Taha Kılınç: Günümüzün Srebrenistası İdlib
Follow @dusuncemektebi2
Ve İdlib… “İnsan”ın tamamen kıymetsiz görüldüğü, her şeyin “kazanımlar” çerçevesinde değerlendirildiği bir coğrafyada, bombardımanlara ve dondurucu soğuğa direnmeye çalışan bir avuç gariban… İslâm dünyasının kaçamak bakışları altında, ölüme yürüyen masum çocuklar… Günümüzün Srebrenitsa’sına dönüşen bir bölgede, kimsenin görmek istemediği bir dram…
Halep’in Hân Tûmân bölgesi, İran destekli milis grupların saldırılarına maruz kaldı geçtiğimiz günlerde. Atılan füzeler çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesine yol açarken, söz konusu saldırıların “yanlışlıkla” veya “mecburen” değil, tamamen gönüllü ve keyfî olarak düzenlendiğini gösteren bazı videolar da ortaya çıktı. Bunlardan birinde, çaresiz sivilleri öldüreceği kesin olan -Rus yapımı- katyuşa füzelerinin üzerine “Kâsım Süleymanî” yazan bir milis görülüyordu. İşini yaparken de oldukça neşeliydi. Videoyu da zaten, bu neşeyi bütün dünyaya göstermek için kendileri paylaşmıştı. ABD tarafından 3 Ocak’ta Bağdat’ta öldürülen Kâsım Süleymanî’nin, Suriye’deki yıkımda oynadığı kritik role dair taze bir kanıttı bu da. Keza, birkaç gün önce muhalifler tarafından İdlib yakınlarında düşürülen helikopterde ölen rejim askerlerinden birinin de, Süleymanî ile diz dize fotoğrafı vardı.
İdlib’de, Beşşar Esed rejiminin kontrolüne giren bölgelerden de çok sayıda görüntü geldi. Bir videoda, bombardıman nedeniyle harabeye dönüşmüş bir caminin içinde gezinen rejim askerleri vardı kadrajda. Kürsüye çıkıp “bi’r-rûh bi’d-dem, nefdîke yâ Beşşâr” (Canımızla, kanımızla, yoluna fedayız ey Beşşâr) derken, onlar da çok neşeliydi. Aynı askerlerin, mezar taşlarını botlarıyla devirerek kabirleri deştiği videolar da bunlara eklendi sonra. Mezar taşlarındaki “lafz-ı celâl” bile tekme darbelerine maruz kalmıştı. “Beşinci Râşid Halife” Ömer bin Abdulazîz’in türbesi de aynı şekilde talan edilmişti, ay başında.
Tüm bunlar, “DAEŞ’le mücadele” kılıfıyla yürütülen savaşın, aslında hangi sâiklerle yapıldığını gösteriyor bize. Rusya destekli İran cephesinin sahadaki pratikleri, insan hayatına herhangi bir değerin verilmemesinin yanında, İslâm dünyasının önümüzdeki on yıllarını ipotek altına alacak çok tehlikeli bir mezhepçilik fitnesinin tutuşmasına yol açıyor. Bunu ifade etmek bile bizde “mezhepçi yorum / mezhepçi bakış” suçlamalarına sebep oluyor, ilginç bir şekilde. Oysa, karşı tarafın hiç gizlemediği, üstelik övünçle sergilediği bir manzara bu. Savunmasız ve suçsuz sivilleri, neşe içinde ve gözünü bile kırpmadan, “Kâsım Süleymanî adına” vuran soğukkanlı bir canavarlıktan söz ediyoruz.
(İsrail, kendisinin işgal politikalarını eleştirenleri, sıklıkla “Antisemitizm” yapmakla suçlar. Hatta, “Antisemitizm”in resmen suç olduğu ülkeler bile mevcuttur. Şaşırtıcı bir benzerlik, İran’a yönelik eleştirilerin “mezhepçilik” olarak yaftalanmasında da görülür. Açık yanlışları ve suçları bile dile getirmenize fırsat vermezler, hemen “Mezhepçiler”, “Siyasal İslâmcılar”, “Amerikancılar” gibi suçlamalar arka arkaya dizilir.)
***
Ortadoğu manzarasına Türkiye penceresinden bakan insanlar olarak, aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken temel gerçeklik şu:
ABD, Rusya, İsrail, İran, Suudi Arabistan, İngiltere, Fransa… Hangi ülke olursa olsun, hepsinin de Ortadoğu coğrafyasındaki hedefi, kendi çıkarlarını ve kazanımlarını muhafaza etmektir. Politikalarını buna göre oluştururlar, istihbaratları ve askerî organizasyonları bu hedefe kilitlenmiştir. Yüze gülmeleri de, yaklaşıp uzaklaşmaları da, resmî açıklamaları ve pratikteki uygulamaları da tümüyle bu çerçevededir. Dolayısıyla, herhangi bir yabancı yönetime veya siyasî lidere “sınırsız sempati” beslemek, yanılmaya ve kayba da davetiye çıkarmaktır. Menfaatler bugün uyuşsa, yarın çatışabilir çünkü. “Devletlerin dostluğu yoktur, çıkarları vardır” mottosu, sürekli akılda tutulması icap eden, çok önemli bir ilkedir.
Siyaset yapıcılar ve devlet yöneticileri açısından da, dış politikadaki seçenekleri mümkün olduğunca çeşitlendirmek, herhangi bir ülkeye tümüyle güvenmemek, yumurtaların hepsini aynı sepete doldurmamak, dudak ucuyla verilen sözlerin tutarlılığını sahada mutlaka test etmek, eldeki kozları -mütekabiliyet esasına göre- dikkatlice oynamak ve her an tetikte olmak, millî çıkarların korunması noktasında olmazsa olmazları teşkil ediyor.
***
Ve İdlib… “İnsan”ın tamamen kıymetsiz görüldüğü, her şeyin “kazanımlar” çerçevesinde değerlendirildiği bir coğrafyada, bombardımanlara ve dondurucu soğuğa direnmeye çalışan bir avuç gariban… İslâm dünyasının kaçamak bakışları altında, ölüme yürüyen masum çocuklar… Günümüzün Srebrenitsa’sına dönüşen bir bölgede, kimsenin görmek istemediği bir dram…
Uluslararası sistemin acımasız çarkları ne tarafa dönerse dönsün, bireyler olarak, en azından İdlib’in masumlarına el uzatma imkânımız ve sorumluluğumuz var. Bir battaniye, bir bot, bir çift elbise, bir kaban, bir çadır, bir baraka…
Elimiz neye eriyorsa. Haydi.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.