Sosyal Medya

Akıncı neden sinir uçlarına oynuyor?

Doğu Akdeniz'deki hassas ortamda Akıncı'nın kendi iç siyasi hesaplarını ön planda tutarak hareket etmesi, uzlaşmacı duruşuna hiç yakışmadı. Ne Türkiye'nin ne de Kıbrıs Türk halkının tüm dünyayı karşılarına alarak yürüttükleri haklı mücadele, hiçbir siyasi polemiğe malzeme edilmemelidir.



Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçmiÅŸten bugüne kadar faaliyet gösteren sol partilerin, hareketlerin ve toplumsal örgütlenmelerin hiçbiri, adadaki mevcut durumu (statükoyu) nihai bir çözümün durağı olarak görmedi. Bu durumun birçok nedeni vardı. Belki bunlar arasında en önemli olanı, Kuzey’de kurulan Türk idarelerinin, 1967’lerden 2000’lere kadar saÄŸcı partiler tarafından yönetilmesiydi. Ancak sonradan iktidara gelen sol partiler ve cumhurbaÅŸkanları da eleÅŸtirdikleri düzenin dışına çıkmayı baÅŸaramadı.
 
Kıbrıs Türk siyaseti
 
SoÄŸuk SavaÅŸ Dönemi koÅŸulları, “Komünizmle Mücadele” ya da “Emperyalizmle Mücadele” ÅŸeklinde karşılık bulan toplumsal bölünmelere, tüm dünyada olduÄŸu gibi Kıbrıs’ta da ciddi bir ivme kazandırdı. 1948-1955 yılları arası dönemde, Türkiye’nin büyük ÅŸehirlerinde düzenlenen Kıbrıs mitinglerinde, “Kıbrıs Kızıl/Komünist Olamaz” sloganı ve pankartları sıkça göze çarpıyordu. Türkiye’nin, Sovyetler BirliÄŸi’ne karşı Batı Kampı’nda yer alması ve NATO’ya üye olması gibi komünizm karşıtı geliÅŸmeler, ister istemez hem Kıbrıs Türk siyasetini, hem de Türkiye’nin Kıbrıs siyasetini ÅŸekillendirdi.
 
Genelleyici söylem
 
Benzer biçimde, Kıbrıs’ta kendisine komünizmi rehber edinen siyasi veya diÄŸer toplumsal örgütlenmeler, “öteki” üzerinden genelleyici bir söylem üretmekten geri durmadı. Böylece Kıbrıs Türk siyasi hayatı, tüm dünyada olduÄŸu gibi ideolojik iki kampa bölündü. Her iki kesim de “öteki” üzerinden ürettikleri tanımlamalar, yaftalamalar ve damgalamalar yoluyla, kendi kitlelerini hızlı bir ÅŸekilde inÅŸa etti. Bu ayrışma en çok Enosis taraftarı Rumların iÅŸine yaradı.
 
Kıbrıs Türkleri için, 1878 yılından itibaren en büyük tehlike, Kıbrıs’ın Yunanistan’a baÄŸlanması yani Enosis’ti. Enosis’e karşı mücadele, adadaki Türk toplumunun ortak kaygısıydı. Zira hiçbir Kıbrıs Türkü, adanın Yunanistan’a baÄŸlanmasına, adadaki Türk varlığının yok edilmesine veya azınlık durumuna düÅŸürülmesine ya da asimilasyona uÄŸramasına razı deÄŸildi. Peki, Rumların bitip tükenmeyen Enosis arzuları nasıl durdurulacaktı? Ä°ÅŸte derin ayrışma bu soruyla gün yüzüne çıkıyordu. Solcular, Rumlarla ortak bir devlet kurulmasını, buna karşın SaÄŸcılar ise adada iki ayrı devletin var olmasını yani adanın Taksim edilmesini savunuyorlardı. Acil bir çözüm gerekliydi. 1955-58 yılları arasında baÅŸlayan ÅŸiddet eylemleri Kıbrıs Türklerinin 33 karma köyü terk etmesine yol açmıştı. 1960 yılında Kıbrıs Türkleri ve Rumları arasında ortaklık temeline dayandırılan uluslararası antlaÅŸmalar uyarınca “Kıbrıs Cumhuriyeti” kuruldu. BaÅŸpiskopos Makarios’un CumhurbaÅŸkanı olduÄŸu bu devlet, fazla uzun ömürlü olmadı. 1963 yılının sonunda yıkıldı. Kıbrıs antlaÅŸmalarını, Enosis’e ihanet ve Rum toplumuna zorla kabul ettirilen bir metin olarak gören Makarios, kısa zamanda bu devleti Rum devletine dönüÅŸtürdü. Ardından, Kıbrıs Türklerine 11 yıl sürecek bir cehennem hayatı yaÅŸattı. Ancak bu devletin yıkıldığını sadece Türkiye kabul etti.
 
