Kim bilir hangi ciğer yangınından yakıldı bu türküler
Follow @dusuncemektebi2
Bir memleketi tanımanın en doğru yolu türkülerini dinlemektir. Türkülerini dinlerken tefekküre dalmaktır.
Müzik denince bugün ÅŸehvet kokan, anlamsız tıngırtılar akla gelse de yakın zamana kadar müzik dendiÄŸinde akla içlerinde koskoca tarih barındıran, her birinin ayrı bir hikayesi olan, yürekten çaÄŸlayan, kadere tanıklık eden canlı, hiç eskimeyen türküler geliyordu.
Bu topraklar “benim yaralarım tuzum tuzum der” cümlesinin kurulduÄŸu topraklardır. Bu topraklar da insanı da kutsaldır o yüzden. Dertli insanların yaÅŸadığı topraklardır çünkü. Bu toprakların insanı derdiyle hemhal olmuÅŸ insandır. Derdi, Hak’tır. Allah’ın rızasıdır. AÅŸktır. Sevdadır. Hasrettir. Vuslattır. Derdi sevmektir. Kanaması hiç dinmeyen, kanamasın diye dua edilen, yaraların daha tuzum tuzum dediÄŸi dertlere sahiptir bu toprakların insanı. O nedenle kalenderdir, derviÅŸtir, civandır, merttir, yiÄŸittir, duruÅŸ sahibidir, vefakârdır, cefakârdır, merhametlidir. Vicdanlıdır. Vicdanı olmayan bir gönülden türkü çıkar mı hiç?
Her türküsü ardında derin izler bırakan bir yaÅŸam bırakmıştır bu toprakların. Nelerdir o türküler? Gelin birkaç tanesini hatırlayalım. Hatırlayabilirseniz eÄŸer, sonrasında da neyi kaybettiÄŸimizi hatırlayın lütfen. Olur, mu ey aziz millet?
AÅŸkın Ne Derin Yaralar Açtı CiÄŸerimde
Zamanlardan bir zaman. Urfa. Urfa’da varlıklı, hatırı sayılır, sözü dinlenir, merhametli bir bey yaÅŸarmış. Beyin uzun zaman çocuÄŸu olmamış ama Mevla iÅŸte, çok sabredene daha çok nimet verir ya, bir gün kızı olmuÅŸ. Ayın on dördü gibi, nur gibi, gökten süzülüp gelmiÅŸ bir melek sanki. Görenler hayran kalmış, kıskananlar olmuÅŸ, birçok ana babanın duasında da vesile olmuÅŸ. Zaman geçmiÅŸ, kız büyümüÅŸ. Dünya boÅŸluk kaldırmaz, ondan olacak herhalde, büyüdükçe güzelliÄŸi de artmış. Daha bir güzelleÅŸmiÅŸ. Tabii onca güzel olunca talipleri de çıkmaya baÅŸlamış. Bey dünürcüleri hep geri çevirmiÅŸ. Bey vermek istememiÅŸ, kız da varmak istememiÅŸ. Bey kızını kendisi gibi varlıklı bir aÄŸaya vermek istiyormuÅŸ. Beyin aslında dünya malına düÅŸkünlüÄŸü yokmuÅŸ ama etrafındakiler onun aklını çelmiÅŸler. Zaten nerede varlıklı ya da kudretli biri varsa, etrafını yamyamların kuÅŸatmadığı görülmüÅŸ ÅŸey midir? Bir gün beyin kızı bahçede meyve toplar, meyveleri iÅŸtahla yerken dışarıdan yanık bir türkü sesi duymuÅŸ. Can evinden vurulmuÅŸ. Sanki doÄŸduÄŸu andan beri bu türküyü biliyor da duyacağı günü bekliyormuÅŸ. Hemen bahçeden çıkmış, duvara oturmuÅŸ, sesin sahibini beklemiÅŸ, o esnada da kulağı türküde tabii. Genç, yağız, yoksul bir delikanlı çıkıp gelmiÅŸ. EÅŸeÄŸine binmiÅŸ, meyveleri pazara satmaya, geçim derdine yollarda… Giderken de türkü söylüyormuÅŸ. OÄŸlanın bir ÅŸeyden henüz haberi yok tabi. Kız, oÄŸlanı görünce heyecanlanır, baÅŸörtüsünü