İhsan Fazlıoğlu'nun kaleminden: Ölçüye uymadan elbise dikmek
Follow @dusuncemektebi2
İster maddî ister manevî ister fikrî içerikte olsun, genel form ile özel form diyalektiği/cedeli dikkate alınmaz ise ortaya zulüm çıkar; adalet ise ikisinin de yerini bilmektir. Bu kavram çiftinden birisine ağırlık vermek çözüm değil sorun, hayat değil ölüm üretir. Güneş'i odasına giren ışık huzmesiyle tanımak ne kadar eksik'se yalnızca Güneş'e yönelmek de o kadar fazla'dır.
Hikâye bu ya, bir gün içerisinde matematikçi, fizikçi, kimyacı gibi bilginlerin bulunduÄŸu bir grup Anadolu'ya, kışın ÅŸiddetli olduÄŸu bir hafta, gezmeye giderler. Hava ÅŸartlarının gittikçe kötüleÅŸmesiyle en yakın köye doÄŸru yola koyulur, köyün hemen giriÅŸinde bulunan küçük bir evin kapısını çalarlar. Kapıyı yaÅŸlı bir zat açar, yolcuların durumunu görünce hemen içeriye buyur eder, sobanın bulunduÄŸu odaya yerleÅŸtirir; kendisi de üÅŸüyen misafirlerinin içini ısıtacak sıcak çorba getirmek üzere mutfaÄŸa geçer. Sıcağın etkisiyle kendilerine gelen bilginlerden birisi, matematikçi, dikdörtgen odada sobanın bir köÅŸede bulunmasına iÅŸaret ederek, odanın iyi ısınması için aslında hendesî açıdan sobanın dikdörtgenin köÅŸegenlerinin kesiÅŸme noktasında bulunması gerektiÄŸini söyler. Fizikçi ise sorunun yalnızca hendesî bir sorun olmadığını, odanın coÄŸrafî yönünün, hava akışının vb. baÅŸka unsurların da dikkate alınması gerektiÄŸini, dolayısıyla sobanın, iyi bir ısınma için, odanın kuzeye yakın bir noktası üzerinde bulunmasının elzem olduÄŸunu vurgular. Bilginler arasında tartışma uzayınca, biyolog, bu kadar tartışmaya gerek bulunmadığını, evin sahibi geldiÄŸinde kendisine sorulup niçin sobayı odanın bir köÅŸesinde yerleÅŸtirdiÄŸinin öÄŸrenilebileceÄŸini söyler. Bilginler biyoloÄŸun bu teklifini kabul eder ve ev sahibinin odaya dönmesini beklerler. Ev sahibi içeriye girince her bir bilgin, sobanın herhangi bir köÅŸede deÄŸil de, odanın neresinde bulunması gerektiÄŸine iliÅŸkin kendi teorilerini ayrıntılı bir biçimde anlatır. Açıklamaları dikkatle dinleyen ev sahibi, konuÅŸmalar bitince ÅŸöyle der: "Dediklerinizden hiç bir ÅŸey anlamadım. Sobanın durumuna gelince, borum yoktu; ben de mecburen sobayı eldeki boruların elverdiÄŸi imkânlar çerçevesinde odanın bir köÅŸesinde kurdum".
Ä°nsan türünün, ister nutkiyet faslından kaynaklanan doÄŸal, isterse yaÅŸadığı toplumsal ÅŸartlardan kaynaklanan kültürel olsun, çeÅŸitli nedenlerle bir sorunu ele alırken müdrikesinde taşıdığı, daha önceki bilgi birikimine baÄŸlı modelleri kullanması hani neredeyse kaçınılmaz kaderi gibi görünür. Sorun-merkezli düÅŸünülmesi gerekirken, model-merkezli düÅŸünmek, yine bir benzetmeyle, ölçüleri alınmadan bir kiÅŸiye elbise dikmeye benzer. Genelde yapılan elbiseyi ait olduÄŸu kiÅŸiye göre dikmektir; kiÅŸiyi dikilen elbiseye göre biçimlendirmek -en azından bugüne kadar- tarihte görülmemiÅŸtir.
Öte yandan fertleri ne kadar deÄŸiÅŸik olursa olsun, bir insana elbise dikmenin genel bir formu/modeli vardır. Bu model genel olarak niteliklerden arındırılmış, sabit hendesî bir formdur. Bu forma nitelik kazandıran, her bir bireyin, kendi ÅŸahsî ölçüleri, bireysel özellikleridir. Örnekte genel hendesî form insanın türünün biçimi iken, niteliksel form insan türüne mensup her bir bireyin özel var-olma durumudur. Benzer biçimde bir odada soba kurmanın ve belirli bir yere koymanın genel bir formu vardır; ancak imkânlar bu genel formun gerçeklikte alacağı biçimi belirleyecektir.
Åžimdiye deÄŸin verilen örneklerden anlaşıldığı üzere, insanın düÅŸünmesi, genel form ile özel form arasındaki diyalektik/cedelî iliÅŸkiye dayanır. Nitekim bir kiÅŸiye terzilik zanaatı belletilirken, ilk önce genel form/model öÄŸretilir; ancak bu da özel bir form üzerinde tatbik edilerek gösterilir. Hiçbir terzi sabit bir hendesî formu sürekli, deÄŸiÅŸmeksizin üretmez; benzer biçimde yine hiçbir terzi genel formu bilmeden bireysel olana baÄŸlı kalarak elbise dikmez.
