Sosyal Medya

İdlib Düğümü: Rusya ile aramızdaki makas açılıyor

Aleksey Yerhov ‘Suriye ordusu kendi topraklarının her bir karışını geri alma kararı verdi' diyerek Ankara ile Moskova arasındaki makasın ne kadar açıldığını gözler önüne serdi. Bu noktadan sonra, Astana ortakları arasında yeniden güçlü bir ortak zemin beklemek gerçekçi olmayacaktır.



Mart 2011’de patlak veren Suriye iç savaşı dokuzuncu yılını doldurmak üzere ve kalıcı çözüm hala uzak bir olasılık. Krizin erken safhalarından itibaren pozisyonunu sürekli olarak en kötü olasılığa göre alan Türkiye, geride kalan dokuz yılda neredeyse istisnasız olarak her aÅŸamada kötünün kötüsüyle karşı karşıya kaldı. Artan gerilimin Türkiye’nin milli güvenliÄŸi, Suriye’deki siviller, bölge istikrarı ve küresel barış için arz ettiÄŸi riskleri tartan Ankara, gerektiÄŸi noktalarda Suriye politikasında önemli revizyonlara gitse de DoÄŸu ve Batı’daki muhataplarının statükoyu koruma ya da “bekle-gör” yaklaşımlarını deÄŸiÅŸtiremedi. Gelinen noktada, yıllardır ülkeye akın eden milyonlarca sığınmacı baÅŸta gelmek üzere krizin çeÅŸitli olumsuz sonuçlarına maruz kalan Türkiye açısından, son haftalarda Ä°dlib’te yaÅŸananlar nedeniyle krizin kelimenin tam anlamıyla kapıya dayanması olayın boyutunu deÄŸiÅŸtirdi. Bu yeni durumla baÅŸ etmek ise hayli zor olacak.
 
Bu noktaya nasıl gelindi?
 
2011 yılından önce Suriye’yi bilenler için ülkedeki politik baskı ve buna baÄŸlı olarak biriken gerilimin bir patlamaya neden olma potansiyeli taşıdığı aÅŸikardı. Bu patlamanın meydana geliÅŸ ÅŸekli ve Suriye sahasındaki etkileri ise korkulanın çok ötesinden oldu. Kriz kısa sürede büyük bir kırılmayı beraberinde getirdi ve BeÅŸÅŸar Esed’in, Baas rejiminin doÄŸasına uygun olarak, sert tedbirlerle olayları bastırabileceÄŸini vehmetmesi ülkeyi bir ÅŸiddet sarmalına itti. Bir yandan rejimin bu yaklaşımı diÄŸer yandan ise bölgeyi kana bulamak için fırsat kollayan terör örgütlerinin tedhiÅŸ hareketleri arasında kalan sivil halk ve muhalifler büyük bir yıkıma uÄŸradı. 
 
Bu sırada uluslararası toplum krizin “olgunlaÅŸmasını” bekliyordu ve Türkiye’nin erken evrelerden itibaren gerilimi sonlandırmak için etkin adımlar atılması yönündeki çaÄŸrıları yanıtsız kaldı. DEAÅž terörünün 2013’ten itibaren Suriye’yi etkisi altına almaya baÅŸlaması dikkatleri bu yöne çevirdi ve bu terör örgütüne karşı Eylül 2014’te bir uluslararası koalisyon oluÅŸturuldu. Buna raÄŸmen, daha önce 2013’te Reyhanlı ve 2014’te Musul BaÅŸkonsolosluÄŸunda bu terör örgütünün hedefi olan Türkiye, 2015’te Suruç ve Ankara Garında, 2016’da Sultanahmet ve Atatürk Havalimanında ve 2017’de Reina’da defalarca DEAÅž terörüne maruz kaldı. Türkiye’nin geleneksel müttefikleri ise bu saldırılar karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Astana Süreci tam da bu koÅŸullarda devreye girdi.
 
