ürettiÄŸi ürünlere…
Kur’an da bize bu konuda harika bir perspektif sunar ve kendinden önceki insanlık durumuna dikkatleri çekerken aynı zamanda o gün içinde bulunulan halin de sorgulamasını yapar. Hem zihinsel anlamda hem kültürel anlamda hem de siyasal anlamda. Dolayısıyla geçmiÅŸin ve anlık durumun yorumlanmasını önceler ve sonraki aÅŸamalarda olgunlaÅŸan zemine göre doÄŸru pratikler ortaya koymayı hedefler. Mekke dönemine denk gelen 13 yıllık süre zarfında yapılan tartışmalar tamamen o günün insanının tabi olduÄŸu zihniyetin ve bu zihniyet etrafında yerleÅŸik hale gelen statülerin sorgulanmasını ve doÄŸru ÅŸekilde yorumlanmasını ifade ediyordu.
O halde zamanın öznesi olmak için önce etraflıca bir tanıma ve yorumlama faaliyeti içinde olmak gerekir. Zaten bu düÅŸünme, tanıma ve yorumlama çabası bilfiil iÅŸin içinde olmayı zorunlu kılmaktadır. Buradan yola çıkarak içine düÅŸtüÄŸümüz ikilemi aÅŸabileceÄŸimizi düÅŸünüyorum. Fail olma hali her halükarda hem bağımsız bir idraki hem de doÄŸru bir eylemselliÄŸi tanımlar. Edilgenlik ise tam tersi bir durumdur. Bütünüyle dış faktörler tarafından belirlenir ve tanımlanır.
Müellif: Süleyman Nazlıcan / Kaynak: Haksözhaber
Henüz yorum yapılmamış.