Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Modern İslam düşüncesinde ilerleme meselesi

Müslüman mütefekkirlerin hiç ara vermeden savunmada kalmalarının önemli nedenlerinden biri de, Avrupa’dan bastıran oryantalist geleneğin, yurtiçindeki uzantılarının, meseleyi sürekli kaşımalarıdır.



Öncelikle ÅŸunu ifade etmek isteriz ki, makalenin baÅŸlığı altında ele alınmaya çalışılan mesele, bir makaleye sığmayacak kadar derin, bir makale muhtevasını fazlasıyla aÅŸan bir konudur. Buna raÄŸmen, meseleyi daha derin ve daha teferruatlı olarak ele almak, araÅŸtırmak isteyenlere bazı hatırlatmalarda bulunmak, çok daha verimli çalışmaların ortaya çıkmasına vesile olmak gibi bir niyete sığınarak böyle bir baÅŸlık seçmeyi ve muhteva olarak sınırlı da olsa böyle bir konuyu ele almayı faydalı gördük. Müslüman modernleÅŸmesinde “Terakkinin-ilerlemenin” bir mesele olarak ele alınması, geçmiÅŸten günümüze kadar kesintisiz süren etkisinin görülebilmesi için, günümüz Müslüman mütefekkirleri tarafından ele alınıp deÄŸerlendirilmesi kanaatimizce çok önem arz etmektedir.
 
Osmanlı modernleÅŸmesi sürecinde erken dönem itibarıyla Müslüman mütefekkirleri en çok meÅŸgul eden hususların başında din-bilim iliÅŸkisi baÄŸlamında terakki-ilerleme tartışmaları gelmektedir. Din-bilim-terakki iliÅŸkileri bir mesele olarak ele alınmakta ve uzun süren tartışmaların yaÅŸandığı görülmektedir. Avrupa’nın kedine özgü siyasi, askeri, ekonomik ve sosyolojik olarak yaklaşık dört yüzyıllık deneyimiyle yaÅŸadığı tecrübe, bu coÄŸrafyayı özel olarak Hıristiyanlıktan genel olarak da bütün dinlerden uzaklaÅŸtırmıştır. Kendilerince vardıkları sonuçta elde ettikleri en önemli tecrübe, dinin, insanlığın fende bilimde, bilimsel buluÅŸlarda, doÄŸaya söz geçirme ve her ÅŸeyi bir hesaba baÄŸlamada engel olduÄŸu kanaatidir. Bu kanaat Avrupa coÄŸrafyasını kutsaldan uzaklaÅŸtırdığı gibi, kendi döneminden sonra gelecek yüzyıllar boyunca küresel ölçekte de etkili olmuÅŸtur, halende olmaktadır. Bu geliÅŸmeden de olumsuz manada en çok etkilenen ÅŸüphesiz ki Müslüman dünyadır.
 
Hıristiyanlığı hayatın her alanında etkisizleÅŸtiren Avrupalı filozoflar, yüzyılların birikimi olan oryantalist geleneÄŸin yardımıyla Ä°slam’a karşı tavır almış ve Müslüman dünyaya karşı bir saldırı gerçekleÅŸtirmeye baÅŸlamıştır. Bu saldırının zamanlamasıyla, Müslüman modernleÅŸmenin aynı dönemde karşı karşıya gelmesi elbette bir tesadüf deÄŸildir. DeÄŸiÅŸen dünya karşısında kendisinden ÅŸüphe etmeye baÅŸlayan Müslüman dünyanın bu ÅŸüphelerinin aynı zamanda zaaf olarak ortaya çıktığı, savunmacı bir refleksle hareket ettiÄŸi görülmektedir. Uleması, aydını, entelektüeliyle yaÅŸanan bu zafiyet atmosferi, dışarıdan dine karşı yapılacak saldırılar için surda önemli bir gedik açılmasına neden olmuÅŸtur.
 
