Kemal Sayar: Yalan izzet-i nefse dokunur
Follow @dusuncemektebi2
Yalanlarla zedelenmiş bir güvenin tamir edilmesi çok zordur. Çünkü daha önce de belirtildiği üzere güven ile birlikte kişinin izzetinefsi de yara alır. Yalan söylenmiş olan insanın özgüveni incinir, kendisinin insandan daha aşağı bir seviye düşürüldüğünü hisseder. Burada, bir filozofun tarif ettiği ben-sen ilişkisi, ben-şey ilişkisine dönüşmüştür artık.
“ Ä°nsan yeryüzünde ÅŸairane mukimdir.” Heidegger’in Hölderlin’den naklettiÄŸi, çok da incelikli tercüme edilmiÅŸ bir mısra. Yalanın insan doÄŸasının hangi ışıksız dehlizinden sürünüp çıktığı tartışılıp durur, birçok iÅŸlevsel kuram da mevcut bu konuda, ancak tüm yalan formlarını kuÅŸatacak bir müÅŸterek hissiyat varsa eÄŸer, bu da insan soyunun dünyadaki var oluÅŸa, çıplak ışık altındaki tahammül etmekteki acziyetidir diyebiliriz.
Fuzuli, “cümle alemin söylediÄŸine bakma, içtikleri kandır” dedikten sonra beytin sonuna eklediÄŸi “Aldanma ki ÅŸair sözü elbette yalandır.” mısrası, bir baÅŸka büyük ruh, Victor Hugo’nun, “Yalan söylemiÅŸ olmak, acı çekmiÅŸ olmak demektir” sözüyle bir araya geldiÄŸinde beliren anlam, hep bu iç burkan ortak duyumdandır.
Edebi ve felsefi metinler genellikle yalanı mistifiye etme konusunda, sosyolojik/ psikolojik/ antropolojik metinlere göre daha esnektir. Bunun bir sebebi, dilin sembolik düzlemde bizatihi bir tercüme enstrümanı oluÅŸudur–anadilin dahi-.Kelimelerin murad ettikleri biz öz bulunduÄŸu, konuÅŸulan kelimenin iÅŸaret edilen özü hakkıyla muhataba ifade etmekte doÄŸaları itibarı ile kifayetsiz kalacağı ve özlerin (hakikatin) ancak baÅŸka bir sözlükteki kelimelerle büyülü bir dizilimde kullanılması halinde hakikati iletmeye elveriÅŸli olabileceklerine dair bir tasavvur, yalanın temelini muÄŸlaklaÅŸtırıp mazur kılar. “Yalan söylemek karşındakine bir öpücük vermektir” diyordu Pessoa.
Bir baÅŸka sebep ise, sözün, yine doÄŸası itibarıyla bir kırılmadan neÅŸet ettiÄŸi, mutlak uyumun sarsıldığı anlarda, yama yahut bandaj niyetine icat edilmiÅŸ bir ÅŸey olabileceÄŸine dair varsayım. KonuÅŸan ilk insan, neyi söylemek istemiÅŸti? Muhtemeldir ki, karşısındakinin doÄŸru ÅŸekilde -yani onun gibi- düÅŸünmediÄŸi bir ÅŸeyi ona göstermeyi amaçlamıştı. “AteÅŸ!” (çünkü hava soÄŸuk bence), “yemek!” (senin tersine acıktım), “al!” (bu ava senin çıkmanı istiyorum), “hayır!” (ben yapmadım) Ä°nsan, severken, ÅŸefkat gösterirken, birlikte yaratırken ve hatta acı çekerken kelimeleri kullanmaz. Filozoflar, sözün, eÄŸer bir tahakküm aracı deÄŸilse, ancak bir yalan olmalı gerektiÄŸini sık sık tekrarlar. Yoksa niçin söylensin. Gorki, “Yalan, kölelerle efendilerin dinidir... Gerçek ise özgür insanın Tanrısı” diye kahramanını konuÅŸtururken, her türlü güç iliÅŸkisinin insanı zaruri olarak yalana baÅŸvurmaya iteceÄŸini, bunun din gibi müesses bir ÅŸey olduÄŸunu; oysa gerçeÄŸin imana benzer ÅŸekilde kiÅŸisel ve aslında gerçekte yaratıcı olduÄŸunu iÅŸaret ediyordu. 'KiÅŸi yalan söylemiyorsa, yeterince özgündür' diyen Wittgenstein da yalanın toplumsal iÅŸleyiÅŸin rutin bir unsuru iken, gerçeÄŸe ses verebilmenin azami yaratıcılık gerektiren bir ÅŸey olduÄŸunu düÅŸünen filozoflardan.