yere düÅŸürür. Kız baÅŸörtüsünü almak için duvardan iner, oÄŸlan da alıp uzatmak için eÅŸekten iner. OÄŸlan baÅŸörtüsünü alıp uzatır, kız aldığı anda sevda oku yayından fırlar ve iki gencin de yüreÄŸine isabet eder. Göz göze gelirler ki… O an zamanın, mekânın, insanların, cümle tabiatın gözden de, zihinden de silindiÄŸi andır. Sesleri çıkmaz. Gözleri birbirlerinin gözlerinde takılı kalır. Artık onlar aÅŸka ermiÅŸlerdir. Biraz konuÅŸurlar, heyecandan kem küm ederler daha doÄŸrusu. SözleÅŸirler ve ayrılırlar. O günden sonra artık ikisi de geceleri uyuyamaz olur. Zihinleri hep dağınıktır. Akıllarında, gözlerinde, yüreklerinde hep birbirleri vardır. Kız evde duramaz, bahçeye gider. OÄŸlan iÅŸi gücü bırakır, bahçeye gider her gün. Sürekli görüÅŸürler. OÄŸlan annesini de ihmal etmeye baÅŸlar. Annesi dayanamaz, bir gün sorar. OÄŸlan da anası sonuçta, anlatır ne olduysa. Anası baÅŸlar dövünmeye. “Ah oÄŸul ah, o kızı bize verirler mi hiç? Anası hanım, babası bey, aÄŸalar, varlıklılar. O kızı isteyenler nasıl zengin insanlar, hiç görmedin mi, duymadın mı? Ne onmaz derde düÅŸmüÅŸsün” der. Anası diller döker, nasihatler verir ama oÄŸlan duymaz, anlamaz ki. Ölürüm de vazgeçmem der, baÅŸka bir ÅŸey demez. Kız da anasına anlatır ama anası razı gelmez. “Davul bile dengi dengine” der. “Hiç olacak iÅŸ mi” der. Kız durumun ciddiyetinin farkında deÄŸildir. O güne kadar ne istediyse sahip olmuÅŸ, yine olacağını zanneder. Anasını ikna etmeye çalışır, babasına söylemesini ister. Sonunda babasına söylerler, baba hiddetlenir. Olmaz der. OÄŸlan istemeye gelmek için haber gönderir, olmaz der. Araya hatırlı insanlar sokar, baba olmaz der. Bir gün gizlice buluÅŸurlar ve kaçarlar. Bey öfkeden deliye döner, ne kadar çalışanı varsa peÅŸlerine salar. Adamlar çok geçmeden bulur, geri getirirler. OÄŸlanı döverler. OÄŸlanı kanlar içinde anasının evine bırakırlar. Beyin öfkesi geçmez, ÅŸeytan da boÅŸ durmaz. Bir an bilincini öfkeden kaybeder, kızının odasına girer, elindeki palayla kızına saldırır, bıçak darbeleriyle kız yere serilir. Bey kızını kanlar içinde görünce kendine gelir, aÄŸlamaya baÅŸlar. Kızın cenazesinde oÄŸlanın vicdanı dile gelir. Bütün ÅŸehit halkının vicdanı dile gelir. Bir türkü dolaÅŸmaya baÅŸlar dillerde:
AÅŸkın ne derin yaralar açtı ciÄŸerimde
Bir makbere döndü koca dünya nazarımda
Huda bilir ki yaş kalmadı didelerimde
Gelen ağlar giden ağlar şu zavallı halıma
Suzan Suzi