 
Beklentilerin gerisinde
 
Suriye krizinin baÅŸlangıcından itibaren doÄŸrudan ya da örtük ÅŸekilde birçok devlet sürece dahil oldu. Bölge ülkeleri içinde ise Ä°ran ile Türkiye’nin konumları taban tabana zıttı. Dengeyi deÄŸiÅŸtiren ise Rusya’nın geliÅŸi oldu. Mart 2014’te Kırım’ı illegal ÅŸekilde ihlal eden Rusya’nın Eylül 2015’te Suriye krizine müdahil olmasının Türkiye açısından yakın ve uzak vadeli sonuçları oldu. Bu müdahaleden kısa süre sonra Kasım 2015’te bir Rus jetinin Türkiye tarafından düÅŸürülmesi ipleri kopma noktasına getirse de bir süre sonra iliÅŸkilerin düzelmesi beklenmedik bir iÅŸbirliÄŸinin de önünü açtı. Türkiye, Rusya ve Ä°ran’ın inisiyatifiyle Ocak 2017’de muhaliflerle Esed rejimi temsilcileri arasında Astana’da yapılan görüÅŸme bu iÅŸbirliÄŸinin meyvesiydi. Daha önce 2011-12 yıllarında Arap BirliÄŸi ve BirleÅŸmiÅŸ Milletler tarafından ortaya konan giriÅŸimlerin ve 1. 2. ve 3. Cenevre görüÅŸmelerinin sonuç vermemesi üzerine daha kararlı bir adım olarak baÅŸlatılan süreç, bir süre sonra üç ülke liderinin doÄŸrudan görüÅŸtüÄŸü ve adını Kasım 2017’de ilk toplantının yapıldığı Rus kentinden alan Soçi Süreci’ne dönüÅŸtü. Süreç daha sonra Nisan 2018’de Ankara, Eylül 2018’de Tahran, Åžubat 2019’da tekrar Soçi ve Eylül 2019’da Ankara’da tertip edilen zirvelerle sürdü. Sürecin iki aÅŸaması ise özellikle kritikti.
 
Bunlardan ilki Mayıs 2017’de üç ülke garantörlüÄŸünde imzalanan “Suriye’de Çatışmasızlık Bölgelerinin OluÅŸturulmasına Dair Muhtıra” idi. Buna göre; Ä°dlib eyaletinin tamamı, Lazkiye eyaletinin kuzeydoÄŸusu, Halep eyaletinin batısı ve Hama eyaletinin kuzeyi; Humus eyaletinin kuzeyindeki Rastan ve Talbise bölgeleri; Åžam’ın kuzeyinde bulunan DoÄŸu Guta; ve Güneyde Ürdün sınırında bulunan Deraa ve Kuneytra eyaletlerinin belli bölgelerinden oluÅŸan dört alan bu kapsama alındı. Muhtıraya iliÅŸkin Türk DışiÅŸlerinden yapılan açıklama anlamlıydı: “Türkiye, saÄŸlanan bu mutabakatın etkili bir ÅŸekilde uygulanarak mevcut ateÅŸkes rejimini tahkim etmesi, böylelikle sahadaki koÅŸulların iyileÅŸtirilerek bir yandan siyasi çözüm sürecinde anlamlı adımların atılmasını kolaylaÅŸtırması, diÄŸer yandan Suriyeli sivillerin bulundukları yerlerde güvenlik ve insani ihtiyaçlarının karşılanması yönündeki gayretlerini etkin biçimde sürdürecektir.” Açıklamada vurgu net ÅŸekilde “aceleci” hamlelerden sakınmak gerektiÄŸineydi. Türkiye anlaÅŸma uyarınca Ä°dlib’te 12 gözlem noktası kuracaktı ve süreç neredeyse Ä°dlib’i çepeçevre saracak noktaların yedi ayda tamamlanmasıyla sonlandı. Ancak Åžam rejiminin özellikle baÅŸkente yakın bölgelerde çözümü sürece yayma niyeti olmadığı gibi sürekli olarak birleÅŸip ayrışan terör örgütleri de tedhiÅŸ hareketlerine devam etti. DiÄŸer bölgelerden kaçan Suriyelilerin akın ettiÄŸi Ä°dlib eyaleti gitgide daha kalabalık (ki olaÄŸan koÅŸullarda nüfusu 1.5 milyon olan eyaletteki insan sayısı 3 milyonu aÅŸmış bulunuyor) ve kritik bir hal alıyordu. Türkiye açısından süreci taşımak zorlaÅŸmıştı. Sürecin ortakları arasında Ä°dlib konusunun ne denli bir ihtilaf mevzu olduÄŸu Eylül 2018’de Tahran’da düzenlenen zirvede tüm dünyaya malum oldu. Son bölümü bir ÅŸekilde basına açılan zirvenin sonunda, CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan Ä°dlib’e dönük bir ateÅŸkes kararı alınması için ısrar ederken diÄŸer iki muhatabın buna yanaÅŸmadığı görüldü. Soruna “geçici” bir çözüm çok geçmeden on gün sonra 17 Eylül 2018’de Soçi’de yapılan ErdoÄŸan-Putin zirvesinde geldi. Bu da süreçteki iki kritik aÅŸamanın ikincisiydi ve yine merkezinde Ä°dlib vardı.
 
