Turan Kışlakçı: Yüzyılın Anlaşmasında son perde
Follow @dusuncemektebi2
Coğrafyam yine buram buram is ve sis kokuyor. Zihinler allak bullak. Ferdi çıkarlar için günü kurtarma hayalindeki liderler yüzünden gelecek nesillerin hayatları karartılıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri de sözde “Yüzyılın Anlaşması” denilen ihanet ittifakı.
Yüzyıl önce “Sykes-Picot” ve “Balfour Deklarasyon” gibi ittifaklarla hayatı karartıldı bu coğrafyanın çocuklarının. Şimdi de “Yüzyılın Anlaşması” ile coğrafyamı ateşe vermek istiyorlar.
Yüzyıl önce Siyonizmin kurucu liderlerinden Theodor Herzl, borç-harç içindeki Osmanlı’ya tüm borçlarını ödeme karşılığında Filistin’den toprak talep edince Sultan Abdülhamid’in verdiği cevap bu coğrafyanın çocuklarının muhayyilesinde kazınmıştı. Sultan Abdülhamid Herzl’e: “Ben bir karış dahi toprak satamam, zira o bana değil, halkıma aittir. Onlar, bu imparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu, bizden koparılmadan önce üzerini kanımızla bir kere daha kaplamayı biliriz” demişti.
Türkler, asırlarca Filistin’i her istilaya karşı müdafaa etmiştir. Filistin’deki mukaddes makamlar, Türklerce daima hürmet ve takdis ile karşılanmıştır. Osmanlı Kudüs’te yaptığı eserler ile oraya damgasını vurmuştur. Bundan dolayı Filistin ve Kudüs, Türk kimliği ile nerede ise özdeşleşmiştir. Birinci Cihan Harbi’nde Mısır, Hicaz ve denizden gelen İngiliz işgal orduları, Osmanlı ordusunu mağlup edince, Osmanlı bölgeden büyük bir hüzünle çekilmek zorunda kaldı. Bunu gururuna yediremeyen 53 Osmanlı askeri Kudüs’ü korumak için hep bekledi. En küçükleri olan Iğdırlı Onbaşı Hasan 1982 yılında hayata gözlerini yumdu. Filistinli alim Şeyh İkrime Sabri, Onbaşı Hasan’ın 1982 yılına kadar Mescidi Aksa’yı terketmediğini söylüyor.
Osmanlı Arap topraklarından çekildikten sonra bugün Modern Türkiye’nin içinde yaşadığı topraklar, Rus, İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyanlar tarafından dörtbir yandan işgale uğradı. Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde Türk halkının verdiği Milli Mücadele sonrası Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Milli Mücadele’ye birçok Arap da katılmıştı. Batılıların Türkiye’yi bölme planları bu dönemde de devam etti. Filistin Sorunu’nun uluslararası bir sorun olarak gündeme geldiği tarihlerde Türkiye daha çok güvenlik tehdidi altında dış politika belirliyordu. Burada Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazları ve Doğu Anadolu’dan toprak talepleri nedeniyle Türkiye Batı ülkeleri ile, özellikle de ABD ile yakın ilişki geliştirmeye çalışıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan çok kısa bir süre sonra ilk önemli başkonsolosluğunu 1925’te Kudüs’te açtı. 1930’larda Filistin davasının önemli liderlerinden Hacı Emin El-Hüseyni’ye gizli ve açık destekte bulundu. Türkiye siyasi, içtimai ve iktisadi büyük değişimler yaşadığı 30’lu ve 40’lı yıllarda bile Filistin davasının öncülerine kapılarını açtı. İngilizler tarafından aranan birçok Filistinli lider Hacı Emin El-Hüseyni ve İzzet Derveze gibi isimler o dönemlerde ya Türkiye’ye kaçmış ya da sürgün edilmişti. Mustafa Kemal Atatürk vefatından bir yıl önce 1937 yılında Bombay Chronicle gazetesine verdiği bir röportajda, Avrupa ülkelerini ihtar edip “Filistin’e el sürülemez” demişti. Türkiye 1947 yılında BM’de Filistin Mandası’nın taksimi aleyhinde oy kullanarak Arap ülkeleriyle beraber hareket etti. Mart 1949 yılında iktidardaki CHP hükümeti İsrail’i tanıdı. Bu dönemde Türkiye öncelikli olarak Sovyet tehdidine karşı ittifak arayışları çerçevesinde NATO’ya girdi; ABD ve İsrail’le ilişkilerini artırdı.