Oryantalist tez ‘duvara tosladı’
 
Oryantalist geleneÄŸin hedef olarak seçtiÄŸi ve direkt olarak kendisine muhatap aldığı, Müslümanlar olmaktan ziyade, deÄŸer olarak Ä°slam Dini olmuÅŸtur. Avrupalı filozoflar Ä°slam’ı dinlerden bir din olmaktan öte, karşılarındaki din olarak ilksel duruÅŸunu zaafa uÄŸratmak için büyük çaba sarf etmiÅŸtir. Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı, Müslüman dünyanın geri kalmışlığına Ä°slam’ın neden olduÄŸu üzerinde çok baskıcı bir taarruz gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Müslüman mütefekkirlerin bu saldırılar karşısındaki itirazlarına dikkat edildiÄŸinde, her ne kadar modernleÅŸmeden yana tavır alsalar da, bir bakıma asıl direnilecek cepheyi çok doÄŸru tespit ettiklerini görmek açısından önemlidir. Dönemin Ä°slam’a karşı yapılan ve dinin bilime, ilerlemeye engelliÄŸi üzerine yoÄŸunlaÅŸan Avrupa merkezli saldırılara, Müslüman mütefekkirler tarafından belki de Avrupalı filozofların beklemediÄŸi ÅŸekilde karşılık verilmiÅŸtir.
 
19. yüzyılın son çeyreÄŸinde yoÄŸunlaÅŸan ve Ä°slam’ı terakkinin önündeki en büyük engel olarak gören oryantalist geleneÄŸe karşı Müslüman mütefekkirlerin (daha sonraları Ä°slamcılar olarak anılacaktır) direniÅŸi, bu saldırıları felsefi olarak çürütmüÅŸ ve bu bloÄŸu parçalamıştır. Müslümanlar, oryantalist geleneÄŸin hedef gösterdiÄŸi Ä°slam Dinini bu vebalden ayırarak, suçlunun din deÄŸil, dini temsil eden Müslümanlar olduÄŸu üzerinde durmuÅŸtur. Bu çıkış Avrupalı filozofların beklemediÄŸi bir direniÅŸ ve savunma hattı oluÅŸturmuÅŸtur. Bu tavrın ortaya konması, ileriki süreçte gerek Avrupalı gavurların dine karşı tavrında, gerekse Müslüman mütefekkirlerin düÅŸünsel yaklaşımlarında belirleyici olmuÅŸ ve daha sonraki stratejiler bu merkezde yeniden oluÅŸturulmuÅŸtur. Yani Oryantalist gelenek Ä°slam’ın insanlığın önünde engel olduÄŸuna dair ileri sürdüÄŸü tezinde duvara toslamıştır. Bu iddiaların arkası kesilmese bile, önceki durumuna göre çok daha cılız ve ciddiyet dışı kalmıştır.
 
En dikkat çeken saldırı Ernest Renan’dan
 
Bu saldırıların Ä°slam Dinine ve Müslüman dünyaya aleni olarak yapılanı ve en çok dikkat çekenlerden birisi, Fransız filozof ve tarihçi Ernest Renan’ın, Mart 1883 tarihinde Sorbonne Üniversitesi’nde verdiÄŸi “Ä°slam ve Bilim” adlı söylevidir. Ernest Renan’ın bu söylevi Müslüman dünyada pek çok tartışmaya yol açmış, hakkında çeÅŸitli reddiyeler yazılmıştır. Bu konu üzerine önemli bir müktesebatın ortaya çıktığı da söylenebilir. Özellikle Müslüman modernleÅŸmesinin ivme kazandığı bir döneme denk gelmesi nedeniyle, Müslüman mütefekkirler tarafından oldukça ciddiye alınmıştır. Fakat Ernest Renan’ın din-bilim baÄŸlamında Ä°slam’a yönelttiÄŸi eleÅŸtiriler, O’nun tarafsız olarak bütün dinlere karşı böyle düÅŸündüÄŸünü göstermemektedir. Renan, Ä°slam hakkında böyle bir konferanstan yaklaşık olarak iki ay sonra, Hıristiyanlığa ve YahudiliÄŸe karşı muhabbet, Ä°slam’a karşı husumet beslediÄŸini ifade etmekten çekinmemektedir.
 
