Mustafa Özel'in kaleminden: Zaman çalma hastalığı
Follow @dusuncemektebi2
Mahalledeki herkes Duman Adamlar’ın ağına düşmeye başlamıştı, Beppo ile Gigi bile. Tek pes etmeyen Momo’ydu, çünkü zamanın “yaşamın kendisi olduğunu” kavramıştı ve “yaşamın yeri yürekti.” Momo, Duman Adamlar’la savaşı kazanabilecek miydi?
Yirmi yıl kadar önceydi. Genç bir akrabam ve eşi, enflasyonist ortamda eriyen birikimlerini “döviz yerine borsada değerlendirmeye” karar vermiş, birkaç kâğıt üzerinde karar kılmış, bana da ihtiyaten akıl sormaya gelmişlerdi. Eşi matematikçi, atılgan genç muhasebeciydi. Tasarruf bilinçleri yüksekti; ek işler de yaparak “sıradanlığı aşmaya” çalışıyorlardı. Borsa endeksinin zirveye yaklaştığı bir dönem olduğundan, caydırmaya çalıştım, başaramadım. “Komşuları Dilek Hanımlar, servetlerini bir yılda ikiye katlamışlardı!”
O zamanki “milyarlı rakamlar” tam aklımda değil, anlaşılması için bugünkü değerlerle anlatayım: Diyelim ki dolar 2 lirayken, Fırat Bey ile Selma Hanım 40 bin dolar bozdurup 80 bin lira ile beş altı kâğıt (hisse senedi) aldılar. Kâğıtlarının değeri ilk aylarda biraz yükseldi, sonra hızla düşmeye başladı. Takriben iki yıl sonra tekrar geldiler. Yüzleri solgun, nefesleri kısıktı. Borsaya yatırdıkları 80 bin, 40 bin liraya gerilemiş; bu arada dolar kuru 4 liraya yükselmişti. Delikanlı, “%50 zarardayız” dedi; “birikimlerimizin yarısı eridi.” Eşi daha dertliydi: “%50 TL bazında kaybettik; oysa dolar bazında kaybımız %75.” Doğru ya, eldeki 40 bin lira artık 10 bin dolar ediyordu!
Paradan çok, uğradığı zaman kaybına hayıflanıyordu Selma Hanım. “Ne sınava hazırlanan kızıma yeterli zaman ayırabildim; ne Fatma Hocahanım’ın kırık meal dersine devam edebildim. Üç kuruş fazla biriktirelim de, çocuklarımız ileride rahat etsinler istedim. Hepsi eriyip gitti.” Eriyen para değildi yani, çocuktan ve meal dersinden çalınan zamandı!
Peki, nereye gitmişti bu çalınan zaman? Momo yazarına inanacak olursak, duman adamların kurduğu Zaman Tasarruf Şirketi’ne…
Tanpınar, Veblen ve Keynes
Selma Hanım iki yılda 40 bin lira yahut 30 bin dolar kaybetmişti. Paranın kaynağı, lise öğrencilerine evinde verdiği derslerdi. Tam 600 saatlik emeği boşa gitmişti. Tanpınar, konuşmamıza kulak misafiri olsa, endişe etmeyin, medeniyet işte böyle ilerliyor, derdi. Gölgesi Halit Ayarcı’yı hatırlayın: “Terakki saatin tekâmülüyle başlar. İnsanlar saatlerini ceplerinde gezdirdikleri, onu güneşten ayırdıkları zaman medeniyet en büyük adımını attı. Tabiattan koptu. Müstakil bir zamanı saymaya başladı.” Ne uğruna? “İş için. İnsan, her şeyden önce iştir, iş ise zamandır.” (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
Marx daha 19. yüzyıl ortalarında, tabiattan koparılıp mekanik bir aletin içine sıkıştırılan zamanın önemli bir kısmına kapitalist sınıfın iş yerinde el koyduğunu, emekçilerin günün birinde ayaklanarak gasbedilen zamanlarını geriye alacaklarını yazıyordu. Alamamış olacaklar ki, Michael Ende 20. yüzyıl sonlarında “çocuklar için” Momo’yu yazdı. Tabii, Küçük Prens veya Şeker Portakalı ne kadar çocuk kitabı iseler, Momo da o kadar. Medeniyetin attığı büyük ve tekinsiz adımların mahiyetini bunlar kadar iyi anlatabilen toplumbilim kitapları var mıdır? Boşuna, çocuktan al haberi dememişiz!