Astana Süreci ÅŸimdi baÅŸlıyor
 
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Rus mevkidaşı arasında imzalanan “Ä°dlib GerginliÄŸi Azaltma Bölgesindeki Durumun Ä°stikrarlaÅŸtırılmasına Ä°liÅŸkin Muhtıra” ile birkaç husus teyit edilmiÅŸti. Muhtıra uyarınca, Ä°dlib gerginliÄŸi azaltma bölgesinin statüsü muhafaza edilecek; Rusya, Ä°dlib’e yönelik saldırıların önlenmesi gerekli tüm tedbirleri alacak; gerginliÄŸi azaltma bölgesi sınırları boyunca muhaliflerle rejim arasında 15-20 km geniÅŸliÄŸinde silahtan arındırılmış bir bölge oluÅŸturulacak; ve ağır silahlar ve radikal gruplar bu bölgeden çıkarılacaktı. Bu muhtıra da bekleneni vermedi. Ä°dlib’te bütün bunlar yaÅŸanırken, güney sınırlarında PYD-YPG terörüyle karşı karşıya olan Türkiye, AÄŸustos 2016’da Fırat Kalkanı, Ocak 2018’de Zeytin Dalı ve Ekim 2019’da Barış Pınarı harekatlarını düzenleyerek sınırını terörden arındırmaya çalıştı. Ancak hem gözlem noktalarındaki askerlerini korumak hem de yeni bölgedeki krizin tırmanmasını önlemek isteyen Türkiye’nin bir gözü hep Ä°dlib’teydi. Türkiye’nin gözlem noktalarına yapılan saldırılar ve Aralık 2019’dan itibaren Esed rejiminin Ä°dlib’e yönelik hamlelerini artırması sinirleri gerdi. Kısa sürede yüzlerce insanın hayatını kaybettiÄŸi bölgede yüz binlerce sivilin ise çaresizce yollara düÅŸme riski somut bir hal aldı. 3 ve 10 Åžubat tarihlerinde doÄŸrudan Türk askerlerini hedef alan ve toplam 13 ÅŸehit verdiÄŸimiz saldırılar ise bardağı taşıran son damla oldu. Saldırılara misliyle mukabelede bulunan Türkiye’nin stratejisinde bir kırılma da yaÅŸandı ve yapılan tahkimat ve sevkiyatla bölgedeki asker sayısı ve askeri kapasiteye büyük takviye yapıldı. Kaldı ki zaten CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, Esed rejiminin Ä°dlib’in en stratejik kentlerinden Maaratü’n-Numan’ı ele geçirmesi üzerine Afrika seyahati dönüÅŸünde 30 Ocak’ta yaptığı ÅŸu açıklamayla Türkiye açısından bıçağın kemiÄŸe dayandığına iÅŸaret etmiÅŸti: “Åžu anda Astana Süreci diye bir ÅŸey de kalmadı. Astana Süreci ÅŸu anda sessizlikte veya sessizliÄŸe büründü. Astana’yı yeniden ayaÄŸa kaldırmak ve yeniden ayaÄŸa kalkışı ile birlikte Türkiye, Rusya, Ä°ran ne yapabilir, bakmak lazım.” Yani Astana Süreci belki krizi biraz zamana yayması dışında beklentilerin çok gerisinde kalmıştı. Bu açıklamadan sonra, Türk askerine karşı düzenlenen saldırılar dışında Esed rejimi özellikle Halep-Åžam hattındaki M5 ve Lazkiye’ye giden M4 otoyollarının kesiÅŸme noktası olması itibariyle diÄŸer kritik bir bölge olan Serakib’i ele geçirdi. Dahası, Türkiye’nin Murek’teki 9, Sırman’daki 8, Tel Tukan’daki 7 ve El-Ays’taki 6 numaralı gözlem noktaları Esed rejiminin kontrol ettiÄŸi bölgeler içinde kaldı. Çember Ä°dlib’in kuzeyine ve batısına doÄŸru daralmaya baÅŸladı. Tam da bu noktada Türkiye, bölgeye son günlerde muazzam bir askeri takviye yaptı. Bu nedenle 2017’de baÅŸlayan Astana Süreci esasen Türkiye açısından gerçek anlamda ÅŸimdi baÅŸlıyor denebilir.
 