“Hıristiyanlık medeniyetin ilerlemesine büyük ölçüde yardım etti derken, Yahudilik hakkında da ‘GeçmiÅŸte pek çok hizmet eden Yahudilik gelecekte de hizmet edecektir. Gerçek davaya, liberalizmin modern ruhun davasına hizmet edecektir. Her Yahudi liberaldir. O özü bakımından liberaldir. YahudiliÄŸin düÅŸmanları ise, dikkat edilecek olursa, aksine olarak umumiyetle modern zihniyetin düÅŸmanlarıdır’ ÅŸeklinde konuÅŸabilmektedir.(1)
 
Namık Kemal’in Müdafaanamesi önemlidir
 
Ernest Renan’ın bu konferansına ilk ve en ÅŸiddetli itiraz Namık Kemal’den gelmiÅŸtir. Namık Kemal, Renan’ın dine karşı ileri sürdüÄŸü iftiralarına, “Renan Müdafaanamesi” adlı bir risale ile cevap vermeye çalışmıştır. Namık Kemal bu itirazında Renan’a karşı duygusal bir tepki gösterdiÄŸi ve tatmin edici bir cevap olmadığı, yazdığı müdafaanamenin içeriÄŸinden anlaşıldığı gibi, kendisi de bunun farkındadır. Kendisine, Renan Müdafaanamesini bitirip bitirmediÄŸini soranlara, yazdığından kendisinin de tatmin olmadığını bu sebepten bastırmayacağını belirtmiÅŸtir.(2) Namık Kemal reddiyesinin giriÅŸinde Renan’ın ciddiye alınamayacağını belirtse de, reddiye yazmaktan geri durmamıştır.
 
“Fransız erbabı kaleminden Musevi Ernest Renan’ın irad ve neÅŸrettiÄŸi ‘Ä°slamiyet ve Maarif’ ünvanlı bir hitabe hayli zamandan beri gazetelerde bahis olmaktadır. Bu hitabe daha elime yeni geçti. Hitabı kısa bir ÅŸey ise de, mündericatı birkaç yüz cilt kitap ile izaha olunmaya müsait bulunduÄŸu için mütalaamı yazmakla söylenmiÅŸ ÅŸeyleri tekrar etmekle beyhude bir çaba sarf etmiÅŸ olacağımdan eminim.
 
Ä°slamiyet’in maarife mani deÄŸil, bilakis mürebbi olduÄŸunu ispat için yanımda lüzumu kadar kitap yoktur. Bununla beraber hitap sahibi, kendi davasının batıl oluÅŸunu kendi sözlerinde o kadar çok deli ortaya koymuÅŸ ki, ÅŸu cevabı yazabilmek için baÅŸka kitaplara müracaat mecburiyeti sakıt hükmüne girmiÅŸtir.”(3)
 
Renan’ın bu konferansı tüm dünyadaki Müslümanların tepkisini çekmiÅŸ ve buna karşı reddiyeler yazma akımı baÅŸlamıştı. Namık Kemal’in de bu cereyana kapıldığı ve konuyu iÅŸleme tarzından siyasi baÄŸlamda bir reddiye yazmaya giriÅŸtiÄŸi anlaşılıyor. Fakat kendisi de yazmış olduÄŸu reddiyenin nitelik ve dayanaklarından tatmin olmadığından olsa gerek, yayınlamaya teÅŸebbüs etmediÄŸi gibi, bu yazısından sarf-ı nazar etmiÅŸtir. Bununla beraber, bu reddiyenin Türk düÅŸünce tarihindeki önemli etkilerini tespit etmek mümkündür. Her ÅŸeyden önce bu müdafaanamenin yayınlanması, memleketimizde bilim ve felsefe tarihi araÅŸtırmalarını tetiklemek suretiyle bu alanda yeni bir çığır açmıştır.(4)
 
Renan’ın bu çıkışının ardından Müslüman mütefekkirlerin ciddi anlamda tepkiler gösterdiÄŸi söylenmekle birlikte bu tepkilerin daha çok savunmacı psikolojiyle ele alındığı gözlemlenmektedir. Bu mesele bahsettiÄŸimiz bu merkezde yaklaşık olarak yarım asır Müslüman mütefekkirleri meÅŸgul etmiÅŸ, halende etmektedir. Renan’ın bahsi geçen konferansından sonra yüzlerce makale yazılmış, dinin terakkinin önünde bir mani olmadığı, bilimin ve ilerlemenin önünde dinin engel teÅŸkil etmediÄŸi izaha çalışılmıştır.
 
