Kemal Sayar: Merhamet ve adalet
İnsanların birey veya daha geniş toplumun bir parçası olarak, mümkün olabilecek en üst düzey ve fırsatla, kendilerini ifade etmelerini ve potansiyellerini hayata geçirmelerini sağlayacak sosyal durumların geliştirilmesi ve sürdürülmesine, sosyal adalet diyoruz.
Bu bakış açısı insanın iyiliÄŸini, kendini gerçekleÅŸtirmesini ve geliÅŸmesini temel bir hedef olarak öngörmektedir. Merhameti de sosyal adaletin yapıtaşı ve taşıyıcısı olarak görmemiz mümkündür: Çünkü merhamette hem baÅŸkasına zarar vermekten kaçınma, hem de baÅŸkasına iliÅŸmiÅŸ olan zararı telafi etmek çabası var. Sosyal adaletin önüne çıkan engellerden bir bölümü, bizim insanlar arası iliÅŸkilerde yaÅŸadığımız sorunlardan kaynaklanıyor. Kurumların politika ve vasıflarından ziyade, bizim ÅŸahıs olarak insan tekamülüne ne kadar kıymet verdiÄŸimizle ilgili tutumlarımız burada belirleyici olabiliyor. Çünkü sosyal adalet önünde sonunda, baÅŸkalarının ilgi ve ihtiyaçlarına karşı duyarlı, kendi iyiliÄŸini baÅŸkasının iyiliÄŸinden ayrı tutmayan bireylerin oluÅŸturduÄŸu bir kollektif ahlakta hayat buluyor. Bireysel iyiliklerin birbiriyle rabıtalı ve birbirine bağımlı olduÄŸunu fark ettiÄŸimizde, sosyal adaletin üzerinde yeÅŸereceÄŸi bir ahlaki psikoloji zeminini inÅŸa etmeye baÅŸlamışız demektir. Bu tarz bir düÅŸünme, hissetme ve iliÅŸki kurma biçiminden uzaklaÅŸma ise yazık ki adaletsizlik üretir.
Kültürel stereotipler (Kürtler ÅŸöyledir, Romanlar böyledir vb.), iÅŸe ve sosyal rollere dayalı ayırımlar, ÅŸehirde zengin fakir uçurumu gibi bölünmeler ve diÄŸer ayrılık biçimleri, sosyal mesafeyi artırır ve insan iliÅŸkilerini kategori ve sınıflamalara hapsedebilir. KiÅŸiler arası gerçeklikler birbirine benzemezlik ve farklılık üzerine inÅŸa edilmeye baÅŸlandığında adaletsizlik vaadi çoÄŸalır. Öte yanda adalet, bizi birbirimizden ayıran bir toplumsal ahlaka gönül indirmez ve bizi, bütün insanlığı birbirine baÄŸlı olarak görmeye çağırır. Dünyaya zarar eklemeyi reddetmek Merhamet bir olma biçimi, bir sosyal erdem olarak bize her zaman ötekinin iyiliÄŸini gözetmemizi söyler. BenliÄŸin sınırlarını büzüÅŸtürmek ve insan geçirmeyecek ölçüde sıkı tutmak yerine, dünyanın bütün feryatlarını da içine alabilecek ÅŸekilde onu geniÅŸletir. Merhamet dünyaya zarar eklemeyi reddetmek ve her nerede ise var olan ıstırabı dindirmek için harekete geçebilmektir.
