Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu'nun kaleminden: Küresizlik sorunu

Din, en genel anlamıyla başlangıç (mebde) ile dönüş (mead) arasında (beyne-hümâ) yürünülen yol demektir ve bu yolu kat eden her insan (bu nedenle insana arada-olan denmiştir) bu anlamıyla bir dine/yola sahiptir. Bu yolun müstakim olması ya da olmaması kişinin ihtiyarına bağlıdır (sırat-ı mustakim: istikameti olan yol).



Bir sınavda olduÄŸumuzu varsayalım; öÄŸretmen önümüzdeki bilgisayarda bir gül resmi gösterir ve yorumlamamızı ister. Gül resmine iliÅŸkin yorumumuzu bitirdiÄŸimiz sırada, öÄŸretmen bir tuÅŸa basar; önümüzdeki gül resmi, saksıda bir gül resmine dönüÅŸür. Artık yeni bir durum ile karşı karşıyayızdır; gül resminin baÄŸlamı deÄŸiÅŸtiÄŸinden yorumlarımız da yeni duruma göre biçim kazanır. ÖÄŸretmen oyununu devam ettirir ve yeni resme iliÅŸkin yorumumuz biter bitmez tuÅŸa tekrar basar ve önümüzdeki resim bir kadının elinde tuttuÄŸu saksıdaki bir gül resmine evrilir. Sürecin bu biçimde devam ettiÄŸini düÅŸünelim; örnek olarak, yukarıdaki varsayımı sürdürürsek: Duvara asılmış çerçevede bir kadının elinde tuttuÄŸu saksıdaki gül; bir çocuÄŸun okuduÄŸu kitapta bulunan resimdeki duvara asılmış çerçevede bir kadının elinde tuttuÄŸu saksıdaki gül; gazete okuyan bir adamın gazetesindeki fotoÄŸrafta bir çocuÄŸun okuduÄŸu kitapta bulunan resimdeki duvara asılmış çerçevede bir kadının elinde tuttuÄŸu saksıdaki gül; bir gemide seyahat eden gazete okuyan bir adamın gazetesindeki fotoÄŸrafta bir çocuÄŸun okuduÄŸu kitapta bulunan resimdeki duvara asılmış çerçevede bir kadının elinde tuttuÄŸu saksıdaki gül?
 
Başımıza gelen durum son derece açık: Yorumumuz her bittiÄŸinde yorumumuza konu olan resmin aslında daha büyük bir resmin parçası olduÄŸunu fark etmek. Bu fark ediÅŸ, her defasında önümüzdeki resme iliÅŸkin hem tasavvuratımızı (kavramlar ve tanımlarımızı) hem de tasdikatımızı (yargılar ve çıkarımlarımızı) deÄŸiÅŸtirir ve resme iliÅŸkin bilgimiz (bilgi, tasavvurat ve tasdikattan oluÅŸtuÄŸundan) sürekli baÅŸkalaşır. Tersini de düÅŸünebiliriz: Yorumumuza konu olan resim aslında daha küçük resimlerden kuruludur; dolayısıyla bütüne iliÅŸkin yorum, parçalara doÄŸru indikçe yine farklılaÅŸacaktır. Felsefe-bilim tarihinin geliÅŸimi de, felsefe-bilim, Evren'in bir tür yorumu olduÄŸundan, yukarıdaki örneÄŸe göre kurgulanabilir: Çıplak göze konu olan Evren resminin yorumu; mikroskop ve benzeri âletler icat edildikten sonra, resim deÄŸiÅŸtiÄŸinden, farklılaÅŸmıştır; derinlere indikçe daha da farklılaÅŸmaktadır. Benzer biçimde teleskop ve benzeri âletlerin icadıyla da büyük cisimlere iliÅŸkin resim ve yorum baÅŸkalaÅŸmıştır; baÅŸkalaÅŸmaya devam etmektedir. Bu nedenle denebilir ki, yorum, yorumlanan ÅŸeye iliÅŸkin mutlak doÄŸruyu tespit için deÄŸil, yorumlanan ÅŸeyi yanlış anlamaktan korunmak için yapılır. Daha veciz bir deyiÅŸle, yorum doÄŸruyu tespit için deÄŸil, yanlıştan kaçınmak için yapılan bir etkinliktir. Bu nedenle, örnekte dile getirilen durum, yazılı bir metni, bir söylevi, hatta bir kültürü okurken de göz önünde bulundurulabilir. Çünkü bir cümleyi -en azından yanlış anlamamak için- üstünde ya da altında bulunan cümleyle/cümlelerle iliÅŸkiye sokmak elzemdir.
 