O dönemlerde Türkiye’de çok önemli bir vakıa yaşandı. Arap dünyasının da yakından tanıdığı Osmanlı ordusunun ünlü komutanlarından ve siyasetçilerden Enver Paşa’nın küçük kardeşi tüccar ve sanayici Nuri Killigil (1889-1949)’in öldürülmesi olayı. Türk savunma sanayisinin kurucusu olarak kabul edilen Nuri Killigil, 1940’larda İstanbul’da kurduğu fabrikada top, havan, uçaksavar mermi ve tapalarının yanı sıra uçak bombaları imal ediyordu. Kısıtlı imkanlar ve zor şartlar altında ürettiği silah ve mühimmatı, Milli Savunma Bakanlığına sattığı gibi yurt dışına, Mısır, Suriye, Cezayir, Filistin, Pakistan gibi ülkelere de ihraç etti. Filistinli direniş gruplarına da silah gönderen Nuri paşa, bu yardımlarından dolayı 2 Mart 1949 yılında gizli mihraklar tarafından fabrikasının havaya uçurulmayasıyla 27 çalışanıyla birlikte hayatını kaybetti. Killigil’in başına gelen olay, Türkiye’nin İsrail’i tanıdığı aynı zamana denk gelmişti.
1964’e kadar olan dönemde Türkiye’nin Ortadoğu ve Filistin politikası Sovyet korkusu, Amerikancılık, bölge ülkelerini küçük görme gibi unsurların etkisinde kaldı. 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin Batı eksenli politikası ülke içinde de sorgulanmaya başlandı. Uluslararası arenada da yaşanan gelişmeler sonrası Türkiye dış politikasında değişiklikler oldu. Türkiye Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerine daha fazla özen gösterdi ve İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. Bu değişimin en önemli göstergesi Türkiye’nin 1967 Savaşı sırasında ABD’nin İncirlik Üssü’nün İsrail’i desteklemek için kullanılmasına izin vermemesi ve Filistin’e ve Arap ülkelerine insani yardım faaliyetlerine aktif olarak yer almasıydı. İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgal ettiği 1967 savaşı sonrasında, İsrail askerlerinin Haram-ı Şerif avlusuna girerek Kubbetü’s Sahra’nın kubbesine İsrail bayrağı dikme girişimleri, dönemin Kudüs Başkonsolosu tarafından önlenmişti. 1969’da Mesicid-i Aksa’nın yakılması üzerine Filistin konusunda Arap ve Müslüman ülkeleriyle yakınlaşmasını artırdı.
