Sosyal Medya

Yasin Aktay: Osmanlı'da Kur'an kıraati nasıldı?

“Modernleşme döneminde ulema ve dini otorite ortadan kalkınca insanlar din konusunda yeterli bilgilendirmeden uzak kalınca bu ihtiyacı kendinin gidermesi gibi bir durum ortaya çıktı. Buna bireyleşmeyi ve birey-din ilişkisini de ekleyince, yani dini ben kendim öğrenebilirim anlayışını da ekleyince meale olan ihtiyaç arttı.



Yanısıra modernist Ä°slamcı akımların “Kur’an’a dönüÅŸ” çaÄŸrıları, meal okuma çaÄŸrıları da etkili oldu. Elbette doÄŸru-düzgün meallerin olması ve çoÄŸalması olumlu bir durumdur entelektüel camia için, fakat dini ilimlere vukufiyetleri olmayanların dini meal okuyarak öÄŸreneceklerini zannetmeleri de yanlış bir tutumdur. Meallerin artmış olmasının çeÅŸitli sosyolojik izahları yapılabilir fakat bunun hayırlı olduÄŸu sonucunu çıkarmak kolay deÄŸil.”
 
Bir süre önce burada Hüseyin Kazım Kadri’nin Nuru’l-Beyan tercümesi münasebetiyle yazmış olduÄŸum yazılarda savunduÄŸum bazı görüÅŸlere gelen itirazlar veya katkılardan ciddiye aldığım birinden bir kesit aktardım. Aslında bu itiraz kendi içinde bir çok konuyu yeniden deÄŸerlendirmek için vesile olabilir tezler içeriyor. O yüzden boÅŸ geçmemek gerekiyordu. Biraz gecikmeli de olsa tekrar bu konuya dönmüÅŸ oldum.
 
Evvela geçmiÅŸi nasıl kurguluyor olduÄŸumuza dair ciddi ve gerçekçi sorgulamalara ihtiyacımız var. Mesela geçmiÅŸte ulemanın halk üzerindeki yönlendirici etkisi ne kadardı? Bunu gerçekten yeterince biliyor muyuz?
 
GeçmiÅŸ hakkındaki bazı hazır tasavvurlarımızın ötesinde geçmiÅŸte köylerde, ki insanların en az yüzde 85’inin köylerde yaÅŸadığı bir toplum yapısında, din eÄŸitimi, öÄŸretimi köylerde ne kadar yaygındı ve bütün bu alanlarda halkın dini eÄŸitim ve yönlendirme ihtiyacını karşılayabilecek yeterlilikte ulema var mıydı? Var olanlar halkla nasıl bir diyalog kurup nasıl bir din anlayışını yayıp destekleyebiliyorlardı?
 
Bu konudaki tasavvurlarımızın haddinden fazla idealist olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Okuma yazma oranının son derece düÅŸük olduÄŸu bir toplumda geçerli olan dindarlığın bidat ve hurafeyle içiçe tabiatına karşı ulemanın bile yapabileceÄŸi fazla bir ÅŸey yoktu. Ulemanın kontrolü saÄŸlayabildiÄŸi yerde bile bunu ancak siyasi destekle sürdürebildiÄŸini görmek için o günlerde yaşıyor olmak bile gerekmiyor aslında.Ä°bn Haldun’un tarihsel bilgi hakkında her zaman kullandığı ölçüye baÅŸvurmak yeter: GeçmiÅŸ bugüne suyun suya benzediÄŸinden daha fazla benzer.
 
Fatih Sultan Mehmet zamanında Türkmen beyleriyle yaÅŸanan meÅŸhur tarihsel kırılmanın ardından geliÅŸen olaylara bakabiliriz mesela. Bu beylerin intikam arayışıyla Ä°ran’a yaklaşıp arkalarına aldıkları Safevi gücü ve bidat-hurafe dolu dini söylemini Anadolu’da kısa süre içinde yaymayı baÅŸarmaları nasıl mümkün olabilmiÅŸti?
 