Soba ve elbise örneklendirmelerinden hareketle iÅŸaret etmeye çalıştığımız genel form ile özel form ayırımı ve iÅŸ görmenin bu ikisi arasındaki diyalektik iliÅŸkiye baÄŸlılığı, acaba topluma iliÅŸkin sorunların çözümünde ne tür bir yere sahiptir? Bir kiÅŸinin, bir grubun veya bir sınıfın kendi inÅŸa ettiÄŸi genel formu topluma dayatması, aslında topluma, ölçüsünü almadan elbise dikmeye benzer. Dikilen elbisenin giyilme mecburiyeti, ölçüler tutmadığında sıkıntı, giderayak zorlama yaratacak; itiraz eden kiÅŸi veya kiÅŸiler, forma, yasaya, ilkeye, artık adı ne olursa olsun, genel forma uymadığından ya dönüÅŸtürülecek ya da yok edilecektir. ÖrneÄŸimiz üzerinden devam edersek, bireysel ölçüleri alınmadan kendisi için dikilen elbiseyi giymesi dayatılan kiÅŸiden zayıfsa kilo alması istenecek, ÅŸiÅŸman ise zayıflaması talep edilecektir; uzun ise ayakları veya kafası kopartılacak, kısa ise artık ne tür bir çare bulunursa bulunacak, bulunamaz ise, belki de ideal forma uygun olmadığından ortadan kaldırılacaktır. Genel formun dinî, ideolojik, siyasî, iktisadî, gerekçesi ne olursa olsun, olmaz-ise-olmaz/conditio sine qua non ideal form haline getirilip dayatılması, doÄŸru form olarak bilimsel, iyi form olarak etik, güzel form olarak da estetik deÄŸer kazanması, meÅŸruiyet sorunu çerçevesinde, bu ideal forma direnen insanları suçlu durumu düÅŸürecek; ortadan kaldırılmalarını da kolaylaÅŸtıracaktır.
Yukarıda verilen örneklerle ihsas ettirmeye çalıştığımız genel form ile özel form ayırımı en güzel tıbbî ilâç yapımında müÅŸahede edilebilir. Kadim tıbbî gelenekte bir hastalık için genel forma dayalı bir ilâç yapma tekniÄŸi olmasına karşın ilâç, her bir birey için bu genel form özel hale getirilerek üretilirdi. KiÅŸinin cinsiyeti, yaşı, kilosu, hatta beslenme alışkanlıkları dikkate alınırdı. Bugün ise ABD'deki bir fabrikada genel forma uygun üretilen bir ilâç, Dünya'nın her yerinde, -veren doktorun mahareti dışında- hiçbir ayırım gözetilmeksizin kullanılmaktadır. Mekanik-maddeci-matematik zihniyetin doÄŸal sonucu otomatik olmaktır: Model/form herÅŸeydir. Bu yaklaşım yalnızca doÄŸa'ya deÄŸil -ki artık doÄŸa'nın da bir makine deÄŸil bir süreç, bir form deÄŸil bir örüntü olduÄŸu tespit edilmiÅŸtir- kültürlere de tatbik edilmektedir. Maddî, manevî ve fikrî tüm insanî üretimler de üretildikleri bir yer'de genel form olarak kabul edilip Dünya'nın dört bir tarafında baÅŸka kültürler üzerinde uygulanmaktadır.
Ä°ster maddî ister manevî ister fikrî içerikte olsun, genel form ile özel form diyalektiÄŸi/cedeli dikkate alınmaz ise ortaya zulüm çıkar; adalet ise ikisinin de yerini bilmektir. Bu kavram çiftinden birisine ağırlık vermek çözüm deÄŸil sorun, hayat deÄŸil ölüm üretir. GüneÅŸ'i odasına giren ışık huzmesiyle tanımak ne kadar eksik'se yalnızca GüneÅŸ'e yönelmek de o kadar fazla'dır. Eksik olan da fazla olan da zulümdür; adalet orta-olan'dır; hem GüneÅŸ'e hem de muayyen bir zaman ve mekândaki ışık huzmesine beraberce dikkat etmek; baÅŸka bir deyiÅŸle hem genel formu bilmek, hem de özel formu tanımak çözüm için ÅŸarttır; çünkü genel formu bilmek çözüme sıhhat özel formu tanımak ise istikâmet verir. Böyle bir anlayışa ulaÅŸmak, hayatın en genel formunu dikkate almakla mümkündür. Hayat'ın, hatta Varlık'ın en genel formu Hz. Ä°nsan'dır. Ä°nsan, hakikatü'l-hakaik'tir. Bu ilke'yi tek ilke, bu genel formu tek genel form, bu yasayı tek yasa kabul eden bir zihniyet, hem ölçü'yü hem de ölçülen'i, hem geneli hem özeli, hem sureti hem maddeyi birlikte dikkate alma becerisini gösterebilir.
Gerisi, savaştır.
Kaynak: Anlayış Dergisi, (Sayı 34), Nisan 2006
Henüz yorum yapılmamış.