Momo’nun mesajının iyi anlaşılabilmesi için, modern iktisatın delisi Veblen ile velîsi Keynes’i birazcık tanımamız gerekiyor. Birincisi “aylak sınıf”, “gösteriş tüketimi”, “sabotaj” gibi ifadeleri iktisat kuramına soktu; ikincisi ise “hayvan ruhlar”ı. Veblen 1904 yılında şu önemli tespiti yapıyordu: Eski kapitalizmde mal ticareti, yeni kapitalizmde ise sermaye ticareti yapılmaktadır. Büyüyen işletmelerde sermaye sahipliği ile şirket yönetimi birbirinden kopmakta, “şirket sahibi” işinin başından uzaklaşmaktadır (absentee owner). Kapitalist için önemli mesele “kârlılık” olduğundan, gerektiğinde üretim sürecini sabote etmekte; sanayi organizasyonunun hakiki üretkenliğini baltalamaktadır. Finansal piyasaların genişlemesi, işinin başında olmayan kapitaliste muazzam bir hâkimiyet sağlamakta; oradan aldığı güçle sanayi cemaatinin (mühendisler+ işçiler) canına okumaktadır.
Sırtını finansa dayayan kapitaliste son kertede bu gücü veren kimdir? Veblen’e göre, Selma ve Dilek Hanımlar. Yani, sıradan olmadığını düşünen “sıradan insanlar”. Bunlar bir hisse senedi aldıkları zaman, o şirketi inceleyip, nasıl bir işletmeye “ortak” olduklarını bilerek davranmış olsalar, mesele yok. Fakat alımlar herhangi bir somut gerçeğe göre değil, borsada oynayan insanların beklenti ortalamasına göre yapılır. Yani beraberce boşluğa oynanır.
Keynes ise projektörü sıradan insanlardan piyasa kurtlarına çevirdi. İktisat kuramının merkezine bilim tarihinin en aşağılayıcı kavramını yerleştirdi: animal spirits. Hayvan ruhlar, hayvan herifler! Kendisi de selefi Ricardo gibi borsadan milyonlar kazanmış İngiliz lordu, kimseyi aşağılama peşinde değildi, tabii. Sadece, finans piyasalarının büyük oyuncularının, yatırım kararlarını incelikli formüllere bağlanan hesaplamalara dayanarak değil, hayvansal içgüdülerine göre verdiklerini söylüyordu. Bir nevi kumar.
Bana Veblen’i en iyi anlatan, romancı John Dos Passos oldu (Büyük Para), Keynes’i ise Don DeLillo (Kozmopolis). Bu ikincisinde, büyük bir finans işletmesinin yöneticisi olan Eric Shiner, Japon yen’ine oynamıştı büyük miktarda. “Boşluğa spekülasyon” yapmıştı. Modern durumu kavramak istiyorsanız, boşluk kelimesini her anlamıyla önemseyin. Ömer Bolat hatırlar: MÜSİAD heyetiyle Dubai’yi dolaştığımızda, bütün o yüksek iş ve finans kuleleri bize dışarıdan bomboş gözükmüştü. İşte yıllar sonra DeLillo’dan okuduklarım:
“Caddenin hemen ötesinde heyula gibi banka kuleleri yükseliyordu. Boş gibi görünüyorlardı. Bunlar geleceği hızlandırmak için tasarlanmış, boşaltılmış, son yüksek şeyler olarak yapılmışlardı. Dış dünyanın sonuydular. Burada değildiler tam olarak. Gelecekteydiler; coğrafyanın, elle tutulur paranın, onu yığan ve sayan insanların ötesinde bir zamandaydılar.”