Diyarbakır. Kırklar Dağı. Ä°nsanlar bu daÄŸa ziyarete gelirmiÅŸ. ÇocuÄŸu olmayanlar çocuk için, hastası olanlar ÅŸifa için, borcu olanlar esenlik için dualar edermiÅŸ. Varlıklı Süryani bir aile, çocukları olmaz. Bir gün evin hanımı ziyarete gider, kurban keser, adak adar, çocuÄŸu olsun diye dua eder. Aradan biraz zaman geçer, bu ailenin güzeller güzeli bir kızı olur. Kızın adını Suzi (Suzan) koyarlar. Annesi Suzan’ı her doÄŸum gününde süsler püsler, güzelce giydirir Kırklar dağına götürür. ÇocuÄŸu olduÄŸu için ÅŸükür duası ederler, adağını yerine getirmek için de kurban keserler. Suzan’a neden geldiklerini de anlatır. Suzan büyüdükçe etrafında delikanlılar türemeye baÅŸlar, evlenmek isterler. Suzan hepsinin reddeder. Hayli zaman sonra Suzan komÅŸularından birinin oÄŸluna gönlünü kaptırır. Müslüman bir ailedir, oÄŸlanın adı Adil’dir. Adil de Suzan’a âşık olur ama aÅŸklarını kimseye söylemezler. Gizlice buluÅŸur, görüÅŸürler. Bir dahaki sene Suzan’ın doÄŸum günü gelir. Kırklara gidilecektir. Annesi kızıyla gitmek istemez, hizmetçileri kızının yanına verir, yollar. Adil de ziyaret yerine gelir, Suzan’ı izler. Kurbanlar kesilirken de Suzan ile Adil uzaklaşırlar, bir dağın arkasına giderler, görüÅŸür seviÅŸirler. Suzan ziyaret yerine geri döner ama fark etmemiÅŸtir, hava kararmıştır. Acele eder. Vardığında herkes çoktan hazırlanmıştır, dönüÅŸ için adımlarını atmıştır bile. Rivayete göre Kırklar gizli görüÅŸmeyi, haram iliÅŸkiyi bağışlamamış ondan olmuÅŸ, bazılarına göre ise genç kızın bahtsızlığı. DoÄŸrusunu Allah bilir. DönüÅŸte fırtına kopmuÅŸ, ortalığı toz kaplamış. Köprüden geçerken Suzan o hengâmede Dicle Nehri’ne düÅŸmüÅŸ, bulunamamış. Bir daha kimse görmemiÅŸ, ölüsünü bile bulunamaz. Adil acıdan aklını yitirmiÅŸ, delirmiÅŸ. Divane olmuÅŸ. AÄŸzından sadece Suzan üzerine yaktığı türküler, ÅŸiirler duyulmuÅŸ. Ä°ÅŸte o türkülerden biri bugüne kadar gelmiÅŸ:
Kırklar Dağı’nın düzü
Ziyaret çarptı bizi
Ben öleydim Suzan Suzi
Köprü altı kapkara
Anne gel beni ara
Saçlarıma kumlar batmış
Tarak getir sen tarak
Köprünün orta gözü
Sular apardı düzü
Ben öleydim Suzan Suzi
Dicle ayırdı bizi
Taşa Verdim Yanımı
Erzincan’ın Esesi köyü… Bir güzel ile bir yiÄŸit, birbirine sevdalanırlar. GörüÅŸürler, buluÅŸurlar, hasret giderirler, özlerler, vuslata ererler. Birbirlerini güzel severler. Gel zaman git zaman oÄŸlan, kızı istemek için aileye haber gönderir. Aile biraz süre ister, kıza danışır, anlarlar ki kızın da gönlü var. Sevdaya karşı çıkmak günahtır derler, evlendirirler. Öyle de güzel bir düÄŸün yaparlar ki köyün bütün gençleri kıskanır. Evlilikleri de gayet güzeldir. Mutludurlar. Gel zaman git zaman çocukları olmaz. UÄŸraşırlar, ÅŸifa ararlar, dualar okuturlar, olmaz. Cenab-ı Hakk’ın takdiri iÅŸte. Ä°kisinin de mutluluÄŸu söner. Mutsuz olurlar. Ä°kisi de çocuk sahibi olmak istiyordur. Mutsuzluk her ÅŸeylerine sirayet etmeye baÅŸlar. Evin, hanenin tadı kaçar. Tartışırlar, kavga etmeye baÅŸlarlar. Zamanla kavganın dozu da artar. Birbirlerine ağır sözler söylerler. Birbirlerini suçlarlar. Onur kırıcı, gurur zedeleyici cümleler kurarlar birbirlerine. Ok yaydan çıkmış, kalp nefse teslim edilmiÅŸtir bir kez. Ä°ÅŸte bir gün yine kavga ederlerken, o güzeller güzeli kız nefsine uyar, kendisini