Bu açıdan bakıldığında merhametin sosyal adaletin ahlaki temeli olduÄŸu görülebilir. Birbirimize baÄŸlı ve birbirimizin ihtiyaçlarına duyarlı olmayı fark etmekle, bütün insanlığın ıstırabını kendimize dert ediniriz. Elbette tek sorun ıstırap deÄŸildir, ıstırabı etken veya edilgen olarak üreten kurum ve bireyler, ıstırabın çoÄŸalmasına yarayan iliÅŸki ve durumlar da mercek altına alınmalıdır. Ä°liÅŸkilerimize bugün hâkim olan zarar ve vurdumduymazlık, çoÄŸu zaman bizim kendimize ve baÅŸkalarına saygı, ihtimam ve ilgiyle davranmamamızdan kaynaklanıyor. Kayıtsız/vurdumduymaz kiÅŸinin tam aksine merhametli insan, baÅŸka insanların ıstırabını o kadar yoÄŸun yaÅŸar ki onu hemen dindirmek ister. Sosyal adalet mücadelesi, insanın merhametli farkındalığını önleyen engelleri ortadan kaldırmakla baÅŸlar. Bu engeller adeta kendimizi ve baÅŸkalarını bilme ve hissetme biçimlerimizin içine gömülüdür. Istırap her yerdedir. “Ne çok acı var” demiÅŸti Cahit ZarifoÄŸlu.
KiÅŸisel hayatlarımızda, gerginlik ve endiÅŸelerimizde, bedenimizin aÄŸrılarında, ruhlarımızın yaralarında. Åžehirlerimizi kuÅŸatan açlıkta ve sefalette, yurtsuzlukta, göç dalgasında, çevre tahribinde ve kirlenmede. Dünyayı kuÅŸatan çatışma, savaÅŸ ve terörde. Istırap bizi diÄŸer insanlara baÄŸlar, tüm diÄŸer insanlara. Böylece ilgi için, merhamet ve karşılıklı yardımlaÅŸma için ve nihayet, bir insanlık ailesi olabilmek için, bize bir zemin sunar. Istırap, biz insanların birbirimizle baÄŸlantılı olduÄŸumuzu hissettiren en derin duygudur. Herkese merhamet hissedemeyiz, bir tecavüz sanığına, insanlara kötülük ve iÅŸkence yapan bir kiÅŸiye sözgelimi, merhamet duymamız biraz zordur. Merhamet hak edilmediÄŸini düÅŸündüÄŸümüz ve hak edilmiÅŸ dahi olsa karşılığında çekilen ıstırabın çok fazla olduÄŸuna kanaat getirdiÄŸimiz durumlarda devreye girer. KiÅŸinin başına gelen ÅŸeyden ötürü suçlanamayacağı durumlardan söz ediyorum.
Kusurlu bile olsa başına gelen ÅŸeyin verdiÄŸi acı, o kusurun yanında çok büyük görünür. Üzerine bomba yaÄŸan bir çocuk, suç kurbanları, ölümcül bir hastalığın pençesine düÅŸmüÅŸ bir insan yaÅŸadıkları bu durumu hak edecek bir ÅŸey yapmamışlardır ve kolayca sempatimizi kazanırlar. EÄŸer ıstırap kiÅŸinin kendi ihmal, kusur veya risk alıcı davranışından kaynaklandıysa sempati dozu azalabilir. Merhamet, ıstırap karşısında seçici davranmaz Merhametin düÅŸünsel ve duygusal boyutu az da olsa hesap yapabilir ama merhamet erdemi hesap yapmaz. Istırap karşısında seçici davranmaz ve kim, nerede ve niye diye sormaz. Istıraba kayıtsız kalmayı reddeder. Ben ve öteki arasına öreceÄŸimiz yüksek duvarlar bir merhamet süzgeci iÅŸlevi görebilir ve bize sadece bize benzeyenlerin acılarını aktarabilir. Kendimizden bedensel, duygusal, düÅŸünsel ve metafizik anlamında ayrı tuttuklarımıza bir dereceye kadar merhameti yasaklamak anlamına gelir bu. Irk, sınıf veya din gibi sosyal belirteçler, bir bakarsınız kendimizden saymadığımıza merhamet gösterebilmenin önündeki engellere dönüÅŸüverir.