Kısacası yalan, insan hayatının aslında bir parçası; günü kurtarmak, durumdan sıyrılmak, mazeret üretmek, saygın veya sevimli görünmek için çoÄŸu zaman bu türden basit, gündelik yalanlara baÅŸvuruyor insanlar. ‘Yalanın daima gerçeÄŸe bir borcu kalır’.
Beyaz yalanlar kötülük üretir mi?
Kasıtlı olarak insanları manipüle etmek, kötü yöne sevk etmek, kendiniz adına çıkar elde etmek veya onları zor durumda bırakmak için söylenen yalanlar da var. Toplumdaki güven hissinin altını oyan, birbirimize güvenmenin, birbirimize dayanmanın, insan olarak güvenilir olduÄŸumuz bilgisinin altını boÅŸaltan türden yalanlar. Bizde kesif bir iÄŸrenme, tehlike ve itiraz hissi yaratan yalanlar, bunlar. Beyaz yalan söylemek de aslında küçümsenip yabana atılacak bir durum deÄŸil. Beyaz yalan söylemeye baÅŸladığımız andan itibaren o yalan kartopunun çığa dönüÅŸmesi gibi zaman içinde büyüyüp alışkanlık haline geliyor.
BaÅŸkalarına olan merhamet ve sevgimizden dolayı yalan söylediÄŸimizde bile aslında kör bir atış yapmış oluruz, “Yalan söylemekle, arkadaÅŸlarımızın gerçekliÄŸe ulaÅŸmasını engellemiÅŸ oluruz ve onların bu engellemeden kaynaklanan bilgisizlikleri, çoÄŸu zaman onlara öngörmediÄŸimiz biçimlerde zarar verir... ArkadaÅŸlarımızı severiz, onları mutlu etmek isteriz ve onlar hayatlarında, daha büyük baÅŸarı elde edebilecekleri deÄŸiÅŸiklikler yapabilirler. ArkadaÅŸlarımıza yalan söylemekle, yalnızca onlara yardım elini uzatmayı reddetmiÅŸ olmayız, yararlı bilgiye ulaÅŸmalarını da engellemiÅŸ ve gelecekteki düÅŸ kırıklığına adım atmalarına yol açmış oluruz.”
DoÄŸruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar diye bir atasözümüz var. Buna raÄŸmen, konuÅŸtuÄŸumuzda sadece hakikati söyleyecek kadar özgün olmayı baÅŸarmalıyız; bunun da belli bir üslubu olduÄŸunu unutmamak ÅŸartıyla. O anda doÄŸru olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüz, aklımıza ilk gelen ÅŸeyi söylemek mecburiyetinde deÄŸiliz, hayat yeterince çetrefil ve girift bir süreç, insanların kaldırabileceÄŸi ÅŸekilde ve ÅŸartlarda gerçeÄŸi onlarla paylaÅŸmak gerekir. Sam Harris "becerikli doÄŸru sözlülük" diyor bu yetiye. Herkesi kırıp dökerek insancıllığı artıramayız, bu tür bir davranış tarzı, art niyetli deÄŸilse bile düÅŸüncesizce ve incelikten yoksundur.