Dönemin Ä°slami Basını da ciddiyetle ilgilendi
 
Bu zaviyeden süren tartışmaların özellikle II. MeÅŸrutiyetin ilanıyla birlikte daha da ileri bir boyuta taşındığı söylenebilir. MeÅŸrutiyetin ilanıyla birlikte ortaya çıkan basın-yayın hayatı Müslüman mütefekkirlerin konu üzerinden fikir beyanında bulunmalarına olumlu katkı saÄŸlamıştır. Dönemin ilmiye sınıfı özellikle terakkinin ne olduÄŸu üzerinde durarak, meseleyi aydınlatmaya çalışmıştır. Dönemin Ä°slami basını mesele üzerinde ciddiyetle durmuÅŸtur.
 
Beyanül Hak Gazetesinden Halil Edib Terakki meselesi üzerinde makale serisi kaleme almış, Avrupa’yı taklit meselesinin terakkiyle olan iliÅŸkisini anlatmaya çalışmıştır.(5) Halil Edid, Avrupa’yı taklit etmedikten sonra bizim için terakkinin mümkün olmadığını ileri sürenleri ifrat ve tefrit çizgisinde gidip gelenleri eleÅŸtirmektedir. Aynı merkezde meseleyi ele alan diÄŸer bir mütefekkir Ä°skilipli Mehmed Atıf Efendi’dir. Ä°skilipli “Medeniyet-i Åžeriyye, Terakkiyat-i Diniyye” adıyla kaleme aldığı makale serisini Beyanül Hak Gazetesinde neÅŸreder. Ä°skilipli makalelerinde Ä°slam Medeniyetinin nasıllığını izah ederken, bu husus üzerinde ciddi çaba harcadığı görülmektedir. (6) Bu tartışmaların, baÅŸka bir ÅŸeyinde gündeme gelip tartışılmasını gerekli kıldığı söylenebilir. Bu da, “Ä°slam’ın Terakkisi” meselesidir. Oryantalist gelenek, Renan’ın ifadeleri gibi, Ä°slam’ın geri kaldığını ve Müslümanların dinlerinden dolayı zelil bir halde yaÅŸadığını ileri sürmekteydi. Bu merkezde Ä°slam ve Terakki meselesi, dönemin Müslümanları tarafından tartışılmıştır. Fakat burada göze çarpan olumsuz ifadelerin olduÄŸu da gözlemlenmektedir. O da, Oryantalist dilin ve üslubun Müslümanlarca da kullanılması, aynı dilin ve üslubun yüksek sesle dile getirilmesidir.
 
“En ağır baskıların olduÄŸu idarelere bile üstün gelen bazı Yahudi, Ermeni gibi kavimlerin oldukça hareketli oldukları ve ilerledikleri görülüyor. Yirmi-otuz senelerden beri hür iradeye tabi olarak istifade edemeyen Müslümanlardır. Otuz seneden beri Bulgarlar kırk adım ileri gittilerse, Bulgaristan’daki Müslümanlar hicret fikrinden baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünemiyor. Mısır’ın Kıptileri medenileÅŸiyor, fellahları hala baÅŸ açık yalın ayak geziyor. Cezayir Yahudileri Fransa’nın maliyesine el uzatıyor, Cezayir Arapları ise saadeti hurma dalında ve deve ayağında görüyor.”(7)
 