Oysa merhamet grup sınırlarını ve ayrıcalık mevzilerini aÅŸar. Ortak incinebilirlik duygusundan hareket eder ve “her birimiz, yarın o yardım ettiÄŸimiz kiÅŸinin kendisi haline gelebiliriz” der. Merhametli farkındalık, “dilencinin talihi benim talihim de olabilir” diye düÅŸünür. Merhamet, iÅŸte bu karşılıklı iliÅŸki ve baÄŸlantılı olma halinden neÅŸv ü nema bulur ve bir tür “sosyolojik tahayyül” gerektirir. Ötekini hayal edebilmek yeteneÄŸini gerektirir. Bize uzak insanların çıkarları, bizim çıkarlarımızla alakalıdır ve bizim ilgilerimiz de baÅŸkalarının iyilik hallerine tesir eder. Böylece ilgi halkamızı geniÅŸletir ve tanımadığımız insanların iyilik, geliÅŸme ve mutluluk arayışlarını da meselemiz bilerek onları bu halkaya dahil edebiliriz. Ä°lgi halkamızı geniÅŸletmek için önce etrafımızdaki suni duvarları kaldırmamız gerekir. BenliÄŸimiz etrafında da böyle duvarlar var. Terapi adlı kitabımda bu konuyu etraflıca ele almıştım. Modern Batı’da yeÅŸeren bireycilik ideolojisi ve liberal hak temelli söylem, kendi başına/özerk ve ötekinden yalıtılmış bir benlik anlayışı üzerine temellenir. Bağımsız, baÅŸkasına müdanasız bir benlik fikrinin referans alınması, adalet için elzem bir merhametli farkındalığın, ilgi ve ihtimamın altını oymaktadır. Bireyin merkeze alınması her ÅŸeye nüfuz etmekte, düÅŸünce sistemlerinden konuÅŸulan dile ve kurumların özgül politikalarına kadar pek çok konuda etkili olmaktadır.
Bireyci ethosun yaygın bir vücut buluÅŸu diÄŸer insanlardan ayrılmaya ve böylece anomi ve yabancılaÅŸma gibi marazi toplumsal durumlara geçit vermektedir. Toplumla alakalı aidiyet, karşılıklı ve baÄŸlantılı olma duyguları ezilip paramparça olmakta ve bu da müÅŸfik bir ilgiyi ve öteki yönelimli olmayı teÅŸvik edecek bir sosyal, politik ve kiÅŸisel iklim yaratamamaktadır. Teknolojik cemaatler ve yabancılaÅŸma Burada bir örnek olarak artık ders kitaplarına girmiÅŸ olan Kitty Genovese cinayetini verebiliriz. Genovese 14 Mart 1964 tarihinde apartman binasının hemen dışında vahÅŸi bir biçimde öldürülürken pek çok insan onun yardım çığlıklarını iÅŸitmiÅŸti. Tanık olanların hiçbiri kılını kıpırdatmamıştı. Onun “Beni öldürüyorlar!” çığlığını iÅŸiten insanlardan hiçbiri kendisini harekete geçmek zorunda hissetmemiÅŸti. YetmiÅŸli yılların sosyal psikoloji çevrelerini bir hayli meÅŸgul etmiÅŸ olan bu olayda, dikkat çekici olan bir veya iki deÄŸil, 38 insanın çığlıklara kulaklarını tıkamış olmasıydı. Saldırgan üç kez aralıklarla saldırırken, çığlıkları duydukları halde polisi bile aramayan kiÅŸilere niçin böyle yaptıkları sorulduÄŸunda ÅŸöyle cevaplar vermiÅŸlerdi: “Bu iÅŸe karışmak istemedim”, “Yorgundum” veya “Bu benim meselem deÄŸildi”.