1973 Savaşı sırasında da Türkiye benzeri politikasını sürdürdü. Ülkedeki NATO üslerinin ABD tarafından İsrail’e yardım etmek için kullanılmayacağını duyuran Türkiye, Sovyetler Birliği’nin hava sahasını kullanarak Mısır ve Suriye’ye silah ve malzeme sevkiyatında bulunmasına izin vermişti. Türkiye ayrıca, 1960’lı yıllardan başlayarak BM’lerde (Filistin Sorunu konusunda) yapılan oylamalarda daima Araplarla birlikte oy kullanmıştı. Türkiye’nin olumlu oy kullandığı BM kararları arasında 1975 yılında BM Genel Kurulunda (72 olumlu, 35 olumsuz ve 32 çekimser oyla) kabul edilen Siyonizmi ırkçılık olarak kabul eden 3379 sayılı karar da bulunmaktaydı.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile 1975 yılından itibaren resmi ilişkilerini sürdüren Türkiye, 15 Kasım 1978’de sürgünde ilan edilen Filistin Devleti’ni ilk gün tanıyan ülkeler arasında yer aldı. Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit tarafından o dönem batılı devletler tarafından terör örgütü olarak kabul edilen FKÖ’nün bürosunun Türkiye’de açılması konusunda önergesi birçok tepkiye rağmen bakanlar kurulunda kabul edildi. Böylece Türkiye FKÖ’ye kucak açan ilk NATO ülkesi oldu. 5 Ekim 1979’da FKÖ lideri Yaser Arafat Türkiye’ye FKÖ bürosunu açtı. Türkiye’ye ilk kez ayak basan Arafat, Türkiye başbakanı Ecevit ile yüzyüze görüştü. Aralarında çok duygulu anlar yaşandı. Ecevit o dönem yaptığı açıklamada: “Türkiye, Filistin halkının, kendi devletini kurma hakkı dahil tüm meşru haklarını kazanma mücadelesini sonuna kadar desteklemek kararındadır” dedi.
1980 sonrasında Türkiye’nin Filistin Sorunu’na yaklaşımını askeri darbe sonrası yalnızlık ve ekonomik sorunlar gibi unsurlar etkiledi. Fakat 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek, birleşik Kudüs şehrini İsrail’in “bölünmez ve ebedi” başkenti ilan etmesiyle Türkiye, bu emrivakileri tanımayacağını, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirterek, Tel Aviv’deki maslahatgüzarını geri çektiğini ve İsrail’le diplomatik ilişkilerini en alt düzeye indirildiğini açıkladı. 1990 Madrid Konferansı, Oslo Süreci ve 1993 Oslo anlaşmaları ile Türkiye-İsrail ilişkileri “normalleşme” eğilimine girdi.
2000’li yıllar sonrası Türkiye Filistin-İsrail Sorunu’nun çözümü için aktif rol oynadı. İki taraf nezdindeki ağırlığını kullanarak bölgede barışın sağlanması için tüm çabayı sarfetti. Fakat 2007 sonrası İsrail’in verdiği vaatlerine yerine getirmemesi, Filistin’e saldırılar düzenlemesi, Filistinlilere şiddet uygulaması ve Gazze’yi ablukaya alması Türkiye’yi bu konuda tavır almaya itti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2009’da Davos’taki “One Minute” çıkışı ve 2010 yılında Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara saldırısı İsrail’in iki yüzlülüğünü tüm dünyaya gösterdi. Böylece Türkiye-İsrail ilişkileri bir “krizler dönemine” girdi.
Tarihi, coğrafi ve kültürel nedenlerle Türkiye’nin Filistin-İsrail Sorunu’na yabancı kalması mümkün değildir ve hiçbir zaman da ilgisiz kalmayacaktır. Türkiye, TİKA, Türk Kızılay’ı, AFAD gibi resmi kurumlarının yanı sıra onlarca sivil toplum örgütü bütün engellemelere rağmen Filistin halkına yardım etmeye devam etmektedir. ABD Başkanı Trump ve Netanyahu’nun kendi siyasi geleceklerini kurtarmak için uluslararası hukuk ve BM kararları’nın yanı sıra tarihi ve dini realiteye aykırı olarak “Yüzyılın Anlaşması” ilanını Türkiye asla kabul etmeyecektir. “Yüzyılın ittifakı, Filistinlilerin haklarını yok sayma ve İsrail’in işgalini meşrulaştırma planıdır. Kudüs’ün İsrail’e verilme planı asla kabul edilemez” diyen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Mescid-i Aksa’nın mahremiyetini koruyamazsak, yarın kem gözlerin Kabe’ye çevrilmesini engelleyemeyiz. Bunun için Kudüs kırmızı çizgimizdir” dedi.
Kaynak: İstiklal Haber Sitesi
Henüz yorum yapılmamış.