 
Süreç nereye evirilir?
 
Türkiye’nin aldığı yeni askeri-stratejik pozisyonu ve ABD ile bir mutabakat zemini arandığını gören Rusya öfkesini gizleyemedi. Rus DışiÅŸlerinden yapılan açıklamada ÅŸu not düÅŸüldü: “Mevcut gerilimin nedeni olarak, Türkiye’nin 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Mutabakatı’ndaki yükümlülüklerini kronik olarak yerine getirmemesini […] görüyoruz.” Açıklamada Rusya ve dolayısıyla Esed rejiminin yükümlülüklerine ise yer verilmedi. 10 Åžubat’taki saldırıdan bir gün sonra ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Ankara’ya geldi ve ayağının tozuyla Türkçe olarak yaptığı açıklamada Türkiye’nin “ÅŸehitlerinden” bahsederek, ABD’nin Halk Bankası, Brunson davası, PYD-YPG ve S400 gibi konulardaki tavrı nedeniyle aleyhine dönen Türk kamuoyunu yeniden kazanmak istediÄŸini gösterdi. Türkiye’nin de haklı olarak Rusya’ya alternatifsiz olmadığı mesajını vermek istediÄŸi görülüyor. Sürecin bir diÄŸer parçası olan Ä°ran ise ÅŸu aÅŸamada meseleye doÄŸrudan müdahil olmaktan kaçınıyor.
 
Partisinin 12 Åžubat’taki grup toplantısında CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın “Askerlerimize yönelecek olası bir saldırıda Soçi mutabakatı sınırları dışında da rejimi her yerde vuracağız” yönündeki açıklamaları Türkiye açısından hassasiyetin derecesini ortaya koydu. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov da bir gün sonra Rus haber ajansı Sputnik’e yaptığı açıklamada, Ä°dlib’de yaÅŸananlara iliÅŸkin “Suriye ordusu kendi topraklarının her bir karışını geri alma kararı verdi. Altını çizerek söylüyorum, kendi egemen topraklarını. Suriye ordusu kendi topraklarında, kendi halkı için savaşıyor” diyerek Ankara ile Moskova arasındaki makasın ne kadar açıldığını gözler önüne serdi. Bu noktadan sonra, Astana ortakları arasında yeniden güçlü bir ortak zemin inÅŸa etme yahut gerilimi tekrar kayda deÄŸer bir süre için azaltmayı beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bütün geliÅŸmeler Türkiye’nin tekrar kötünün kötüsüne hazırlıklı olması gerektiÄŸine iÅŸaret ediyor.
 