Bu yayılma karşısında Osmanlı toplumunda tartışılmaz bir gücü olan ulemanın yönlendiriciliÄŸi neden önleyici-etkili olamamıştır mesela? Bu olay sonrası Anadolu’da KızılbaÅŸ-Sünni ayrışmasında özellikle köylerde geçerli olan dindarlıkla Alevilik arasında özde ciddi bir fark var mıydı? Bugün bile Orta Anadolu köylerinde Kur’an eÄŸitimi görmemiÅŸ köylülerin halk inançlarını karşılaÅŸtırdığınızda özde ciddi bir fark göremezsiniz. Ä°ÅŸin özünde tarihte kalmış Åžah ve Sultan mensubiyetinin günümüzdeki kalıntısından baÅŸka bir fark yoktur.
 
Elbette ulemanın Osmanlıdaki yönlendiricilik gücü ve kapasitesini eleÅŸtirmek deÄŸil muradımız. Bunun ne faydası ver ne gereÄŸi. “Onlar bir nesildi, geldi geçti, onların yaptıklarından veya yapmadıklarından sorulacak deÄŸiliz.” Ne var ki, yaÅŸamış olduÄŸumuz deÄŸiÅŸimleri, nerden geçmiÅŸ olduÄŸumuzu, neler yaÅŸamış olduÄŸumuzu iyi anlamak, iyi takdir etmek gerekiyor. Ancak günümüzde ulaşılabilen bazı imkanları kullanamadılar diye geçmiÅŸ nesillere kahretmenin anlamı da yok, insafa sığan yanı da.
 
Dolayısıyla ÅŸu açık gerçeÄŸi görmemiz lazım: Matbaanın olmadığı, okuryazarlığın örgün bir sisteminin olamadığı (olmadığı deÄŸil, olamadığı) yüzde 85’i tarımla uÄŸraÅŸan bir toplumda ulemanın Kur’an bilgisini yayma kapasitesi de kitle iletiÅŸimin imkan(sızlık)larıyla sınırlı olmak durumundaydı.
 
Kaç köyde Mushaf bulunabiliyordu? Bu durum o günler için toplumsal hayatın yapısal bir sorunuydu (veya sorun demeyelim, durum diyelim) ve bu konuda Osmanlı toplumu da yalnız deÄŸildi. Hatta Osmanlı, çaÄŸdaşı diÄŸer toplumlarla karşılaÅŸtırıldığında belki daha ilerideydi bile.
 
En azından Kur’an eÄŸitimi konusunda, anlamını bilemese de, hatta yazamasa da, buna mukabil ciddi bir okurluk oranı vardı. Bu oran bilhassa kadın okurluÄŸu açısından ilginç bir manzara ortaya koyuyordu. Kadınlar Kur’an okumayı öÄŸrendikleri için Osmanlıca yazıyı da okuma konusunda Batılılara nazaran daha yüksek bir okurluk oranı ortaya koyabiliyorlardı. Bu oranlama tabii ki erkekler için de sözkonusuydu.
 
Dolayısıyla, modernleÅŸmeyle birlikte okur-yazarlık oranında yaÅŸanan geliÅŸmeler Kur’an’ı hem Arapça olarak hem de mealiyle okumaya yönelik geçmiÅŸle karşılaÅŸtırılamayacak bir geliÅŸmiÅŸlik durumunu ortaya koymuÅŸtur.
 
Özellikle Osmanlı örneÄŸinde geçmiÅŸe özlem, Cumhuriyet döneminin malum din siyaseti dolayısıyla bir çöküÅŸ tarihine baÄŸlananlar için bunu kabul etmek zor olabilir. Ama bu bir gerçek ve bunun da elbette neyi getirip neyi götürdüÄŸüne de bu gerçeÄŸi gördükten sonra devam edebiliriz.
 
BireyselleÅŸme, toplumsallaÅŸma, yaÅŸadığımız çağın yine yapısal-sosyolojik bir durumu ve bu duruma herkesin dini anlayışta bireysel karar verme gücü, kabiliyeti ve özgürlüÄŸü de dahildir. Gelgelelim bundan rahatsız olunacak bir durum var mıdır? Bu zaten Kur’an’ın bireyi muhatap alan, kimsenin kimsenin sorumluluÄŸunu, günahını yüklenemeyeceÄŸini söyleyen düsturuyla da muvafık deÄŸil midir zaten?
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.