Özel / Analiz Haber
Şair ve filozof dışında herkes konuştuğu dilin tutsağıdır
Follow @dusuncemektebi2
İstanbul Sainte Pulcherié Fransız Lisesi öğrencisi Ahmet Mansur Tural, aşağıda sizinle paylaştığımız yazısıyla 2019 Türkiye Felsefe Olimpiyatları’nda birincilik ödülü kazandı. Genç yazarımızı tebrik ediyor ve daim olsun diyoruz.
Kavram muÄŸlaklığı üzerine dil merkeziyetçi bir okuma
“Tanımlanabilir ve kavranabilir olmayan bir kavram için genel ahlâkı ölçü almak, her türden tiranlığa kapı aralamaktır.”
(Simone Weil, KiÅŸi Ve Kutsal, çev. Murat ErÅŸen,
Ä°stanbul, Vakıfbank Kültür Yayınları, 2018, s. 19.)
Kavramın “ne”liÄŸi problemi, (Aristo’cu bir ifadeyle “zoon politikon” - dil sahibi hayvan/sosyal hayvan) insanın dil yetisine (Saussurecu ifade ile langage) sahip olduÄŸu andan beridir en temel çıkmazıdır. KarşılaÅŸtığı ve maruz kaldığı sübjektif / öznel gerçekliÄŸi (Paul Cézanne’ın ‘görüntü göreni kapsar’ önermesi unutulmamalıdır.) toplumsal bir gerçekliÄŸe dönüÅŸtürmek -bir baÅŸka ifade ile ortak bir iletiÅŸim dizgesi içerisinde nesnelleÅŸtirmek- zorunda kalan insan, “karşılaÅŸtığı ve maruz kaldığı ÅŸeyleri” sınıflandırmaya yani isimlendirmeye baÅŸlar. Sözün (parole) bu süreç yoluyla ortaya çıkışı, kavram adını verdiÄŸimiz zihni olguları doÄŸurmuÅŸtur. Böylece artık insan, salt nesne merkezli düÅŸünceden kopmuÅŸ, bunun ötesinde Platoncu deyiÅŸle idea merkezli, soyut ve reflektif düÅŸünce alanına girmiÅŸtir. Ancak soyut düÅŸünce alanına giriÅŸ, “sözün ötesinde” Ä°sviçreli dil bilimci Saussure’ün tanımlamasıyla toplumsal bir dizge olan dilin (langue) de ortaya çıktığını muÅŸtular. DiÄŸer bir deyiÅŸle dilin hakimiyetinin olduÄŸu, belli bir topluluktaki herkesin zihninde fonetik olarak aynı sesleri benzer imgeleri çaÄŸrıştırdığı anlamına gelmektedir. Roland Barthes’ın “dil faÅŸisttir” önermesi iÅŸte tam bu noktayı açıklar: “Dil toplumun ortak bir ürünüdür.” Dil, insanın ortaya çıkardığı her ÅŸeyi, özellikle genel ahlakı ve kültürü kapsar. Onlardan bir hapishane örer. Åžairler ve felsefeciler hariç, o dilin tüm konuÅŸanları, dil hapishanesine mahkum edilmiÅŸlerdir.