Elmalılı’nın ifadelerinde dikkat çeken üslup
 
Bu ifadelerde barınan aÅŸağılayıcı üslup ve tarza dikkat edin. Bu ifadeler bir hakikatin ilanı da olsa, farkında olarak ya da olmayarak oryantalist geleneÄŸin ezici üslubu karşısında kabullenmeyi de beraberinde getirmiÅŸtir ki, bu kabul dinin geliÅŸmeye mani olabileceÄŸine dair yaklaşımın ileriki süreçte kendi geleneÄŸinin dışındaki yorumları da beraberinde getirecektir. Müslüman mütefekkirlerin dine dair ileriye dönük yaklaşımları, daha modern yorumlara kayacaktır. Gözlemlenen o dur ki, oryantalist geleneÄŸin dinin terakkiye-ilerlemeye mani olduÄŸu iddiası, Müslüman cenah tarafından her ne kadar reddedilse de, aslında gizliden gizliye bu iddianın doÄŸasına uygun temayül sergileyecektir. Ä°lk baÅŸlarda bunun en bariz örneÄŸinin “istibdad” ve “saltanat” kavramları etrafında ÅŸekillendiÄŸi söylenebilir. Tabi bu iddia ileriye dönük olarak kadim kavramların yeniden yorumunda da varlığını gizlenemeyecek derecede ortaya çıkacaktır. Meseleye dair Elmalılı Hamdi Efendi’den kısa bir pasaj meramımızı anlatmak hususunda yardımcı olabilir:
 
“Halife bir taraftan kendisine bey’at eden ümmetin vekâletini taşırken, diÄŸer taraftan kendisinin de vekâlet veren ümmeti gibi uygulamak ve uymak zorunda olduÄŸu kanunların sorumluluÄŸunu taşır, yasa koyucunun da koyduÄŸu yasalara hiçbir zaman ÅŸahsi olarak itiraz edip karşı gelemez. EÄŸer yasa koyucunun koyduÄŸu yasalara karşı gelirse, Hakimiyet-i Millet gerekli olanı yapar. Bundan dolayı Ä°slamiyet’te Hilafet, ÅŸer-i kanunun uygulayışından baÅŸka bir ÅŸey olmadığı gibi, ruhani bir baÅŸkanlık deÄŸildir. Hilafet bir Hükümet-i MeÅŸruta-i Ä°slamiye Reisi demektir. Bunun için yabancı memleketlerdeki Müslümanlara velayet hakkı yoktur. Fakat Müslümanlar manevi duygularla halifeye bir baÄŸlılık duyarlar. Baskı ve musallat olma manalarına gelen saltanat anlam itibarıyla baskıyı içinde barındırdığından, artık hürriyet devrinde hilafetin manasını meÅŸrutiyetin icap ettirdiÄŸi ÅŸekilde tanımak zaruridir.”(8)
 
Dikkatli tahlil edildiÄŸinde aslında Elmalılı’nın bu ifadeleri, bir bakıma (en azından) dinin mevcut haliyle terakkiye mani olduÄŸu iddiasının kabulünden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Yani terakki-ilerleme için birçok ÅŸeyin deÄŸiÅŸmesi gerekmektedir. Elmalılı halifeyi parlamenter meÅŸruti hükümetin bir baÅŸkanı olarak sıfatlandırırken, hâkimiyeti millet kavramına vurgu yapmakta, daha da ileriye giderek, hürriyet devrinde hilafetin manasını meÅŸrutiyetin icap ettirdiÄŸi ÅŸekilde tanımak zaruridir diyebilmektedir.
 
Åžeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin yaklaşımı
 
Siyasi alanda böyle yorumların olduÄŸu gibi, içtimai alana dair de çok uç yorumlara rastlamak mümkündür. Åžeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin meÅŸrutiyetin ilanından sonra çok erken denebilecek dönemde ÅŸimdi bile dile getirilmeye cesaret edilemeyecek cesurca ifadeleri dikkatlerden kaçmamaktadır. Musa Kazım Efendi özellikle Hürriyet ve Müsavat kavramları üzerine seri makaleler yazarak, bir bakıma Avrupa’nın yaptığı eleÅŸtirileri geri püskürtmeye çalışmaktadır. Dinin kadına baskıcı davrandığını ve hürriyetini kısıtladığına dair oryantalist geleneÄŸin iddialarını Musa Kazım Efendi bakın nasıl cevaplamaya çalışmaktadır:
 
“Åžerî’at-ı Muhammediyye kadınlarımıza son derece ÅŸefkat ve merhamet göstermiÅŸ ve onların bütün hukukunu kendi garantisi altına almıştır. Bundan baÅŸka birçok imtiyazda bulunmuÅŸtur. Ezcümle bir erkek hem kendi nafakasını, hem zevcesinin ve çocuklarının nafakasını ve bütün muhtaç oldukları ÅŸeyi karşılamaya mecburdur. Hâlbuki kadın bunlardan hiçbirisini tedarike mecbur deÄŸildir. Nafaka, mesken ve saire gibi ÅŸeyleri tedarik münhasıran erkeklere havale edilmiÅŸtir. Bir kadının evlenmeden önceki bütün masrafı babasına aittir. Babası yok ise kardeÅŸine aittir. O da yok ise, babasından da kendisine bir mal intikal etmemiÅŸ ise hazineye aittir. Evlenmeden önceki hüküm böyledir.
 