Hayat bir ark içinde hiç çalkalanmadan akıp giden bir ÅŸey deÄŸil, dinamik bir süreç, dünyayı algılama tarzımızın zaman içerisinde deÄŸiÅŸmesi oldukça muhtemel. DoÄŸru bildiÄŸimiz ÅŸeyler de, zaman içinde deÄŸiÅŸebilir. Åžartlar bizi bambaÅŸka noktalara getirebilir. Önemli olan insanın kendi özüne sadakati, yani savunduÄŸu temel deÄŸerleri berkitmesi ve o deÄŸerlerin özünü korumasıdır. Mühim olan, insanın varlığa ve topluma yönelttiÄŸi sorular, bizzat bu soruların varlığıdır; adalet, güven ve doÄŸruluk gibi deÄŸerlere olan inancımız bu sebeple sabit kadem olmalıdır. Bununla beraber cevaplarımız deÄŸiÅŸebilir, doÄŸruluÄŸu yahut adaleti bugün bu cepheden savunuyorsa yarın baÅŸka bir cepheden savunabilir kiÅŸi; insanların deÄŸiÅŸme hakkı mahfuzdur. Elbette ki insanlar deÄŸiÅŸme ihtiyacı hissetmeyebilir de. Her iki yaÅŸayış tarzını da tümden ve toptan yargılamak doÄŸru deÄŸildir.
Yalanı yalanlarla örtme çabası
‘Kuyruklu yalan’ diye bir ifade var, tanımı üzerinde düÅŸünülmeyi hak eden bir söyleyiÅŸ gerçekten de. Ä°nsanlar, bir araÅŸtırmaya göre bir yalanı örtmek için beÅŸ yalan daha söylemek zorunda kalıyor ortalama olarak. Ä°ÅŸte, kuyruklu yalanın, yalan sözün kendini doÄŸurması, hakikatin baÅŸka sahte suretlerini de çoÄŸaltması olduÄŸunu sanıyorum. Bir yalan özü itibarıyla tevhid ilkesiyle çeliÅŸen bir ÅŸeydir. Bir tane olamaz, bütüncül olamaz. Parçalanmış ve çoÄŸuldur. Montaigne’in de belirttiÄŸi gibi batıni bir öÄŸretileri de olan Pisagorcular, iyiyi belirli ve sona ermiÅŸ, kötüyü sonsuz ve belirsiz olarak deÄŸerlendirirlerdi. Hakikatin ve doÄŸrunun bir tane versiyonu vardır. Ona dair yorumlarımız çok çeÅŸitli olabilir elbette ama bir ÅŸey bir ÅŸekilde vuku bulur. “Ben ÅŸu bardağı ÅŸuradan aldım ve yerine koydum.” Bu olayın tek versiyonudur. “Ben o bardağı almadım” dediÄŸimde ise bu apaçık bir yalandır. Ancak bu yalanı diÄŸer olgularla çeliÅŸmeyecek hale getirmek için izah ederken beÅŸ tane daha yalanı sıralamak zorunda kalırım. Yahut bir yalanı ikinci, üçüncü, beÅŸinci anlatışımda büyük olasılıkla deÄŸiÅŸtiririm. Çünkü, sadakatimiz hakikatedir, uydurduÄŸumuz bir ÅŸeye iliÅŸkin deÄŸiÅŸikliÄŸi kolayca yapabileceÄŸimizi hissederiz. Duyu organlarımız bizi yalanladığı için kafamdan uydurduÄŸum versiyonu ayrıntılı olarak hatırlamam çok daha zordur, bu sebeple ifadem önceki anlatılarımla çeliÅŸir. Stoacı düÅŸünür ve imparator Marcus Aurelius’un ifadesiyle “Yalan söyleyen kiÅŸi de aynı tanrıya karşı günah iÅŸler; bu tanrının bir adı da hakikat’tir ve bütün hakikatlerin ilk nedenidir. Bu nedenle, her kim bile bile yalan söylerse, yalan söyleyerek haksızlık ettiÄŸi için inansızlık etmiÅŸ olur.”