Simone Weil’in de kavram muÄŸlaklığı olarak adlandırabileceÄŸimiz olgu içerisinde “henüz tanımlanamamış ve kavranılamamış kavramı genel ahlak içerisinde ele almanın her türlü tiranlığa yol açabileceÄŸi” önermesi, tam da yukarıda açıkladığımız dil hapishanesine mahkum edilmek anlamına gelir. Zira ahlak, toplumun gelenek ve göreneÄŸi içerisinde ÅŸekillenmiÅŸ, dogmatik ve ideolojik bir aygıttır. Dilin olanaklarını kullanarak ideolojik ve dogmatik bir yapıya bürünen genel ahlak, bir toplumun tüm bireylerini aynı biçimde, tek tip düÅŸünmek zorunda bırakır. Bu durum, Foucault’nun da altını çizdiÄŸi gibi ikili iliÅŸkilerimizden tutun da hükümetlere deÄŸin her alanda iktidar oluÅŸturur. Bu oluÅŸan iktidarlar ise tıpkı Simone Weil’in belirttiÄŸi tiranlıklara kapı açar. Bu iktidar, tiranlık olgularının dil üzerinden ÅŸekillendiÄŸinin en açık örneÄŸi totaliter rejimlerin sıkça yararlandığı propagandalardır. Biçim olarak hakim iktidar dili üzerinden oluÅŸturulan politik söylem ÅŸeklinde de adlandırabileceÄŸimiz propagandalar, özellikle Nazi Almanyası döneminde Hitler’in mitingleri ve propaganda bakanı Goebbels’in ülkedeki tüm radyoları partiye baÄŸlayıp, herkese eriÅŸerek yayın yapması sonucu perçinlenen Nazi iktidarını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca bu örnekte unutulmaması gereken bir baÅŸka önemli nokta da Nazilerin (aynı ÅŸekilde Rusya’da Stalinistlerin ve Ä°talya’da faÅŸistlerin); toplumun genel ahlakı kılıfında devlet, sermaye, ordu vb. kavramları tanımlamaları sonucu bu derece baskıcı ve ideolojik bir iktidar kurabilmelerini de saÄŸlamış olmalarıdır. Hülasa, kavram muÄŸlaklığının dil üzerinden genel ahlak çerçevesinde tanımlanması ve anlaşılmasının ne derece totaliter ve tiranca bir sistemi ortaya çıkartabileceÄŸini incelemiÅŸ olduk. Peki, bu her türden tiranlığın oluÅŸmasını nasıl engelleyebiliriz?
Günümüz dünyasında post-yapısalcılar baÅŸta olmak üzere birçok düÅŸünürün aÅŸmaya çalıştığı tiranlık ve iktidar olguları dilin merkeziyetçi, ideolojik ve faÅŸizan doÄŸası sebebiyle çok ciddi tartışma alanlarını ortaya çıkarmıştır. Bu tartışma ve önermelerin temelinde, henüz ideolojinin ve faÅŸizan yapının dilde bu derece hakim unsur olduÄŸundan habersiz analitik bir felsefe yapan B. Russell, Whitehead ve Ludwig Wittgenstein yer alır. “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” önermesini ileri süren Wittgenstein aslında bütün bir dil bilim ve dil felsefesi geleneÄŸini özetlemiÅŸtir. Heidegger de benzer bir önermeyle (“dil varlığın evidir”) dilin insan algılamasını, varlığını ve bütün bir muhayyilesini kapsadığını ileri sürmüÅŸtür. Wittgenstein, bu önermesi üzerinden dünyanın matematiksel bir ifadesini dilde her ne kadar saÄŸlamaya uÄŸraÅŸmış olsa da daha sonra “tüm felsefi sorunlar dil bilmeceleridir” diyerek dil karşısında insanoÄŸlunun çıkmaza girdiÄŸini iddia etmiÅŸtir. O zaman, gerçekten kavram muÄŸlaklığından kurtulamayacağımız için genel ahlak üzerinden her türlü tiranlığa kapı mı aralayacağız? Dil hapishanesinden baÅŸka bir kaçış yolu yok mu?
Yazımızın başında da dillendirdiÄŸimiz gibi insan, söz (parole) üretir fakat dil (langue) üretemez. Ä°ki istisna dışında: Åžair ve filozoflar (felsefeciler deÄŸil). Zira hem ÅŸair (buradaki ÅŸair, tüm sanatçıları kapsayacak bir anlamda kullanılmıştır.) hem filozof, kavram üreticileridir. Deleuze ve Guattari’nin “Felsefe Nedir?” adlı kitaplarında felsefenin kavram üretmek olduÄŸunu söylemelerinin sebebi iÅŸte bu muÄŸlaklığı giderme çabasıdır. Zira kavram adını vereceÄŸimiz zihni dizge parçacıkları, dilin canlı doÄŸası içerisinde anlam deÄŸiÅŸikliÄŸine uÄŸramadıkları her süre zarfında dilin otoliter ve faÅŸist doÄŸası sebebiyle genel ahlakla bütünleÅŸerek dogmatik, sorgulanamaz bir ifade kazanırlar. Fakat ÅŸair ve filozofların kavramı duraÄŸan bir halden çıkararak süreli bir hale ulaÅŸtırmaları, birbirlerini olumsuzlayarak kavramı statik bir yapıdan kurtarıp ona dinamik bir yapı kazandırmaları, kavramı sorgulanabilir kılarak dogmatik/faÅŸist yapısından kurtaracaktır. Böylece Weil’in deyiÅŸiyle kavram sürekli tanımlanabilir ve kavranabilir olacaktır. Filozoflar, sürekli anlam üretme hususunda soyut düÅŸünceyi, elle tutulamayan bir olguyu yeniden üretip onu bilinir kılacakken, ÅŸairler ise karşılaÅŸtıkları görüntüyü bir baÅŸka deyiÅŸle somut varlığı tıpkı Rainer Maria Rilke’nin ve T. S. Eliot’nun yaptığı gibi nesnel baÄŸlılaşım içerisinde yeniden üretmeli ve kavramı imge içerisinde dinamik tutacaklardır.