Ä°ÅŸte görülüyor ki Åžerî’at-i Muhammediyye’de bir kadın hiçbir vakit geçim cihetini düÅŸünmeye mecbur deÄŸildir. Hatta bir kadın yemek piÅŸirmeye, çamaşır yıkamaya, bazı ÅŸerâ’itin vücûd-ı takdîrinde çocuÄŸunu emzirmeye bile –hasbe’d- diyâne mecbûrsa da– kazâ’en mecbûr deÄŸildir. Yani bunları yapmak için hâkimin cebretmeye salâhiyeti yoktur. Åžimdi insaf edelim kadınlara bu kadar imtiyâzâtı Åžerî’at-i Muhammediyye’den baÅŸka hangi kanun, hangi ÅŸerî’at bahÅŸetmiÅŸtir?”(9)
 
Bu ifadeler günümüzde feminist cenahın dahi rahatça dile getiremeyeceÄŸi türden ifadelerdir. Meselenin çok erken bir dönemde ve bu ÅŸekilde ele alınması ayrıca üzerinde durulması gereken baÅŸka bir husustur. MeÅŸrutiyetin ilanıyla birlikte öne çıkan bu tür savunmacı tepkiler, tarihi süreç içerisinde hiç hız kesmeden devam etmiÅŸtir. Musa Kazım Efendi’nin bu ifadelerinden on beÅŸ yıl sonra Elmalılı “Müslümanlık Mani-i Terakki DeÄŸil, Zamin-i Terakkidir” diyecektir. Konu ile ilgili olarak SebilürreÅŸad’da seri makalesi yayınlanacaktır.(10) Mehmed Akif Kastamonu’da verdiÄŸi bir vaazda, Müslümanların ilerlemelerinin dinlerine sarılmakla mümkün olduÄŸunu söyleyecektir. Akif bu sözlerini kullanırken hassaten öne çıkardığı düÅŸünce, Müslümanların geri kalmışlığında dinin bir suçunun olmadığını, asıl suçlunun dinlerine gereÄŸi gibi sarılmayan Müslümanlar olduÄŸu üzerine yaklaşımıdır.(11)
 
Dinin terakkiye mani olup olmadığı çok uzun zaman tartışılmış
 
Tabi Müslüman mütefekkirlerin hiç ara vermeden savunmada kalmalarının önemli nedenlerinden biri de, Avrupa’dan bastıran oryantalist geleneÄŸin, yurtiçindeki uzantılarının, meseleyi sürekli kaşımalarıdır.  Batıcılığın en aşırı temsilcisi olan Abdullah Cevdet gibileri, bu konuları sürekli gündeme getirmektedir. O’na göre, geri kalışımızın nedeni Asyalı kafamız, yozlaÅŸmış geleneklerimizdir. Bizi yenen güç, bizim görmek istemeyen gözlerimiz, düÅŸünmek istemeyen kafalarımızdır. Bizi geride bırakan, bırakmaya devam edecek, gelecekte de bırakacak olan güç dünya iÅŸlerini hükmü altına alan din-devlet bileÅŸimi sistemidir.(12)
 