Türkiye'de, özellikle kadim kültürümüzde üretilen deyiÅŸ ve düÅŸünceler hakkında yapılan tartışmalarda içine düÅŸülen durum da buna benzerdir: Cümleyi ait olduÄŸu baÄŸlamdan kopartıp, baÅŸka bir deyiÅŸle üst ve alt cümlelerden bağımsız bir biçimde, kendi kaygı ve beklentilerine göre yorumlamak, eleÅŸtirmek. Yapılan yorum ve eleÅŸtirilere karşı çıkanların durumu da pek farklı deÄŸildir; çünkü onlar da karşı çıkışlarını baÄŸlama geri giderek deÄŸil, yine kendi kaygı ve beklentileri eÅŸliÄŸinde yürütmektedirler. Bir deyiÅŸi, düÅŸünceyi tarihte üreten kiÅŸilerin kaygı ve beklentileri önemli deÄŸildir onlar için. Dikkat edilirse iÅŸaret edilen durum, tarihte üretilen bir deyiÅŸ ve düÅŸüncenin kendi tarihî baÄŸlamında nasıl anlaşılması gerektiÄŸi konusundaki yorum farklılıkları deÄŸildir. Tersine tarihî baÄŸlamı atlayarak, kiÅŸinin kendi zamanının ve psikolojik durumunun elverdiÄŸi ölçüde kafasına göre takılmak olarak tanımlanabilecek halidir.
 
Bir örnek üzerinden gidelim: Kültürümüzde sıkça söylenilen "bir lokma, bir hırka" deyiÅŸine karşı çıkmak, eleÅŸtirmek, akabinde de "Ne münasebet! Tersine bin lokma, bin hırka" demek; daha da ileri giderek bu deyiÅŸi fakirliÄŸin, tembelliÄŸin, geri kalmışlığın nedeni olarak görmek sıkça görülen bir durumdur. Bu yoruma karşı çıkanlar da biraz Marksist felsefeye, biraz da güncel durumun edebî yorumuna sığınarak anti-kapitalist bir dil kullanırlar; neredeyse Müslüman olmayı marjinal olma, eÅŸyadan uzak durma gibi takdim ederler.
 
Kadim kültürümüzün bütününe iliÅŸkin bir fikir sahibi olmadan, içinde üretilmiÅŸ bir deyiÅŸi yorumlamak trajikomik sonuçlar doÄŸurabilir. Genel bir deyiÅŸle, bir kültürün theo-onto-logos'unu bilmeden yani ilk ilke, evren ve insan anlayışları ile üçü arasındaki iliÅŸkileri tespit etmeden, o kültür içerisinde teneffüs eden bir kiÅŸinin eÅŸya ile münasebetinin mantığını anlamak kolay olmasa gerektir. Åžöyle düÅŸünelim: Hz. Ä°nsan, "Fakirlik ile küfür arasında ince bir sınır vardır" derken, O'nu takip eden bir kiÅŸinin fakirliÄŸi kutsaması mümkün müdür? Yine Hz. Ä°nsan, "Tanrı, verdiÄŸi nimeti kulunun üzerinde görmek ister" derken neyi kast etmiÅŸtir? Ya da Huccetu'l-Ä°slâm, "Zengin iken fakir gibi davranmak riyâdır; bir tür kibirdir" yargısında neden bulunmuÅŸtur? Bu ve benzeri sorulara pek çok yanıt verilebilir; ancak ÅŸuna iÅŸaret etmeliyiz ki, "Bir lokma, bir hırka" deyiÅŸi, sanıldığının tersine, fakirler için deÄŸil, zenginler için üretilmiÅŸ bir deyiÅŸtir. BaÅŸka bir söyleyiÅŸle, zaten giymek için bir taneden fazla hırkası, yemek için bir taneden fazla lokması bulunmayan bir kiÅŸiye bu cümle bir anlam ifade etmez. Öyleyse düÅŸünelim: Zenginlere bu söylenirken ne denilmek istenmiÅŸtir? "Fazla hırkalarını sat, lokmalarını da dağıt" mı?
 
Din, en genel anlamıyla baÅŸlangıç (mebde) ile dönüÅŸ (mead) arasında (beyne-hümâ) yürünülen yol demektir ve bu yolu kat eden her insan (bu nedenle insana arada-olan denmiÅŸtir) bu anlamıyla bir dine/yola sahiptir. Bu yolun müstakim olması ya da olmaması kiÅŸinin ihtiyarına baÄŸlıdır (sırat-ı mustakim: istikameti olan yol). Yolu kat eden bir inanan için biricik amaç, yolun Sahib'inin rızasıdır; bunun en temel zemini de beÅŸerî olandan vazgeçmeden insan gibi yaÅŸamaktır. BaÅŸka bir söyleyiÅŸle yaÅŸamayı sürdürebilmek için zorunlu (zaruriyyat), hayatı sürdürebilmek için gerekli (hevaic) ve medeniyeti sürdürebilmek için estetik (tezyinat) ihtiyaçlar arasında doÄŸru, iyi ve güzel bir orta-yol (adalet) bulmaktır.
 
Bilinmelidir ki hissiyatta hassasiyet, haysiyeti olan kiÅŸiye özgüdür; baÅŸka bir deyiÅŸle duyu ve duyguda duyarlı olmak ancak makulattan (düÅŸünce) kaynaklanan bir duruÅŸu, bir bakışı, bir yaklaşımı, bir görüÅŸü ve bir yönü bulunan kiÅŸi için olanaklıdır. Türkiye'de, okumuÅŸlar nezdindeki Tanrı inancı, mitolojik ve psikolojik seviyede kaldığı, teolojik bir mahiyet kazanmadığı sürece, makulattan kaynaklanan bir haysiyet var-olmayacak; din de ahlakın deÄŸil ahlaksızlığın kaynağı olmaya devam edecektir. 
 
 
Kaynak: Anlayış Dergisi, (Sayı 74), AÄŸustos 2009 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.