kaybeder ve kocasını öldürür. PiÅŸman olur ama iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸtir. Korkusuna kimseye diyemez, gizler. Ölümüne, kaza süsü verir. Yalnız insanlar için için ÅŸüphe duyarlar, kimse bu ölüm haberinden tatmin olmaz. Suçlayacak delil de yok ellerde, kimse bir ÅŸey de diyemez. ArkadaÅŸlarından biri… Çok sevdiÄŸi bir dostudur. O da inanmaz ama ne yapsın? Üzüntüden bir gün oturur, türkü yakar:
Taşa verdim yanımı
Toprak emdi kanımı
Azrail’e can vermezdim
Canan aldı canımı
Dağları duman aldı
Gül dibini har aldı
Azrail’e borçlu kaldım
Bir canım vardı, yar aldı
Bitlis’te BeÅŸ Minare
SavaÅŸ zamanı… Gâvur, topraklarımızı kendi arasında paylaÅŸmış, topraklarımıza çökmüÅŸ. Ä°ÅŸgal zamanı… Artık Müslüman memleketinde gâvurun sesi duyuluyor. Ancak millet yılmamış, korkmamış, teslim olmamış. Onca yaÄŸmaya, katliama, tecavüze, iÅŸkenceye, yoksulluÄŸa, açlığa karşı savaÅŸmış, mücadele etmiÅŸ. Küçücük çocuÄŸundan seksenlik babaannelerine kadar, herkes savaÅŸ meydanına çıkmış, yapabildiÄŸini yapmış, ölüme koÅŸarak gitmiÅŸ. Herkes ÅŸehit olmak arzusuyla, gâvuru hilalin ülkesinden kovma gayesiyle canını ortaya koymuÅŸ. Ya Allah demiÅŸ vurmuÅŸ kâfirin suratına. Herkes, kâfir ölürken Allah, Azrail’e yardımcı olarak kendisini atasın diye dua etmiÅŸ. Ä°ÅŸte o zamanlarda Ruslar da Bitlis’i iÅŸgal etmiÅŸ. Millet aman vermemiÅŸ, savaÅŸmış ve Rusları ya toprağın altına ya da geldikleri yere geri göndermiÅŸ. SavaÅŸ esnasında yaralanan ve tedavi için baÅŸka yerlere sevk edilen bir baba ile oÄŸlu da hem Rusların gittiÄŸini öÄŸrendiÄŸi için hem de yaraları iyileÅŸtiÄŸi için memleketlerine geri dönüÅŸ amacıyla yola çıkmışlar. Dideban Dağı’na gelmiÅŸler, babanın dermanı kalmamış. Zaten gazi, yaÅŸlı, haftalardır da yollarda… OÄŸlunu ÅŸehre göndermiÅŸ, hem ÅŸehir ne durumda görsün diye hem de yiyecekle falan dönsün diye… Adım atacak dermanı yok. OÄŸul gitmiÅŸ, baba dağın başında yatmış kalmış. Zaman geçmiÅŸ, oÄŸul dönmüÅŸ. Babasını görür görmez bağırmış: “Baba, ÅŸehirde yaÅŸama dair hiçbir iz yok. Koca Bitlis’te sadece beÅŸ tane minare ayakta kalmış, geriye kalan her ÅŸey yıkılmış, harap olmuÅŸ…” Bunu duyan baba adeta yıkılmış. Zafer sevinci falan kaybolmuÅŸ. Memleketi, toprağı… düÅŸman askerleri tarafından, gavurun eliyle yıkılmış… AÄŸlamaya baÅŸlamış. AÄŸlarken ÅŸöyle demiÅŸ:
Bitlis’te beÅŸ minare, beri gel oÄŸlan beri gel
YüreÄŸim dolu yare, beri gel oÄŸlan beri gel
Ä°stedim yanan gelim, beri gel oÄŸlan beri gel
Cebimde yok beÅŸ pare, beri gel oÄŸlan beri gel
OÄŸlu da ilave etmiÅŸ:
Tüfengim dolu saçma, beri gel oÄŸlan beri gel
Kaçma sevdiÄŸim saçma, beri gel oÄŸlan beri gel
Doksan dokuz yaram var, beri gel oÄŸlan beri gel
Bir yara da sen açma, beri gel oÄŸlan beri gel
__________________________________________
Müellif: Yasin Taçar / Dünyabizim
Henüz yorum yapılmamış.