Avrupa'da zamanın ruhu: Irkçılık ve radikalizmin yükselişi
Follow @dusuncemektebi2
2000’li yılların ilk çeyreğinde aşırı sağın yavaş yavaş yükselişine tanık olan Avrupa'da bugün ırkçı saldırılar epey artmış durumda.
3 Ekim 1990 tarihinde iki Almanya birleÅŸtikten hemen sonra Avrupa’da yeni rüzgârlar esmeye baÅŸlamıştı: Bir yandan yeni katılan DoÄŸu Avrupa ülkeleriyle birleÅŸen ve bütünleÅŸen bir Avrupa, öte yandan “Avrupalı” kimliÄŸini tartışmaya açan bir Avrupa… SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bitimiyle yeni bir döneme geçilmiÅŸ, yıllarca düÅŸman olarak tanımlanan, ayrı bloklarda yer alan doÄŸu ve batı Avrupa ülkeleri yine aynı mahallenin çocukları olmuÅŸtu. Yeniden birleÅŸmenin felsefi temellerinin oluÅŸturulabilmesi için, kimin Avrupalı olduÄŸunu ve olabileceÄŸini tayin etmek adına “ötekileri” belirlemek, tarif edebilmek önemliydi. Tartışmalarda her ne kadar Ulrich Beck, Edgar Grande gibi siyaset sosyologları farklı kültürlerin bir arada yaÅŸamasından doÄŸacak zenginliÄŸi, dolayısıyla kozmopolit toplumsal yapının Avrupa kimliÄŸini tanımlaması gerektiÄŸini savunsalar da, konuyla ilgili birçok görüÅŸ, esasen beyaz ırk ve Hıristiyan özelliklere dikkat çekmiÅŸti. Üstelik önemli siyasetçiler Avrupa’da Ä°slam’ın yeri olmadığını, Avrupa’nın tarihsel açıdan Hıristiyan özelliklere sahip olduÄŸunu iddia etmiÅŸti. Bu süreç esnasında, bilhassa Müslüman kökenli göçmenlere yönelik saldırılarda, 1990’lardan itibaren artış kaydedilmiÅŸti.
BirleÅŸmeden kısa bir süre sonra, 23 Kasım 1992’de Almanya’nın Mölln kentinde Türk bir ailenin evi aşırı saÄŸcılar tarafından kundaklandı; Aslan ailesinden 3 kiÅŸi yakılarak öldürüldü. 1993 yılında ise yine Almanya’ın Solingen ÅŸehrinde beÅŸ Türk’ün ölmesiyle sonuçlanan katliam Neonazilerin imzasını taşıyordu. Mölln ve Solingen faciaları, bugün çok daha sık ve güçlü görülen aşırı saÄŸcı eylemlerin taşıdığı tehlikelerin belki de ilk önemli habercileriydi. O dönem Avrupa’daki kimlik tartışmalarının ve Yugoslavya’daki savaÅŸ nedeniyle Avrupa’ya yoÄŸun göç akımlarının elbette saldırının gerçekleÅŸmesinde tesiri olmuÅŸtu. Kurbanlar ise her iki olayda da Türk ve Müslüman ailelerdi. Fakat gerek Almanya gerekse Avrupa basınında Solingen faciası da Mölln katliamı gibi münferit bir hadise olarak ele alındı. DoÄŸaldır ki bu hafife alma yaklaşımı neticesinde, aşırı saÄŸcıların gerçekleÅŸtirdiÄŸi saldırı ve katliamlar Almanya’da ve diÄŸer ülkelerde yaÅŸanmaya devam etti. Batı basını da nefret ve ırkçılık suçlarının çoÄŸunu farklı sebeplere baÄŸlamaya çalışarak ya da örtbas ederek bu tutuma destek verdi.