Türkiye’nin desteÄŸi
 
Zorunlu göçler, yaÅŸam olanakları ve güvenlik gibi nedenlerden dolayı Kıbrıs Türkleri adanın kuzeyinde kümelenmeye mecbur kaldı. Türkiye dışında hiçbir devlet, Kıbrıs Türklerinin başına gelen trajediyle ilgilenmedi.
 
Kıbrıs Türkleri ise bütün bu baskıları, Türkiye ile sıkı iliÅŸkiler kurmak, iç örgütlenmelerini saÄŸlamlaÅŸtırmak ve direniÅŸ güçlerini artırmak suretiyle göÄŸüsledi. Rum tarafı, ekonomik ve sosyal baskılar yoluyla, Kıbrıs Türklerinin eÅŸit siyasi hak talebinden vazgeçip, azınlık haklarına razı olmasını saÄŸlamayı planlıyordu. Türkiye’nin desteÄŸi ile Kıbrıs Türklerinin vatanlarına korkusuzca tutunma kararlılıkları, Rumların arzu ettiÄŸi rızanın oluÅŸmasını engelledi. Kıbrıs Türklerine yönelik ekonomik ve sosyal baskılar neticesinde yıldırma; tedhiÅŸ hareketleri neticesinde de direniÅŸini kırma politikaları sonuç vermeyince, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanlı subaylar Kıbrıs’ta darbe yaparak adayı Yunanistan’a baÄŸlamak istediler. 20 Temmuz Barış Harekâtı ile Atina’nın bu giriÅŸimi akim kaldı.
 
Kıbrıs Türk ve Rum solunun büyük kısmı, adada kurulan ortak devletin, Enosis ve Taksim taraftarlarınca yıkıldığını iddia ederler. Türk solu bu konuda doÄŸrudan Rauf DenktaÅŸ’ı ve Rum saldırılarına karşı Türk direniÅŸini örgütleyen Türk Mukavemet TeÅŸkilatı’nı (TMT) suçlar. Bunun yanında DenktaÅŸ ve TMT’ye destek veren Ankara’daki asker ve sivil bürokrasi de eleÅŸtirilerden fazlasıyla payını alır. Buna göre DenktaÅŸ ve TMT, Rum ve Türkleri birbirine düÅŸman etmek ve adada iki devletin oluÅŸmasını saÄŸlamak için elinden geleni ardına koymamıştır. DenktaÅŸ’a göre ise ortaklık devletinin yıkılmasının ve ardından Türklere yöneltilen tedhiÅŸin yegâne sorumlusu, Enosis’in yılmaz savunucusu Makarios ve onun yandaÅŸlarıdır. DenktaÅŸ, kendisine yukarıdaki suçlamaları yöneltenleri, 1963-74 arası olayları ısrarla görmek istemeyen, “Rum’un siyasetine alet olmuÅŸ kiÅŸiler” olarak itham eder. Bu karşılıklı suçlamalar, DenktaÅŸ’ın iktidarı boyunca hararetli bir ÅŸekilde devam etti. Zamanla Kıbrıs Türk solu, DenktaÅŸ’ı çözümsüzlüÄŸün sembolü olarak gördü. Kendileri de “Rumcu” olmakla damgalandı.
 
UzlaÅŸmaz taraf kim?
 
KüreselleÅŸmenin artan gücüyle yayılan demokrasi ve insan hakları söylemi ile Avrupa BirliÄŸi’nin sunduÄŸu ekonomik ve siyasal fırsatlar, Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004’te yapılan Annan Planı referandumuna, Kıbrıslı Türklerin yüzde 65 ile “evet” oyu vermesinin yolunu açtı. Rumlar ise plana yüzde 76 “hayır” diyerek karşılık verdi. Ancak bu durum, Rumların tüm Kıbrıs’ı temsilen 1 Mayıs 2004’de Avrupa BirliÄŸi’ne katılmasını engellemedi. Günümüz itibariyle adada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adında iki devlet bulunuyor. Güney Kıbrıs’ı “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla Türkiye dışında tüm dünya tanıyor ve bu devlet AB üyesi. KKTC’yi ise Türkiye dışında hiçbir ülke tanımıyor. ÇözümsüzlüÄŸün ana nedeninin, DenktaÅŸ ve Ankara olduÄŸu tezi Annan Planı ile çürüdü. UzlaÅŸmaz tarafın Rumlar olduÄŸu görüldü. Güney Kıbrıs’ın en büyük partisi, Komünist AKEL bile referandumda “hayır” dedi. Böylece bir kez daha Kıbrıs Rum solunun, çözüm için samimi olup olmadığı tartışmaya açıldı.
 