Oyunbozan cahil kız
Gelelim çocuk romanımıza. Bir amfitiyatro kalıntısının köşesini, çevredeki iyi insanların yardımıyla kendine barınak yapan 12 yaşındaki (!) kız çocuğu Momo, ne anne babasını bilmektedir, ne de geldiği yeri. Uzaklardan gelmiştir ve ne zaman doğdun sorusuna, hatırladığım kadarıyla
ben hep vardım cevabını vermektedir. Gerçek yaşı 8 de olabilir, 12 de; çıplak ayakları kapkaradır. Seni bir yuvaya yerleştirelim, orada yatar, yemek yer, okuma yazmayı ve sayı saymayı öğrenirsin, derler. Demir pencereli böyle bir yere daha önce gitmiş ve sürekli dayağa isyan ederek kaçmıştır. Ben kendime bakarım, diyor. Masum duruşu dışında galiba tek marifeti iyi bir dinleyici olmaktır.
Momo gelince, mahalledeki çocuklara neşe gelmiş, can sıkıntısı ortadan kalkmıştı. Momo bir oyuna katılınca, nedendir bilinmez, çocukların aklına değişik oyunlar geliyordu. Oynadıkları tiyatroyu bazen bir gemi gibi tahayyül edip, denizlere açılıyor, türlü türlü serüvenler yaşıyordular. Çocuklar artık bir konuda hemfikirdi: Momo’nun yanında oynanan oyunlar başka hiçbir yerde oynanamaz!
Momo’nun büyüklerden de iki yakın dostu vardı: çöpçü Beppo ile rehber Gigi. Beppo’yu başkaları akılsız sayardı, çünkü bazı sorulara sadece gülümser, bazılarına cevap vermek içinse çook uzun düşünürdü. “Yalnızca Momo, Beppo’dan cevap alabilmek için uzun süre beklemesi gerektiğini bilir ve onun sözlerini rahatlıkla anlardı.” Beppo’nun derdi, sorulara yanlış cevap verme ihtimaliydi; ona göre “dünyadaki bütün anlaşmazlıklar kasıtlı ya da kasıtsız, aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyordu.”
Turist rehberi Gigi, Beppo’nun tam tersiydi. Tam bir çenebaz. Dolaştırdığı turistlere kendi uydurduğu olayları, isimleri, tarihleri sıralar, kafalarını dağıtırdı. Kimileri Gigi’nin yaptıklarına güler, kimileri de böyle uydurma hikâyelerle insanların parasını almanın doğru olmadığını söylerdi. “Ama bütün şairlerin yaptığı da bu” derdi Gigi. “Tarih kitaplarında yazılanların hepsinin doğru olduğu ne malum, belki de uydurmadır, ne biliyoruz?”
Tek emeli zengin ve ünlü olmaktı. Başaracağına da inanıyordu. Fakat, sıkı çalışmaya pek gelmediğinden, bunu nasıl yapacağını pek de bilemiyordu. “Zengin olmak marifet değil,” diyordu Momo’ya, “her isteyen zengin olabilir. Birazcık zenginlik için hayatlarını ve ruhlarını satanlara bir baksana, ne hâle gelmişler! Yok. Ben onlar gibi olmak istemem. Varsın bazen cebimde kahve param olmasın; yeter ki hep aynı Gigi kalayım!”