Yalan söylemek çok zahmetli bir ÅŸey. DoÄŸru kendiliÄŸinden gelir, onun bir parçası olan bizleriz veya o bizim bir parçamız olur, dünyanın kendisi belleÄŸiniz haline gelir.Onu olduÄŸu gibi anlatıveririz. Oysa yalan söylemek meÅŸakkatlidir, ekstra bir çaba harcamak ve o çabayı sürdürmek giderek zorlaşır, ağırlığı artar, taşınmaz hale gelir, yalanlar baÅŸka yalanları doÄŸurur; bazı insanlar hayatlarını tamamen yalanlardan ibaret olarak yaÅŸayabiliyorlar maalesef. Yalan ne bizi baÄŸrında yaÅŸatır ne de içimize yerleÅŸir, sürekli dışarıda ayazda bırakır bizi.
Yalan, çocuklarda zekânın ve bir baÅŸkasının perspektifini- bakış açısını anlayabilme kabiliyetinin geliÅŸimi ile birlikte ortaya çıkıyor. Yalan biraz da kendimizi bir baÅŸkasının duygularını anlayabilme ve onun yerine koyabilme kabiliyetimizin geliÅŸmesiyle olgunlaÅŸan bir davranış. BaÅŸkalarının neye ihtiyacı olduÄŸunu okuyabilmek ve oyunbozanlık ettiÄŸimizi düÅŸünmeyeceÄŸi söz ve davranışlarla onu rahatlatacak ÅŸekilde alternatif bir gerçekliÄŸi kurgulayabilmek yeteneklerini gereksiniyor. Bunun yanı sıra yalan söyleme becerisi, ne olduÄŸu kadar ne olmadığını da anlatmamızı saÄŸlıyor, baÅŸka bir ifadeyle kurgulama gücümüzü kullanmak gerekiyor. Yalan söyleme ihtiyacının daha fazla sözcük gerektirmesi nedeniyle biliÅŸsel güçlerin geniÅŸlemesinde de etkili olduÄŸu düÅŸünülüyor.
Çocuklardaki yalan söyleme eÄŸilimi bir acz duygusunun ifadesi de olabilir. Büyük bir aczden sonraki korku ve acı hayal gücünün geniÅŸlemesini saÄŸlar. Çocuk, onu çaresiz durumda bırakmayacak alternatif gerçeklikler kurgulama alışkanlığı geliÅŸtir.
Ebeveynler öncelikle kendini sorgulamalı
Muhatabımızın niçin yalana tevessül ettiÄŸini anlamak da benzeri hasletler gerektiriyor. Çocukların yalan söylemesi konusunda özellikle ebeveynlerin kendilerini sigaya çekerek belirli sorgulamaları yapması lazım. “Hakikati söylemenin maliyeti çok yüksek olduÄŸu için mi yalan söyledi? /Ben ona doÄŸruyu söylemesi için yeterli bir zaman ve ortam ayırmadığım için mi söyledi?” Önce ebeveynlerin kendilerine bu soruları sorması gerekiyor. Gerekli ÅŸartları saÄŸlamadıysak ebeveyn olarak öncelikle kendimizi düzeltmemiz lazım. “ÇocuÄŸum yalan söyleyerek neyi yapmak istiyor, neyi baÅŸarmak istiyor?” bunu anlamak da önemli. Yalan söyleyerek bir oyun mu oynuyor? Yoksa yalan söyleyerek beni taklit mi ediyor? Hiçbir mazeretim olmadığı halde komÅŸum beni çay içmeye davet ettiÄŸi zaman telefonda söylediÄŸim “başım çok aÄŸrıyor, gelemiyorum” sözünü duydu belki ve benim insanlara yalan söyleyebildiÄŸimi gördü, beni taklit ediyor belki de. Veya benim üzerimde bir güç saÄŸlamak, yalanı ile beni bir ÅŸekilde kontrol ve manipüle etmek istiyor da olabilir. Öncelikle bütün bunları anlamak lazım. Çocuklara parmak sallamadan “bak yalan söylüyorsun çok kötü bir çocuksun çok kötü bir davranış bu” demeden önce, o yalanın baÄŸlamını, niçin söylendiÄŸini anlamaya gayret etmemiz lazım. ÇocuÄŸa yaşına göre de davranmak çok önemli; üç