CumhurbaÅŸkanı Akıncı, kamplaÅŸmanın, parçalanmanın ve bölünmenin çift taraflı yaÅŸandığı ortamda yetiÅŸen bir siyasetçidir. Gençlik yıllarından itibaren sol siyaseti savunur. 1976’da LefkoÅŸa Belediye baÅŸkanı seçildi ve 1990 yılına kadar bu görevde kaldı. Sonraki yıllarda parti baÅŸkanlığı, milletvekilliÄŸi, bakanlık ve baÅŸbakan yardımcılığı yaptı. 2015 yılındaki seçimi kazanarak, CumhurbaÅŸkanı oldu. Bu makama sol görüÅŸten gelen ikinci kiÅŸiydi. Bu yüzden Kuzey Kıbrıs’ta statüko sarsıldı, büyü bozuldu diyenler oldu. Akıncı, çözüm odaklı bir siyaset izleyeceÄŸine dair halka söz verdi. Ancak ÅŸimdiye kadar iki saÄŸdan, iki soldan CumhurbaÅŸkanı gören, Annan Planı’nda yaÅŸadığı travmanın ÅŸiddetinden çözüme olan inancını büyük ölçüde yitiren Kıbrıs Türk halkının büyük kısmı Akıncı’nın çözüm vaadine pek bel baÄŸlamadı. DiÄŸer aday DerviÅŸ EroÄŸlu’na tepkilerinden dolayı, daha dürüst gördükleri Akıncı’yı tercih ettiler.
 
Akıncı iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eÅŸitliÄŸe dayalı bir federasyonun adada kalıcı barışı saÄŸlayacağına inanıyordu. Rum kesimi de bu çözüme sıcak bakıyordu. Ama sadece bakıyordu! Gerçekte, iktidarı Türklerle paylaÅŸma niyetinde olmadıkları belliydi. Ellerindeki AB kozunu sonuna kadar oynayarak, Kıbrıs Türklerini kendilerine siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda daha muhtaç hale getirme niyeti taşıdıkları açıktı. Bu düÅŸünceye göre, Kıbrıs Türkleri dünyayla entegre olmak amacıyla AB’nin cazibesine kapılıp eninde sonunda Güney Kıbrıs’ı tercih edeceklerdi. Aksi halde dünyadan izole olmaya ve dışlanmaya devam edeceklerdi. Bu varsayıma göre çözümsüzlüÄŸün süresinin uzamasının yaratacağı psikoloji, Kıbrıs Türklerini KKTC ve Türkiye’ye karşı kışkırtacaktır. Çünkü statükonun psikolojik yükü her geçen gün ağırlaÅŸmaktadır.
 
GeçmiÅŸte olduÄŸu gibi günümüzde de Kıbrıs Türkleri için vazgeçilmez iki husus vardır: Kıbrıs Türk kimliÄŸinin korunması ve bağımsızlık. Bu iki unsura yöneltilen her tehdit, nereden gelirse gelsin, toplumun kızgınlığına ve tepkisine yol açmaktadır. Fakat bu vaziyet “Türkiye karşıtlığı veya düÅŸmanlığı” ÅŸeklinde asla yorumlanmamalıdır. Bir defa, çözümsüzlük, kimlik bunalımı, iÅŸsizlik, evsizlik, azgeliÅŸmiÅŸlik, göç, partizanlık ve belirsizlik gibi ağır koÅŸullar, Kıbrıs Türklerinde biriken kızgınlıklara yol açmaktadır. Türkiye’nin maddi ve manevi desteÄŸini gayet iyi biliyorlar ama kendi mücadelelerinin görmezden gelinmesinden de nefret ediyorlar. Her itirazlarına, ÅŸikâyetlerine ve serzeniÅŸlerine, çözüm olarak 1963-1974 arası dönemin zorluklarının anlatılmasından ve Türkiye’nin yardımlarının her daim hatırlatılmasından bir hayli rahatsızlık duyuyorlar. Bu psikolojinin farkında olarak hareket etmek gerekiyor.
 
KKTC’de hükümetlerin bir türlü üstesinden gelemediÄŸi ve düzeltemediÄŸi ciddi yönetsel sorunlar bulunmaktadır. SaÄŸlık, eÄŸitim ve ulaşım baÅŸlı başına büyük bir sorun. Kamuda partizanlık ve adam kayırma had safhada. Maalesef bu yönetme güçlüÄŸü, hükümetler tarafından genellikle Ankara’ya mal ediliyor. Hal böyle olunca halk nazarında Ankara’ya karşı bir öfke birikmesi oluÅŸuyor. Bu durum karşısında doÄŸal olarak hükümetlerinin ve devlet baÅŸkanlarının Ankara’ya “teslim” olmamasını istiyorlar. Bu durumun da iyi okunması faydalı sonuçlar doÄŸurabilir.
 