Duman Adamlar sahnede
Ama ne yazık ki, değişmeyen tek şey değişimdir, diyordu âkil adamlarımız. Ne Beppo ne de Gigi kendileri kalabilirdi. Zaman onlara uymazsa, onlar zamana uyacaktı. Duman Adamlar, insanları zamana uydurarak zamanlarını çalan tuhaf yaratıklardı. Marifetlerini anlayabilmek için şu Berber Fusi olayına bakalım:
Fusi pek ünlü biri değilse de, mahallesinde iyi tanınıyordu. Ne zengin ne yoksuldu. Hayatının boşuna geçip gittiğini düşünmeye başladı bir gün. “Makas şakırtısı, sabun köpüğü ve gevezelik. Varlığımdan ne anlıyorum? Bir gün gelecek ve sanki hiç yaşamamış gibi ölüp gideceğim. Kimim ben? Küçük bir berber. Ola ola bunu oldum. Doğru dürüst bir yaşamım olsaydı, bambaşka bir insan olurdum!” Sıradan adam olmak istemiyordu Fusi, fakat “doğru dürüst bir adam” olmanın yolunu da bilmiyordu. “Adam gibi yaşamak için bol zaman lazım” diyordu.
Tam o anda şık bir araba berber dükkânının önünde durdu ve duman renkli bir adam, kurşun renkli çantasıyla dükkâna girdi. “Zaman Tasarruf Şirketi’nden geliyorum. Temsilci numaram XYQ/384/b. Bizde bir tasarruf hesabı açacağınızı öğrendik.” Fusi şaşkındı. Hakkında her şeyi biliyordu temsilci. “Vakit bulsanız, iyi bir insan olacaksınız. Demek ki bütün aradığınız, zaman. Nasıl elde edeceksiniz? Tabii, tasarruf ederek!” Bay Temsilci hemen bir hesap çıkardı: Bir günde 24 saat çarpı 60 dk çarpı 60 sn eşittir 86.400 saniye var. Yılda 31.536.000 saniye yapar. Yetmiş yıl yaşasak 2.207.520.000 saniye eder. “İşte Bay Fusi, elinizdeki bütün sermaye bundan ibaret.”
Peki, sevgili berberimiz güzelim sermayesini iyi kullanmış mı, iyi kullanıyor mu? Ne gezer! Şu ana kadarki 42 senede her gün 8 saat uyku, 8 saat çalışma, her biri 441.504.000 saniye kayıp. İki saat yeme içme, toplamda 110.376.000 saniye ziyan. Yaşlı ve sağır annesine her gün bir saat vakit ayırıyor. “Sizi duymadığı hâlde oturup onunla konuşuyorsunuz. Bu, boşa harcanmış bir zamandır; 55.188.000 saniye.” Bir o kadar da, anne sakat olduğundan yapılamayan alışveriş işlerini yaparken boşa harcanıyor. Muhabbet kuşuna her gün çeyrek saat, o da boşa giden 13.797.000 saniye. Haftada bir gün sinemaya, bir gün şan topluluğuna gidiliyor; iki defa da derneğe uğranıyor. “Hatta bazen kitap bile okuyorsunuz. Vaktinizi yararsız şeylerle öldürüyorsunuz, hem de üç saat. Bu eder 165.564.000 saniye.”
Bay Temsilci, berberin derin sırrını da keşfetmiştir: Her gün kötürüm Daria’ya çiçek götürüp onunla yarım saat konuşmaktadır. Kayıp tam 27.194.000 saniye. Üstüne üstlük, bir de akşam bir çeyrek saat kadar pencere önünde dikilip günün olaylarını düşünmektedir, gitti 13.797.000 saniye daha. İşte bütün bu hesapsız davranışlardan sonra Berber Fusi’nin toplam kayıp zamanı tam tamına 1.324.512.000 saniye. Peki, 42 yaşındaki berberimizin bugüne kadarki tasarrufu ne kadardır acaba? Bir yılda 31.536.000 saniye olduğunu hesaplamıştık; çarpı 42 = 1.324.512.000 saniye. Tasarruf sıfır!