yaşında söylediÄŸi yalan çok masumken beÅŸ- altı yaşında biraz daha karmaşık gerekçelerle yalan söyleyebiliyor çocuklar. Bunun yanı sıra gençlerin bir güç ve kontrol egzersizi olarak yani anne babayı kontrol etmenin bir vasıtası olarak da karşımıza çıkabiliyor yalan. “Freud'un belirttiÄŸi gibi, çocuÄŸun anne babasına söylediÄŸi ilk baÅŸarılı yalan-ebeveynlerinin onun zihnini okuyamadığını ve dolayısıyla kadiri mutlak varlıklar olmadıklarını kendine kanıtladığı an- bağımsızlığının ilk anıysa, aynı zamanda terk edilmiÅŸliÄŸiyle de yüzleÅŸtiÄŸi andır bu... Hem kurtulur hem korumasız kalırsınız... Bir ÅŸeyin yanımıza kar kaldığından bahsettiÄŸimizde, istediÄŸimizi düÅŸündüÄŸümüz bir ÅŸeyi elde ettiÄŸimiz için cezalandırılmamanın baÅŸ döndürücü olasılığından bahsederiz... Bir ÅŸey yanımıza kar kalırsa, anlatı beklentileriniz de dahil tüm beklentilerinizi gözden geçirmiÅŸ olursunuz. Hikâyelerin çoÄŸu-ve ahlaki geliÅŸim saÄŸlayan hikâyelerin tümü- yanımıza kar kalmaması gereken ÅŸeylerin nasıl ve neden yanımıza kar kalmayacağıyla ilgilidir.” diyor Adam Phillips. Birçoklarının yalan söylemeyi becerememesinin bir nedeni de güven duyabileceÄŸi, onu esirgeyip gözeten bir otorite tarafından (ebeveyn yahut Tanrı) terk edildiÄŸini kabul etme korkusudur. Gençlerin, yalan söylerken neyi gözden çıkardıklarını bir kez daha dikkatle düÅŸünmesi gerekir. Oysa maalesef gençlerde sık sık yalanla karşılaşıyoruz. Eve geç gelmek yahut arkadaÅŸlarında kalmak istediklerinde, ailelerini onaylayacak uygulamalara eylemde itiraz ettiklerinde, onlardan bağımsızlaÅŸmak istedikleri için yalan söylüyorlar, yetiÅŸkinliÄŸe geçiÅŸ sürecinde doÄŸal ve haklı olarak daha fazla özgürlük talep ediyorlar. Aile bu konularda onlarla hemfikir olmadığında da, ebeveynlerle yüzleÅŸmek yerine yalanlardan medet umarak aileyi kendi seçimlerine ikna ediyorlar.
Yalanın nahoÅŸ bir davranış olduÄŸuna ÅŸüphe yok ancak burada gençlerin de bir haklılık payı var; çarpıklığı baÅŸlatan ÅŸey, çocuÄŸun söylediÄŸi yalan deÄŸil, ailenin çocukta eksik bıraktığı itimat hissidir çünkü. Ebeveynlerinin onu doÄŸru bir ÅŸekilde tanıdığına, bu yüzden onlar tarafından kesinlikle anlaşılacağına ve sadece onun selametini gözeterek en doÄŸru ve orantılı kararı verebileceklerine, yahut ne kadar yanlış davranmış olursa olsun, ailesinin sevgisinin ve ÅŸefkatinin daha büyük olduÄŸuna dair bir itimat. Görüyorsunuz ki, çocuÄŸun ailesine olan inancı, Tanrı’ya olan imanından daha farklı bir yaklaşım sergilemez; çocuklarımızın bize olan güven yönelimleri aynı zamanda Tanrıyla iliÅŸkilerindeki duygu yönelimini de belirler. Bu yüzden gençlerle konuÅŸabilmeyi baÅŸarmamız lazım; “ Bize yalan söylemen, gerçeÄŸi çarpıtman sadece bir hayal kırıklığı yaratmıyor bizde, sana bir insan olarak güvenmemizi, bel baÄŸlamımızı, bundan sonra söyleyeceÄŸin sözlere inanmamızı da zorlaÅŸtırıyor. Senden kuÅŸku duymak istemiyoruz çünkü bu bizim için taşıması çok ağır bir yük” hissiyatını tavrımızla onlara iletebilmeliyiz.