90’lı yıllar boyunca uluslararası iliÅŸkilerin kompozisyonunda yaÅŸanan deÄŸiÅŸimler, kimlik tartışmalarının derinleÅŸmesine yol açtı. Yugoslavya’da yaÅŸanan iç savaÅŸ Avrupa’ya akın eden insanların sayısında artışa neden olurken, DoÄŸu Avrupa ülkelerinin Avrupa BirliÄŸi’ne tam üye olması da göç akınını destekledi. 1990’lardan itibaren, 21. yüzyıla kadar devam eden kimlik tartışmaları eÅŸliÄŸinde, yeni yüzyılın baÅŸlangıcında, Avrupa’nın kendi kimliÄŸini tanımlayabilmek için aradığı “ötekinin” özellikleri uzaklardan gelmiÅŸ, Avrupalı olanın kim olduÄŸu net bir ÅŸekilde ortaya konmuÅŸtur. 11 Eylül 2001’de Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde Ä°kiz Kuleler ve Pentagon’a yapılan saldırıların sorumluları “radikal dinci Müslüman teröristler”, Batı’nın yeni ötekisini tanımlamaktaki en önemli unsuru teÅŸkil ediyordu. Avrupalı, beyaz ırktan ve Avrupa’nın tarihinde yer alan halklara ve Hıristiyan dinine mensuptu; Müslümanların ve Ä°slam’ın Avrupa’da yeri olamazdı. 2000’li yılların ilk çeyreÄŸinde aşırı sağın yavaÅŸ yavaÅŸ yükseliÅŸine tanık olan eski kıtada bugün ırkçı saldırılar epey artmış durumda. Özellikle Suriyeli göçmenlerin en çok bulunduÄŸu ve 2019 yılında çok sayıda aşırı saÄŸcı saldırı ve cinayetin iÅŸlendiÄŸi Almanya’da camilere, Müslümanların bulunduÄŸu yerlere yapılan bu saldırılar ve özellikle DoÄŸu Alman eyaletlerinde yükselen Ä°slamofobi, ciddi bir güvenlik tehlikesi teÅŸkil ediyor. Bu saldırılar karşısında her ne kadar Alman BaÅŸbakanı Angela Merkel, DışiÅŸleri Bakanı Heiko Maas ve Ä°çiÅŸleri Bakanı Horst Seehofer gibi siyasetçiler ÅŸiddeti ve ırkçılığı kınayan açıklamalar yapsa da Müslümanlar açısından yeterli önlemlerin alındığı söylenemez. Almanya’da birçok eyalet, camilere yapılan bomba ihbarlarına raÄŸmen, cami ve ibadet yerlerinde önlemlerin artırılması fikrine sıcak bakmıyor; mevcutları yeterli görüyor ve yeni tedbirler alınmayacağını ifade ediyor.
Almanya’da yapılan araÅŸtırmalara göre, ülkede yaklaşık 24 bin aşırı saÄŸcı bulunduÄŸu ve bunların neredeyse yarısının ÅŸiddet yanlısı olduÄŸu, ülkede gerçekleÅŸtirilen aşırı saÄŸcı/ırkçı cinayetlerin temel hedefininse genellikle Müslümanlar ve onların bulundukları yerler olduÄŸu görülmektedir. Almanya istatistiklerine göre her beÅŸ kiÅŸiden birinin Müslüman düÅŸmanı olduÄŸu dikkate alınırsa, aşırı sağın gittikçe güçlendiÄŸini söylemek yanlış olmayacaktır. Üstelik bu teröristlere ve eylemlerine kimi zaman devlet görevlileri olan kiÅŸiler tarafından da çeÅŸitli seviyelerde yardım edilmektedir. Bunun en somut kanıtı Almanya’da 2000-2007 yılları arasında Neonazi Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) isimli terörist örgütünün iÅŸlediÄŸi, sekizi Türk on kiÅŸinin yaÅŸamını yitirdiÄŸi cinayetlerin araÅŸtırılmasında Alman makamlarının gösterdiÄŸi atalettir. Nitekim Haziran 2019’da görevine yeni atanan Alman Adalet Bakanı Christine Lambrecht’in Federal Parlamento’da bizzat kendi yaptığı açıklamaya göre, yıllarca gizli kalan NSU terör örgütünün cinayetleri açığa kavuÅŸmamış, adli makamlar failleri ortaya çıkarmak yerine kurbanların ailelerinden ÅŸüphelenmiÅŸlerdi.