Çözümün Cenevre ayağı
 
Aslında Türkiye baÅŸlangıçtan itibaren Astana Süreci’nin Suriye’deki bütün sorunlara çare olmayacağının farkındaydı. Ä°leriki aÅŸamalarda henüz sahnede görülmeyen devletler de etkin olmaya çalışacaktır. Bunun en önemli mecrası ise kuÅŸkusuz çözümün Cenevre ayağı olacaktır. Nitekim Åžubat 2018 zirvesinin ardından CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan Astana Süreci’nin paydaÅŸlarının bunu Cenevre’ye bir alternatif olarak görmediÄŸini belirtmiÅŸ ve amacın “iÅŸlemeyen bir Cenevre sürecine karşı iÅŸleyen bir Astana sürecini ortaya koymak” olduÄŸunu söylemiÅŸti. Bir umut Ekim 2019’da BirleÅŸmiÅŸ Milletler çatısı altında Cenevre’de toplanan Anayasa Komitesi görüÅŸmeleri ise akim kaldı. Astana ve Soçi süreçlerinde Türkiye için önemli olan nokta güney sınırlarında terörle mücadele ettiÄŸi bir dönemde özellikle Ä°dlib’te bir oldubittiyle karşılaÅŸmamaktı. Bunu dahi kısmen karşılayan söz konusu süreçlerin krizi yavaÅŸlatma kapasitesi bile kalmamış görünüyor. Türkiye, elbette Rusya ile köprüleri atmayacaktır ancak ABD’nin ve Avrupa’nın önde gelen devletlerinin bu krizin yalnızca Türkiye’nin meselesi olmadığını idrak etme zamanı geçiyor. Her ne kadar Türk ordusunun Ä°dlib’e daha önce Suriye’nin kuzey hattında yapılana benzer bir harekat düzenlemesi mümkün görünmese de mevcut varlığını güçlendirmesi önemli. 2015’ten itibaren sahadaki askeri varlığını sürekli artıran Rusya’nın, ve tabii Ä°ran’ın, bu yeni duruma vereceÄŸi tepki ise kritik olacak. Türkiye uzun süredir, özellikle DEAÅž terörü etkisini yitirdikten sonra, Suriye politikasını PYD-YPG terörü ve Ä°dlib eksenine oturtmuÅŸ bulunuyor ve Ä°dlib’te oldubitti ile sonlanacak bir sürecin ardından sıranın güney sınırlarına geleceÄŸini biliyor. Esed rejimi ile PYD-YPG arasındaki yakınlaÅŸma da elbette bir sır deÄŸil. Bu nedenle Türkiye, saÄŸlıklı bir siyasal çözüm aÅŸamasına gelinmeden Ä°dlib’te geri adım atmayacaktır. Bu noktada artık dikkatler Ä°dlib’te, patlak vermesi durumunda Türkiye’yi de doÄŸrudan içine alacak bir çatışmayı engellemek olmalı. Bunun için ise yalnızca Rusya ile iÅŸbirliÄŸi yapmanın kifayet etmeyeceÄŸi görülüyor. Tutumun, Suriye krizinin yakın vadede sonlanmayacağı hesaba katılarak alınması gerektiÄŸi ise ayan beyan ortada.
 
 
Müellif: Dr. Serhan Afacan / Ä°stanbul Medeniyet Üniversitesi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.