Çocuklar bizden bağımsızlaÅŸmak, farklılaÅŸabilmek istiyor. Bu ÅŸekilde büyüyorlar. Onlar büyürken, bir yandan da aramızdaki duygusal kanal açık kalmalı. Çocuk bir derdi ve sırrı olduÄŸunda gelip anneye babaya sığınabilmeli, iltica edebileceÄŸi aÄŸlayacağı, yeri geldiÄŸinde sırrını emanet edebileceÄŸi ve onlarla paylaÅŸabileceÄŸi bir duygusal yakınlık çocuk ve ebeveynler arasında daima muhafaza edilmelidir. ÇocuÄŸun yahut gencin, ihtiyacı olduÄŸunda babasının- annesinin omzuna yaslanabileceÄŸini bilmesi onun dünyası ve öte dünyası için çok çok önemli.
Tutamayacağımız sözler vermek çocukları etkiler mi?
Anne babalar olarak yalan vaatte bulunabiliyoruz, tutamayacağımız sözler verebiliyoruz bazen. Bütün bunlar aslında çocuÄŸun tuttuÄŸu kayıt defterinde onun ruhunda bir çentik olarak iz bırakıyor. “Demek ki tutulmayacak sözler verilebilir, anne babam da bunu yaptığına göre ben de yapabilirim, ben de onlara karşı böyle davranabilirim” diye düÅŸünebiliyor. Çocuk kumanda edilme çağından ikna edilme çağına geçtiÄŸinde, yani anne babanın onun iradesi hilafına ona bir ÅŸey yaptıramayacağını fark ettiÄŸinde, yalan bu bağımsızlaÅŸmayı ortaya koymanın bir unsuru haline gelebiliyor. Oysa çocukla o duygusal yakınlık korunabilirse, gönül mesafesi yakın olursa yalanlara da gerek kalmaz.
‘Mış gibi hayatlar’ı var sonra; kiÅŸinin kendiliÄŸiyle kurmadığı, ona ait olmayan, kendisini ona ait hissetmediÄŸi bir hayatın içinde bir tür yalan söylüyorcasına yaÅŸadığı hayatlar bunlar. Bir hayatı kendisininmiÅŸ gibi yaÅŸamamak, sahici duygularla davranmamak, sevincinin de, üzüntüsünün de sahte olması hali. Bununla ilgili psikolojik literatürde de, bulunduÄŸu her ortamın, kabın ÅŸeklini alan bir insan tipolojisine iÅŸaret eden “bukalemun kiÅŸilik” terimi vardır. Herkese, hoÅŸuna gidecek ÅŸekilde mavi boncuk dağıtan, insanların tepkisini çekmemek için onların arzusuna göre davranan insanlar. Bu ÅŸekilde yaÅŸayan insan en büyük yalanı kendisine söylemektedir aslında. VaroluÅŸçuların çok sevdiÄŸim bir sözü var, “hepimiz içimizde yaÅŸanmadan bekleyen bir hayatın suçunu duyarız”. Bir hayat, sahici bir ÅŸekilde, halisane, duygularımızın, kalbimizin, ruhumuzun aynası olacak ÅŸekilde yaÅŸanmayı bekler. Biz onu arzularımıza, düÅŸlerimize deÄŸerlerimize, inançlarımıza uygun ÅŸekilde layıkıyla yaÅŸamazsak, sahih bir insan olamayız. Bu tür insanlar, “varlıklarına yabancı kaynaklardan cana benzer bir ÅŸey ödünç almış kadavralardan” farksızdır. Ödünç alınmış hisleriyle, ödünç alınmış prensipleriyle ve çoÄŸaltılmış suretlerle, ilk bakışta yaÅŸama benzer bir ÅŸeyi gösterirler baÅŸkalarına. Yalanların en aÅŸinası, kolayı budur. YaÅŸamlarının hesabını vermeleri gerektiÄŸi zaman gelip çattığında, sınav kağıdındaki doÄŸru cevap sayısı ağırlıklı olsa bile, kopya çektikleri ve dersi hiç anlamadıkları için hüsrana uÄŸrayanlardan olmaları oldukça muhtemeldir.