Bu olayın giderek bireyci ve vurdumduymaz hale gelen Amerikan kültürünün ihtimam ve ilgi eksikliÄŸinin bir tezahürü olduÄŸu tartışılmıştır. Ä°nsanlarının empatik duyarlılığının yabancılaÅŸma, yalnızlaÅŸma ve bencilleÅŸme ile aşındığı, adeta dumura uÄŸramış olduÄŸu bir kültür. Günümüzde bu duyarlılığın insanların yüz yüze temasını azaltan ekran teknolojileri marifetiyle tırmandırıldığını görüyoruz. Yüz yüze cemaatlerin yerini teknolojik cemaatlerin alması; postmodern toplumun yabancılaÅŸma, yalnızlaÅŸma ve içe kapanma gibi vasıflarını çoÄŸaltıyor. BireyciliÄŸin baÅŸat ideoloji olduÄŸu bir dünyada rekabet iÅŸbirliÄŸinin, kiÅŸisel sorumluluk evrensel sorumluluÄŸun yerini alır. Kontrat, kural ve ilkeler iliÅŸkileri ikame eder, kendine yeterlik karşılıklılığı, bencillik diÄŸerkamlığı, kiÅŸisel çıkar merhameti önceler. Benlik ve öteki arasına örülen duvarlar, merhametli farkındalığın ve müÅŸfik eylemlerin metafizik temelini gözden kaçırır.
“Verenin ve alanın gözlerinin karşılaÅŸtığı yerde, Tanrı vardır. Merhamet ve ÅŸükran, insana göklerden iner” der SimoneWeil, “Ä°nsan ve Tanrı arasındaki uçurum sadece merhametin kanatlarıyla kapanır.” Ä°nsan toplumunun birbirine bağımlılığı, sosyal varlıklar olarak fıtratımıza yazılıdır. Biyologlar zaten uzun zamandan beri organik varlıkların daha geniÅŸ ekolojik sistemlerin bütünleÅŸik parçaları olarak yaÅŸadığını dile getirmektedir. Bütün canlı varlıklar, içinde yer aldıkları sistemin diÄŸer parçalarıyla kurdukları iliÅŸkiler bilinmeden anlaşılamaz. Bireysel organizmalar olarak biz tek başımıza olduÄŸumuzu düÅŸünmek yolunda eÄŸitilsek de, hayat ağı, bir karşılıklı bağımlılıklar ağıdır. Yalnız ve kendimize yeter görünebiliriz, ancak hayatlarımız, fiziksel ve metafizik olarak baÅŸkalarının ve daha geniÅŸ çevrenin içine geçmiÅŸtir. Daha büyük bir bütünün parçalarıyız ve o bütünlük de parçalarının toplamından daha büyüktür.
Her parça kendi özerk varlığını sürdürmek ve bütünün amaçlarına katkıda bulunmak ister. Benim acım senin acın… O halde ilgi halkasını geniÅŸletmek, bizi ötekilerden ayıran metafizik engelleri de aÅŸabilmeyi iktiza eder. Merhamet egonun çitlerini aÅŸmaktır. Ayrı ve bağımsız bir benlik yanılsamasından kurtularak hepimizin aynı maceranın sürgünü olduÄŸumuzu fark etmemizi, eÄŸer güvenlik istiyorsak, düÅŸebilir ve yaralanabilir varlıklar olarak birbirimize yaslanmamız gerektiÄŸini söyler merhamet. Bunun için de Batı zihninin dualistik düÅŸüncesini aÅŸabilmemiz icap eder. Dualizm ve kutupsallık Batı metafiziÄŸinin en belirgin özelliklerindendir ve burada ben sen deÄŸildir, biz onlardan farklı olmak mecburiyetindedir. Ben ve öteki arasındaki bu kalıplaÅŸmış düÅŸünceler merhamet ve adalete zıt bir dizi kuvvete hayat vermektedir. Merhametle birlikte bendeki sen ve sendeki ben açığa çıkar, böylece benim acım senin, senin acın benim olur.