Burada asla es geçilmemesi gereken bir hususla karşılaşırız: O da daha önce de ifade ettiÄŸimiz dilin doÄŸasıdır. Bu sürekli kavram için anlam üretimi, dilin iç dinamiklerini sarsacaktır ve kavram muÄŸlaklığı kavram anlaşılmazlığını doÄŸurabilecektir. Özellikle son dönemde Popper’la beraber, Hegel ve Marks’ın diyalektiÄŸinin iflas etmesi sonrası (bir baÅŸka deyiÅŸle lineer progresifliÄŸin geçersizliÄŸinin anlaşılması üzerine) Derrida’nın yapıbozumculuÄŸu (yapısöküm/déconstruction) ve Zygmaunt Bauman’ın Akışkan Modernite eserinde anlattığı hipermodernizm, günümüzde dilin iç dinamiÄŸini çok ciddi anlamda sarsmakta ve dilin oluÅŸ yapısında anlam belirsizliÄŸini doÄŸurmaktadır. Günümüzde sürekli anlam üretimi ve hipermodernizmin ortaya koyduÄŸu küreselleÅŸme, fenomenal yapıda ortak, huzurlu ve idealist uluslararası iliÅŸkilerin söylemiyle zararsız, demokrasinin hakim olduÄŸu anarÅŸist bir ortam koymuÅŸ olsa da Edward Said ve Chomsky’nin altını çizdiÄŸi gibi totaliter, kapitalist, tiranca ve sömürgeci yapıyı sadece küreselleÅŸme adı altında gizlemiÅŸtir. Yani numenal yapıda tiranlık olgusu beklenilenin aksine örtük bir yapı içerisinde daha da güçlenmiÅŸ ve tüm dünyada mutlaklaÅŸmıştır. Dil de paralel olarak sadeleÅŸmiÅŸ, o eski dogmatik olarak addedilen taraflarını kesip atmış, araz bırakılmış ve kültür soykırımına uÄŸramış ve uÄŸramaktadır. Artık Bauman’ın dile getirdiÄŸi gibi internet yoluyla alış-veriÅŸ, Youtube vb. gibi sosyal medyalarla eÄŸlence kültürü deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Diller ise dengesiz bir ÅŸekilde çölleÅŸerek insanların sorgulama ve anlamlandırma yetileri üzerinden düÅŸünceyi kısıtlamış ve var olan tiranlıkları mutlak tek bir tiranlığa indirgemiÅŸtir.
Sonuç olarak günümüz 21. yüzyıl dünyasında oldukça örtük bir kavram muÄŸlaklığı üzerinden mutlak bir tiranlığa gebeyiz. Bunu engellemek için de, dildeki iktidar vb. kavramlarla oynamak yerine ya dilin yapısı gereÄŸi tiranlıklar olmak zorundadır diyeceÄŸiz ya da insandaki dil yetisi üzerinden göstergebilim yoluyla bütün gösteren-gösterilen ÅŸemasını inceleyecek ve dilin yapısını tüm çıplaklığı içerisinde, özellikle düÅŸünce ile iliÅŸkisini ifÅŸa edeceÄŸiz.
Müellif: Ahmet Mansur Tural (Ä°stanbul Sainte Pulcherié Fransız Lisesi) / Kaynak: Dünyabizim Kültür Portali
Henüz yorum yapılmamış.