Motivasyon ve kendini kandırmak arasında fark var mı?
Bunun dışında kiÅŸinin henüz vuku bulmamış, içinde bir umudun tohumunu taşıyan bir ÅŸeyi muhafaza etmelerinin, kendine yalan söylemek olarak deÄŸerlendirilmemesi gerekir. Motivasyon, kendini güdüleme bir baÅŸarıya bir görev için kendini hazırlamak, kendini kandırmanın olumsuzluÄŸunu taşımaz. Kendini kandırmak, bundan oldukça farklı bir ÅŸeydir; mesela ileri derecede bir hastalığı olduÄŸu halde bu hastalığı yok saymak kendine yalan söylemek iken, iyileÅŸeceÄŸi umudu ve inancıyla elinden geleni yapmak kendine yalan söylemek sayılamaz. Tedaviye de tevessül etmemek yahut hiç faydası olmadığı kanıtlanmış bir tedavi biçimini bir mucize olarak benimsemek gibi yöntemlerle oyalanmak da bu durumda kendini kandırmanın bir yöntemidir. Ä°yimser olmanın bazı pratik fayları vardır üstelik. Depresif bir kiÅŸi, tanımadığı insanlarla dolu bir salonda yaptığı bir sunumdan sonra, onlarda nasıl bir izlenim uyandırdığını acımasız bir kesinlikle fark eder. Buna mukabil normal veya iyimser bir kiÅŸi, baÅŸkalarının onun hakkındaki deÄŸerlendirmelerinin olumsallığını abartma eÄŸilimi gösterecektir. KonuÅŸması süresince bu algı onun sonraki performansını da etkileyecektir. Neyin neden, neyin sonuç olduÄŸunu deÄŸerlendirmek zor olsa da, ama belli ki, iyimserlik önyargısı psikolojik açıdan yararlı olabilir.
Keza bir konuda hiç yeteneÄŸi olmadığı halde, kendini çok baÅŸarılı hissetmek, aşırı ÅŸiÅŸirilmiÅŸ özgüven, her seferinde yanıldığı halde suçu dışarıda arayan, kendinde kusur görmeyen bireyler yaratır, gerçek baÅŸarının önündeki en büyük engel de budur. Kendini kandırmak, inkâr üzerine kurulu bir durumdur. “BoÅŸ baÅŸak sendromu” yahut Dunning- Kruger sendromu olarak bilinen bir hastalık belirtisi, bilmediÄŸini bilmeme hali var. BilmediÄŸini bilen insan boÅŸ baÅŸak deÄŸildir, dolu bir baÅŸaktır, başını eÄŸer yani mütevazıdır. BilmediÄŸini bilmeyen insan ise boÅŸ baÅŸak gibi maÄŸrur ve dik durur. BilmediÄŸini bilen, yeri geldiÄŸinde “ben bu konuyu bilmiyorum, herhangi bir eylem yahut tercihte bulunamam, hata yapabilirim” der ama kendini kandıran, “yaparım, baÅŸarırım, ederim” diyen insan ekseriyetle duvara toslayıp hayal kırıklığı yaÅŸar. Bu açıdan kendimize söylediÄŸimiz yalanlar da geniÅŸ bir yelpazede derecelendirilebilir aslında, hafif yalanlardan daha ağır yalanlara kadar bir skalada yayılıyorlar.
Devam edecek....
Kaynak: Serbestiyet
Henüz yorum yapılmamış.