Dönem itibarıyla oryantalist geleneÄŸin ileri sürdüÄŸü ve içerideki Avrupa taklitçilerinin de sahiplendiÄŸi din, bilim, ilerleme, dinin terakkiye mani olup olmadığı meseleleri çok uzun zaman tartışılmış, Müslüman mütefekkirlerin epey uÄŸraÅŸmasına sebep olmuÅŸtur. Bu konu üzerine daha onlarca makale ele alınıp tartışılabilir, fakat konunun fazla uzamaması için biz bu kadarla bırakıyoruz. Mesele üzerinde araÅŸtırma yapmak isteyenlere, bir hatırlatma ve ilgilenilmesi gereken önemli bir saha olduÄŸuna iÅŸaret etmek istiyoruz. Yakın tarihi dönemdeki bu merkezde sürem tartışmalar, bugünlerde baÅŸka bir ÅŸekle bürünmüÅŸ olarak devam etmektedir. Kur’an’ın bilimle buluÅŸturulması, bilimsel tefsirlerin yapılması, akıl ve bilimle açıklanamayan ayetlerin tevil edilmesi, mucizelerin baÅŸka ÅŸekilde yorumlanması, tefsir usulünden koparak yorum merkezli yaklaşımlar ve daha sayılabilecek birçok problem bugün çok ÅŸiddetli bir ÅŸekilde kendisini göstermektedir. Kanaatimiz o ki, bugünkü yaklaşımları besleyen ve büyüten, yakın tarihin içerisinde yer alan tartışmaların tarihi izleridir.
 
Müellif: Yakup DöÄŸer / Kaynak: Ä°ktibas Dergisi-Åžubat 2020
 
Dipnotlar:
 
1-Dücane CündioÄŸlu, Ernest Renan ve “Reddiyeler” BaÄŸlamında Ä°slam-Bilim Tartışmalarına BibliyoÄŸrafik Bir Katkı Divan, 1996/2
 
2- Fevziye Abdullah, Namık Kemal’in Midilli’de Yazdığı Manzum ve Mensur Eserler, s. 89
 
3-Namık Kemal, Renan müdafaanamesi sayfa 2, Ä°stanbul, Mahmud Bey Matbaası, 1326
 
4-Melek Dosay GökdoÄŸan, Renan’ı Yeniden DüÅŸünmek: Ä°slam ve Bilim
 
5-Halil Edib, Beyanül Hak, cilt: I, sayı, 8, sayfa, 160-162 – sayı 9, sayfa: 182-186 –  sayı 10, sayfa, 207-209 – sayı 14, sayfa, 299-304 – sayı 15, sayfa, 334-337
 
6-Ä°skiliplinin ilgili makaleleri için bakınız: Beyanül Hak Gazetesi, cilt: VI, sayı: 139, sayfa: 2495-2497 – cilt: VI, sayı: 140, sayfa: 2510-2511 – cilt: VI, sayı: 141, sayfa: 2524-2526 – cilt: VI, sayı: 142, sayfa: 2542-2543 – cilt: VI, sayı: 143, sayfa: 2556-2557 – cilt: VI, sayı: 144, sayfa: 2574-2576 – cilt: VI, sayı: 145, sayfa: 2589-2590 –cilt: VI, sayı: 146, sayfa: 2606-2607 – cilt: VI, sayı: 147, sayfa: 2620-2621 ve devam sayılarda
 
7- Terakkiyat-ı Ä°slamiye Kongresi Sıratı Müstakim, cilt 2, sayı 48, sayfa 339, tarih 5 AÄŸustos 1909
 
8-Elmalılı Hamdi, Ä°slamiyet ve Hilafet ve MeÅŸihat-ı Ä°slamiye, Beyanül Hak, sayı 22, sayfa 511, tarih 1 Mart 1909)
 
9-Musa Kazım, Hürriyet-Müsavat, Sıratı Müstakim, cilt 1, sayı 3, sayfa 37, tarih 10 Eylül 1908
 
10-Elmalılı Hamdi, Müslümanlık Mani-i Terakki DeÄŸil, Zamin-i Terakkidir,  Sebilü’r-ReÅŸad, cilt: XXI, sayı: 544-545, sayfa: 187-189 – cilt: XXI, sayı: 546, sayfa: 203-205 ve devam sayılar
 
11-Mehmed Akif, Müslümanların Terakkileri Ä°slam’a Sarılmalarına BaÄŸlıdır,  Sebilü’r-ReÅŸad ,cilt: XVIII, sayı: 465, sayfa: 267-271
 
12-Niyazi Berkes, Türkiye’de ÇaÄŸdaÅŸlaÅŸma, sayfa 412
 
Taranan veri tabanı: Ä°SAM Kütüphane, IDP Katalog

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.