Irkçı terör eylemlerinin sonuncusunda, 20 Åžubat 2020’de, Almanya’nın Frankfurt ÅŸehri yakınlarındaki Hanau’da, yirmili ve otuzlu yaÅŸlarda çoÄŸu Türk kökenli 11 kiÅŸi hayatını kaybetmiÅŸtir. Saldırının hemen ardından annesini öldürerek intihar ettiÄŸi ileri sürülen Tobias R. isimli Alman failin, internet aracılığıyla ırkçılık ve komplo teorileri konularında diÄŸer aşırı saÄŸcılarla ve/veya ırkçılarla baÄŸlantı kurduÄŸu görülmüÅŸtür. Terör eyleminin hemen ardından Alman hükümetinin yöneticileri yine bildik açıklamalar yaparak ÅŸiddeti kınamış ve bunun son olmasını dilemiÅŸlerdir. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı Åžansölye Angela Merkel’in “Irkçılık bir zehirdir ve bu zehir bizim toplumumuzda bulunmaktadır” açıklamasıdır. Ä°çiÅŸleri Bakanı Seehofer ise özellikle Müslüman kesimin ibadet ve diÄŸer toplanma yerlerine, sivil toplum önderlerine yönelik güvenlik ve koruma tedbirlerinin artırılacağını bildirmiÅŸtir. Hanau’da yaÅŸananların ardından, failin internet üzerinden kurduÄŸu baÄŸlantılarla -deyim yerindeyse- “aşırı saÄŸcılık/ırkçılık/yabancı düÅŸmanlığı eÄŸitimi” aldığının anlaşılması, aslında aşırı saÄŸcı akımların Avrupa için sanıldığından daha büyük bir tehdit ve tehlike oluÅŸturduÄŸunu gözler önüne sermektedir. Alman basınının bazı organları he ne kadar mafya baÄŸlantısı kurarak çarpıtmaya çalışsa da, Tobias R.’nin hazırladığı videoyla “Amerika’ya ve uyuyan hücrelere” mesaj gönderdiÄŸi görülmektedir. Ä°nternet sayesinde çok daha büyük bir kitleye ulaÅŸma imkânı bulan bu “zehirli” düÅŸünceler, dünyanın baÅŸka yerlerinde yaÅŸayan Ä°slamofobik, yabancı düÅŸmanı insanların kendilerine destek bulmalarını kolaylaÅŸtırmakta ve her seferinde dünya kamuoyu çok sayıda insanın ölmesine tanık olmaktadır.
GeçtiÄŸimiz yıl iki camiye yapılan saldırılarda 51 kiÅŸinin öldüÄŸü, 49 kiÅŸinin de yaralandığı Yeni Zelanda’da, tüm ülkenin olayları ÅŸiddetle kınamasına ve Müslümanlara destek olmaya çalışmasına raÄŸmen yeni ırkçı eylemlerin gerçekleÅŸmesi, tehlikenin büyüklüÄŸünü gösteren bir baÅŸka faktöre iÅŸaret etmektedir. Saldırıyı gerçekleÅŸtiren Avustralya doÄŸumlu terörist Brenton Tarrant’ın saldırının hemen öncesinde Facebook ve Twitter hesaplarından yayınladığı belgeler, aşırı saÄŸcıların iletiÅŸim aÄŸlarının kendi aralarında devam ettiÄŸini ve birbirlerine nasıl destek verdiklerini gösteriyor. Tarrant da saldırıdan önce Avusturya, Almanya ve Fransa’da aşırı saÄŸcı hareketlerle görüÅŸmüÅŸ ve onlara para yardımında bulunmuÅŸtu. Manifestosunda kendine ait kiÅŸisel bilgilere de yer veren saldırgana göre, ülkesinin ve Avrupa’nın MüslümanlaÅŸması, çok kültürlü bir yapıya kavuÅŸması kabul edilemezdi. Facebook’ta yayınladığı silah resimleri üzerinde ise yine Türk ve Müslüman düÅŸmanı olduÄŸunu gösteren ibareler yer alıyordu. Tarrant Twitter’da yayınladığı 73 sayfalık manifestosunda, 2011 yılında Norveç’te 77 kiÅŸiyi öldüren Anders Behring Breivik’in gerçekleÅŸtirdiÄŸi diÄŸer bir ırkçı terörist saldırıdan ilham aldığını söylemekte ve “bu saldırıyı neden gerçekleÅŸtirdiÄŸini” Türk ve Müslüman düÅŸmanı ifadelerle açıklamaktaydı. Norveç’teki terörist eylem sonrasında, Avrupa’daki aşırı saÄŸcı partilere mensup birçok siyasetçi, yaptıkları açıklamalarla Breivik’e gerek sosyal medyada gerekse kamuoyu önünde destek vermiÅŸti. Ä°talyan, Ä°ngiliz, Fransız aşırı saÄŸ partilere mensup olan bu siyasetçiler Avrupa’nın MüslümanlaÅŸtırılmasına karşı olduklarını ifade etmiÅŸler, hatta Fransız Ulusal Cephe (FN) Partisi’nden Jacques Coutela kiÅŸisel internet blogunda Breivik’i “Batı’nın savunucusu” ÅŸeklinde tanımlamıştı. Nitekim kendisi de internette aşırı saÄŸcı fikir ve hareketleri öven yazılar yazan Breivik, bu eylemi Norveç’in çok kültürlülük politikasına tepki mahiyetinde gerçekleÅŸtirdiÄŸini açıklamıştı.
SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bitmesinin ardından, 90’lı yıllardan itibaren dünya siyasetinde ortaya çıkan yeni çok-kutuplu sistem, bir yandan sınırları ortadan kaldırarak küreselleÅŸmeyi hızlandırırken, öte yandan sıcak çatışmalar ve savaÅŸlar nedeniyle yerinden olan insanların bulundukları yerlerden göç etmeleri karşısında korumacı refleksleri ve bölgeselleÅŸmeyi tetiklemiÅŸtir. Aşırı saÄŸ akımların SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası dönemde tırmanışa geçmesinin küresel ekonomik kriz, mülteci akımları, kitlesel göç hareketleri gibi temel sebeplerinin olmasının yanı sıra, teknolojik geliÅŸmeler de ırkçılığı ve ırkçı terörü destekleyen en önemli unsurlardan biridir. Almanya’da gerçekleÅŸen aşırı saÄŸ terör eyleminden Norveç, Kanada veya Yeni Zelanda’daki birinin anında haberinin olması ve ortak fikirlere sahip bu insanların internet mecraları aracılığıyla kolaylıkla iletiÅŸim kurabilmesi, birbirlerine destek saÄŸlaması veya birbirlerinden ilham alması son derece tehlikeli bir duruma iÅŸaret etmektedir. Dolayısıyla bu aşırı saÄŸ terör eylemleri, siyasetçilerin açıklamalarından çok daha ciddi ortak önlemleri gerektirmektedir.
Avrupa genelinde aşırı saÄŸcı partilerin oy oranlarında yaÅŸanan artış, saÄŸ muhafazakâr partilerin bu artışla mücadele edebilmek adına kendi politikalarını gittikçe daha çok aşırı saÄŸ partilere yaklaÅŸtıran açıklamaları, ırkçılık zehrinin yayılmasında çok ciddi rol oynamaktadır. Hanau katliamından hemen önce aşırı saÄŸcı “Batının Ä°slamlaÅŸmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” (PEGÄ°DA) hareketinin ve Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yaptığı gösteri ve toplantı gibi eylemler, aşırı saÄŸcıları cesaretlendirmektedir. Gerçekten de ırkçılık ve kin bir zehirdir ve maalesef bu zehir artık her yerde mevcuttur. YaÅŸadığımız dönemin belki de en büyük sorunlarına yol açacak bu zehre karşı kullanılacak panzehirin çok yönlü, çok güçlü bir panzehir olması ÅŸarttır. BaÅŸta Almanya olmak üzere Avrupalı devletlerin, ırkçı saldırılar karşısında, terörist eylemleri hafife alan geçici açıklamalar yapmak yerine, kalıcı, sürdürülebilir çözümler üretmek için iÅŸbirliÄŸi yapmaları gerekmektedir. Aksi takdirde sadece siyasilerin üzüntülerini ifade ettiÄŸi açıklamalar ve terör eylemlerinin ardından olay mahalline bırakılan çiçekler, yakılan mumlar ırkçılık zehrini yenmeye kâfi gelmeyecek, daha pek çok ırkçı terör eylemi yaÅŸanacaktır. Bu baÄŸlamda aşırı sağın mevcut en önemli düÅŸman figürü hâlihazırda Müslümanlık olduÄŸuna göre, terör eylemlerinin önlenmesi ve tekrarlanmamasında sadece Batı devletlerinin kendi aralarında deÄŸil, Müslüman devletlerle de iÅŸbirliÄŸi yapması, ortak çözümler üretmeye çalışması büyük bir öneme sahiptir.
Müellif: Dr. Nurgül Bekar (Ufuk Üniversitesi Ä°Ä°BF Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümü öÄŸretim üyesi)
Kaynak: Anadolu Ajansı-Analiz
Henüz yorum yapılmamış.