Manasız gerilim
 
Mustafa Akıncı seçim kampanyasında, “dört boyutlu siyaset” sloganını kullandı. Bu siyasetin içerisinde: ‘çözüm odaklı siyaset’, ‘ülke sorunlarına duyarlılık’, ‘Türkiye ile kiÅŸilikli ve karşılıklı saygıya dayalı iliÅŸki’ ve ‘tarafsız ve bağımsız CumhurbaÅŸkanlığı’ yer alıyordu. Kabul etmek gerekiyor ki temiz ve dürüst bir siyasetçi olarak kabul gören Akıncı, vaat ettiÄŸi dört boyutlu siyasetini gerçekleÅŸtirmede baÅŸarısız oldu. Çözüme iliÅŸkin görüÅŸmelerde herhangi bir ilerleme saÄŸlanamadı. Federasyon tezinden yeÅŸil ışık alamayınca, AB çatısı altında iki devlet formülünü dillendirdi. Yine de barışa ve çözüme dair bir umut ışığı doÄŸmadı. Ülke sorunlarının çözümü konusunda diÅŸe dokunur bir geliÅŸme yaÅŸanmadı. Hükümetlerle uyumlu bir birliktelik sergileyemedi. Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı bir iliÅŸki inÅŸa edemediÄŸi gibi var olanı da neredeyse rayından çıkardı.
 
Yoktan yere Türkiye ile manasız bir gerilim yaÅŸadı. Yanlış anlaşılmalara mahal verecek ÅŸekilde Ä°ngiliz The Guardian gazetesine verdiÄŸi demeçte, “Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye baÄŸlanmasının korkunç olacağı” ve devam eden süreçte “Kıbrıs Türk´tür Türk kalacaktır’ siyaseti 1950’lerin sloganıdır. Gerçek durumla iliÅŸkisi yoktur” ÅŸeklindeki açıklamaları haklı olarak tepki çekti. Hâlbuki bu anlamsız polemikler yerine, Türkiye ile daha sıkı iÅŸbirliÄŸine gidebilir ve Türk kamuoyunun, Kıbrıs Türk soluna yönelik algısını deÄŸiÅŸtirebilirdi. Belki daha da önemlisi, Türkiye’nin Kıbrıs politikasında ya da mekanizmalarında gördüÄŸü yanlışları düzeltmek için çaba harcayabilir; adadaki toplumsal refahın yükseltilmesine katkı sunabilirdi. Eski CumhurbaÅŸkanı Mehmet Ali Talat, ÅŸüphesiz bu konuda iyi bir örnektir. Talat ne teslimiyetçiydi, ne de çatışmacı. Yeri geldiÄŸinde o da Türkiye’ye yapıcı eleÅŸtiriler yöneltiyordu. Ama Talat, Akıncı gibi çatışmadan beslenen bir üslup benimsemeden, Türkiye karşıtlığı olgusunu topluma enjekte etmeden, müzakere yoluyla bir uzlaşı zemini arıyordu.
 
Haklı mücadele
 
Akıncı, kurt bir siyasetçi olarak, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs Türklerinin sinir uçlarını çok iyi biliyor ve kendi siyasi kaygıları uÄŸruna, yeri geldiÄŸinde bu sinir uçlarına dokunmaktan geri durmuyor. Bu doÄŸrultuda, Kıbrıs Türklerinde biriken öfkeyi, siyasi bir malzeme haline getirip 26 Nisan 2020’deki seçimlerde kullanmak istiyor. Bu çerçevede, Türkiye ile Kıbrıs Türklerini karşı karşıya getirecek ve kendisine oy olarak geri dönecek polemikler üretilmesine müsaade ediyor. DoÄŸu Akdeniz ve OrtadoÄŸu’daki böylesine hassas bir ortamda Akıncı’nın kendi iç siyasi hesaplarını ön planda tutarak hareket etmesi, kamu menfaatini önceleyen uzlaÅŸmacı duruÅŸuna hiç yakışmadı. Sonuç itibariyle ne Türkiye’nin ne de Kıbrıs Türk halkının tüm dünyayı karşılarına alarak yürüttükleri haklı mücadele, hiçbir siyasi polemiÄŸe malzeme edilmemelidir.
 
 
Müellif: Doç. Dr. Ä°smail Åžahin  (BANÜ Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölüm BaÅŸkanı) 
Kayanak: Açık GörüÅŸ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.