Bay Fusi’nin hemen tasarrufa başlaması lazım, pek tabii. Örneğin, diyor, Bay Temsilci, geçen 20 yıl boyunca her gün bir saat zaman tasarruf edilmiş olsaydı, bugün elinizde tam 26.280.000 saniyelik bir birikim olacaktı. İki saatlik tasarruf ile bu rakam 52.560.000 saniyeye çıkardı. “Düşünün Bay Fusi, bu sayının karşısında iki pespaye saatin ne kıymeti olur?” Hiç! Şimdi, bundan sonraki 20 yıl boyunca aynı tasarrufu yapsa, 60. yaş gününde tam 105.120.000 saniye emrine amade olacaktır!
Zaman Tasarruf Şirketi, tasarruf edilen zamanı saklamakla yetinmiyor, faiz de ödüyor. Tasarruf edilen zaman beş yıldan önce geri alınmazsa, şirket bir kat fazlasını ödüyor. Böylece sermayemiz her 5 yılda iki katına çıkıyor, 10 yıl sonra dört katına, 15 yıl sonra sekiz katına... “Siz eğer yirmi yıl önce zaman tasarrufuna başlamış olsaydınız, 62 yaşındayken birikiminiz 26.910.720.000 saniye ederdi.” (BES yani bireysel emeklilik sistemi Momo’dan araklanmış olmasın!)
Peki zaman nasıl tasarruf edilecektir? Daha hızlı çalışıp gereksiz şeyleri bir yana bırakarak! Her müşteriye yarım saat yerine 15 dk ayırmalı, zaman alan sohbetlere son vermeli. “Annenizin yanında bir saat yerine yarım saat oturursunuz. En iyisi, onu bir huzurevine yatırın. O zaman bir saatinizi tasarruf etmiş olursunuz. Şu yararsız kuşu da defedin gitsin; Bayan Daria’yı da iki haftada bir görün. Hele değerli zamanınızı öyle şarkı söylemek, okumak ve dostlarınızla konuşmak gibi şeylerle ziyan etmeyin. Dükkânınıza doğru dürüst işleyen ve şaşmaz bir saat asın ki, çırağınızı daha iyi denetleyebilesiniz.” İyi de, dedi Bay Fusi, bütün bunları yaptıktan sonra, geri kalan zamanımda ne yapacağım? “Siz bunları dert etmeyin, zaten size fazla bir şey de kalmaz.”
Sonra o günkü ilk müşteri geldi. Bay Fusi onu asık bir yüzle karşıladı, hiç konuşmadı ve gerçekten de yarım saat yerine 20 dakikada tıraşı bitirdi. Sonra bütün müşterilerine böyle davranmaya başladı. “İşini bu şekilde yapması gerçi ona hiç zevk vermez olmuştu, ama bunu önemsemiyordu. Çırağının yanına iki çırak daha kattı, bir saniye bile boş kalmamalarını kolluyordu. Bütün işler planlanmış zamanlarında bitmeliydi.” Şöyle bir levha astı: Kazanılmış zaman iki misli artar!
Daria’ya mektup yazarak, vakit bulamadığı için artık ona gidemeyeceğini bildirdi. Annesini ucuz bir huzurevine yerleştirdi, kuşu da sattı. Gittikçe daha sinirli ve huzursuz oluyordu ve ne gariptir, tasarruf ettiği zamandan kendisine bir şey kalmıyordu. Kaybolup gidiyor ve ele geçmiyordu. Üzerine bir hastalık, bir tür delilik çökmüş gibiydi. “Ara sıra günlerin ne kadar çabuk geçtiğini korkuyla fark ettiği de oluyordu ve o anlarda tasarruf için dişini daha fazla sıkıyordu.”
Sadece berber Fusi değil, mahalledeki herkes Duman Adamlar’ın ağına düşmeye başlamıştı, Beppo ile Gigi bile. Tek pes etmeyen Momo’ydu, çünkü zamanın “yaşamın kendisi olduğunu” kavramıştı ve “yaşamın yeri yürekti.” Momo, Duman Adamlar’la savaşı kazanabilecek miydi? Mart’ta görelim.
Kaynak: Nihayet Degi / Şubat 2017
Henüz yorum yapılmamış.