BaÅŸkalarının acısını kendi acımmış gibi tecrübe ederim. Åžair Walt Whitman’ın söylediÄŸi gibi, “Yaralı bir insana ne hissediyorsun diye sormam, yaralı bir insan olurum”. Ancak böylesi bir farkındalık ve tecrübe paylaşımıyla baÅŸkasına zarar vermemeyi ve yine baÅŸkası için müÅŸfik bir alakayı geliÅŸtirebilirim. Varlığın çektiÄŸi bütün ıstırapla kaynaÅŸmak ve bencilliÄŸi geride bırakmak suretiyle, merhamet yaÅŸanan bir gerçekliÄŸe dönüÅŸür ve bu yaÅŸanan gerçeklikten sosyal adalet zuhur eder. Ä°nsan olmak hasebiyle hepimiz içimizde bir merhamet tohumu taşırız. Seneca, “Erdemler için doÄŸarız, onlarla doÄŸmayız” demiÅŸti. Erdemin tohumdan çiçeÄŸe dönüÅŸmesi için onu beslememiz gerekir. Erdemin beslenip büyütülmesi yalnızca bireysel bir mesele olmadığı gibi, yalnızca sosyal ve kültürel bir mesele de deÄŸildir. Merhamet gibi erdemler iki yönlü dinamik bir etkileÅŸimle büyür. Hem bireysel olarak gayret gösterilmeli hem de toplum ve kültür düzleminde merhametin yaygınlaÅŸtırılmasına gayret edilmelidir. Merhametin geliÅŸtirilmesi ve uygulanması yönündeki duygusal ve düÅŸünsel engeller, ancak bireysel insan psikolojisinde hüküm sürebildikleri sürece toplumsal ve kültürel sahada aktif kalır. Bize düÅŸen, bu engelleri ortadan kaldırmak için varoluÅŸsal ve içsel bir savaÅŸ vermektir.
Hz. Peygamberin insanın kendi egosuyla savaşını “büyük cihad” olarak tarif ettiÄŸini hatırlayalım. Merhametli kurumlar Merhametli insanlar merhametli kurumlar inÅŸa eder. Bu kurumlar da bireylerde merhametin geliÅŸmesine katkıda bulunur. Ä°nsanın sosyal dünya ile etkileÅŸimi, erdem veya kötülüÄŸü men eder veya izin verir. Sosyal dünyanın etkisini yok saydığımızda, yaÅŸanan acının suçunu kurbana yüklemek gibi bir adaletsizliÄŸe yol açabiliriz. Sözgelimi suç, yoksulluk, madde bağımlılığı veya evsizlik gibi sosyal sorunları ruhsal hastalıklara indirgemek, bunun için bireysel karakter veya hastalığı kabahatli bulmak, sorunu üreten sosyal ve siyasi sorunları dikkatten kaçırır. Böylesi kiÅŸilerin kendi eylem ve kararlarıyla kendi ıstıraplarını doÄŸurdukları ve daha az merhameti hak ettikleri düÅŸünülebilir.
Sosyal adaletin önündeki en önemli engel, ötekinin iyiliÄŸini istemeye ayarlı ahlaki duyarlılığımızın aşınmasıdır. Anlamlı bir sosyal dönüÅŸüm için kiÅŸisel ve kollektif deÄŸer çerçevelerimizin deÄŸiÅŸmesi gerekiyor. Sosyal adaletin dünya yüzünde yaygınlık kazanması için ahlaki ve manevi bir devrime ihtiyacımız var. Bu devrimin önemli bir parçası, merhamet erdemini kiÅŸiler arası, kurumsal ve küresel baÄŸlamlarda hakim kılmaktır. Sosyal deÄŸiÅŸim biz ve onlar arasındaki suni duvarları yıkmakla baÅŸlar. Ben ve sen olarak baÅŸladığımız bu yolculuÄŸa, aramızdaki duvarları yıkıp biz olarak devam edeceÄŸiz. Merhametin kol gezdiÄŸi bir dünyada insan insana yurt ve sığınaktır. Merhametli insan, bütün varlığa yar ve yardımcıdır.
Henüz yorum yapılmamış.