İsmail Kılıçarslan: Suriye'de tarihin doğru tarafında durmak
Follow @dusuncemektebi2
Bugün İdlib’e, Hama’ya, Halep’e sırt dönmenin günü değil. Çünkü bugün o döneceğimiz sırt, yarın sınırımıza kurulacak ve emperyalist güçlerin kuklası olmaktan başkaca bir işe yaramayacak olası bir “oyuncak devlet”e de sırt dönmek demek. “Ruanda’da, Bosna’da, Myanmar’da olan şey, İdlib’de de olmasın” demek tam olarak tarihin doğru tarafında durmaktır.
İki tür insanı hiç anlamıyorum.
Birincisi “savaş çığırtkanlığı” yapanlar. İnsan savaşı ister mi? Savaş, bütün seçeneklerin en kötüsüdür. Kan ve gözyaşı demektir. Neredeyse büyük bir iştahla “savaş isteyen” adamın aklından zoru var demektir.
İkincisi “savaş kaçınılmaz hale geldiğinde bundan kaçınanlar.” Seçeneklerin bittiği, imkânların ortadan kalktığı, yapacak bir şey kalmadığı zaman savaştan kaçana, kaçınana “barışsever” değil, “korkak” denir olsa olsa.
O halde güncel sorumuz şu: İdlib’de savaş kaçınılmaz mıydı? İdlib meselesini “müzakere yoluyla” halletmek mümkün değil miydi?
Benim bu iki soruya cevabım “hayır ve hayır.” Sadece benim değil, Suriye’deki akıl tutulması savaşı bir parça yakından takip eden herkesin bu sorulara “hayır” cevabı vereceği barizdir. Niçin?
O yılları hatırlayanlarınız vardır. 90’lı yıllar boyunca dünyada iki korkunç soykırım yaşandı. İlki, Afrika ülkesi Ruanda’da, 1994 yılında gerçekleşti. Fransa’nın canhıraş şekilde desteklediği aşırılık yönelimli Hutu hükümeti, çok kısa bir süre içerisinde 800 bin Tutsi’yi ve ılımlı Hutu’yu öldürdü. Doğru duydunuz. 800 bin. Dünya, bu soykırıma “soykırım olana değin” hiçbir müdahalede bulunmadığı için 800 bin insan öldü.
İkincisi ise Temmuz 1995’te gerçekleşen Srebranitsa katliamı idi. Güya BM’nin Hollandalı askerlerinin koruması altındaki Boşnak kentinde, iki üç gün içerisinde 8 bin 500 Boşnak, “erkek olmaları gözetilerek” Sırplar tarafından soykırıma uğradı. Dünya, bu korkunç katliam öncesindeki 3 yıl boyunca Bosna’da olan bitene göz yummuştu.
Aklı tutulmuş aşağılık Suriye rejiminin, 2020 İdlib’inde, yani Türkiye’nin sınırlarının 45 kilometre ilerisinde tam da 90’lı yıllarda yaşanmış soykırımlara benzer bir soykırıma, bir katliama hazırlandığını görmemek için kör olmaktan daha fazlasına ihtiyacı olur insanın: Esed yanlısı, Avrasyacı, İrancı, Rusçu, Fetöcü bir akıl hastası olmak.
Soruya dönelim. Ya iki - iki buçuk milyon arası yeni bir mülteci dalgasıyla ya da binlerce insanın ölümüyle sonuçlanacak bir soykırıma “sessiz kalmanın” yükünü taşıyabilir miyiz?
Elbette taşıyamayız. Dahası taşımamalıyız. Dolayısıyla Türkiye açısından -adına operasyon ya da savaş, ne dersek diyelim- bir askeri hareketlilik, bir inisiyatif kaçınılmazdır.
Bugün güya “savaş karşıtı” gibi görünen Esedçi, Rusçu, Fetöcü, Avrasyacı, İrancı dangalakların kara propagandasına yeşil ışık yakmak ve Türkiye’yi suçlayan cephenin ateşine körük olmak, ilerde ne kendimize ne de evlatlarımıza izah edemeyeceğimiz ağır bir pişmanlıkla sonuçlanır, başka bir şeyle değil.
Bugün İdlib’e, Hama’ya, Halep’e sırt dönmenin günü değil. Çünkü bugün o döneceğimiz sırt, yarın sınırımıza kurulacak ve emperyalist güçlerin kuklası olmaktan başkaca bir işe yaramayacak olası bir “oyuncak devlet”e de sırt dönmek demek.
Fakat bu sert siyasal gerçeklikten daha da önemlisi, İdlib’de sıkışıp kalmış insanların, mazlumların Türkiye’nin himayesinden başka hiçbir çıkışlarının olmamasıdır.
“Ruanda’da, Bosna’da, Myanmar’da olan şey, İdlib’de de olmasın” demek tam olarak tarihin doğru tarafında durmaktır.
Şunu unutmamak lazım gelir. “Tarihin doğru tarafında durmak”, Türk’ün bir süredir yeniden hatırladığı “asli vazifesidir.”
Allah şehitlerimize gani gani rahmet eylesin. Allah ordumuza, şehitlerimizin intikamını binlerce misliyle alacak imkânlar bahşetsin. Allah, ülkesi aleyhine, emperyalist odakların lehine kara propaganda yapan pislik güruhun dilini bağlasın. Ve Allah, mazlumların, mağdurların imdadına bizim elimizle yetişsin inşallah.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.