Sosyal Medya

Abdurrahman Arslan: Ä°slam ve OrtadoÄŸu sorun hangisinde-I

İslam son birkaç on yıldan beri artık bir din olarak değil, çözülmesi gereken bir sorun olarak dünya gündeminde yer almaktadır. İçinde yaşadığımız zamanlarda cevabını aramamız gereken soru muhtemelen şudur: küresel bir dünyada ve batının üstünlüğünün tartışma dışı olduğu bir çağda İslam'ı bir sorun haline getiren nedir?



Her toplumsal gerçeklik kendine has bir “hakikat” anlayışı üzerinde temellenir. Hakikat toplusal gerçekliÄŸin hâsıl ettiÄŸi sorunların çözümünün, bu gerçekliÄŸin yeniden üretilerek devam ettirilmesinin, toplumsal “ortak iyi’’ nin kaynağının ve yaÅŸanan hayat tarzının meÅŸrulaÅŸtırılımını ve kabulünü saÄŸlar. Toplumsal gerçekliÄŸi kuran hakikat, baÅŸka bir hakikat anlayışıyla yer deÄŸiÅŸtirdiÄŸi zamanlarda; inanç’ta, bilgide, toplumsal iliÅŸkilere kadar uzanan bütün insani faaliyetlerde muazzam deÄŸiÅŸiklikler kaçınılmaz olur. Tarihte nadir olarak vuku bulan, buna karşılık inanları zihnen, toplumları mahiyet olarak dönüÅŸtürerek geçmiÅŸ ve gelecekle kurmuÅŸ oldukları baÄŸları alt üst eden bu türden hadiseler kendileriyle beraber yeni bir “dünya görüÅŸü” getirir. Fakat aynı zamanda da insanları ya doyumsuz bir güven yada tanımlamakta ve kavramakta zorluk çektikleri yeni türden belirsizliklerle karşı karşıya bırakırlar. Bu kadar kapsamlı dönüÅŸümlere kaynaklık eden hakikatin deÄŸiÅŸimi meselesini “epistemolojik kopuÅŸ” olarak ifade ediyoruz.
 
Bu baÄŸlamda batının kendi tarihi içindeki hakikat anlayışında veya bununla alakalı felsefi düÅŸünce geleneÄŸinde cereyan eden üç büyük epistemolojik kopuÅŸtan ya da yaÅŸanan devrimden söz edebiliriz. Bunlardan biri Avrupa kıtasına ulaÅŸmasıyla beraber Hıristiyanlığın Pagancı hakikat anlayışında meydana getirdiÄŸi kopuÅŸtur. Bu kopuÅŸ kiliseye ait yeni bir hakikat anlayışının toplusal gerçekliÄŸini yeni bir biçimde kurmasına kapı açmış, yeni bir Hıristiyan cemaatin inÅŸasını mümkün hale getirmiÅŸtir. Ä°kincisi kilisenin tanımladığı ve yüzyıllarca batıya hakim olan hakikat arayışında yaklaşık 15. yüzyıldan itibaren Helenistik mirasın yardımıyla meydana gelen kopuÅŸtur. Bu kopuÅŸta hakikat anlayışının yerine pozitivizmin tanımladığı yeni bir hakikat anlayışı ikame edilmiÅŸ; içinde yaÅŸanan toplumsal gerçeklik vuku bulan altüst oluÅŸlarla beraber bu temelde yeniden inÅŸa edilmiÅŸ ve yeni bir sosyal var oluÅŸ modeli olarak “toplum” ortaya çıkmıştır. Üçüncü kopuÅŸ ise yaklaşık 1960’lardan itibaren baÅŸladı. Pozitivizmin kendi bünyesinde taşıdığı kabullerin giderek geçerliliklerini yitirmesiyle meydana geldi.
 
Nasıl bir neticeye varacağı daha belli olmayan ÅŸimdilerde içinde yaÅŸamakta olduÄŸumuz bu kopuÅŸ süreci, pozitivizmin hakikat anlayışının yerine postmodernitenin izafiliÄŸe dayalı olamayan ya da her türlü hakikati inkâr eden “hakikat” anlayışını ikame etme çabası içinde bulunmamalıdır. Söz konusu kopuÅŸu gerçekleÅŸtiren felsefe mevcut toplumsal gerçekliÄŸi bütünüyle çözerken, inÅŸacı olma iddialarını reddettiÄŸinden en azından ÅŸimdilik bir öneride de bulunamamaktadır. Bu ise kaynağı batı olan bir güvensizlik kültürünün doÄŸup yaygınlaÅŸmasına sebep olmakta. Kırılmayla beraber yüzyıllardan beri hakikatin mutlak olduÄŸu fikri üzerine kurulu batılı sosyal gerçekliÄŸin ve bireysel kimliÄŸin kırılgan, dolayısıyla tanımlanamaz bir hale gelmesi batıyı bunalıma sokmuÅŸtur. Günümüzün batısını Ä°slam karşısında fazlasıyla hırçınlaÅŸtıran bu özgüven kaybının yaÅŸatmakta olduÄŸu durumdur. Bu yüzden Ä°slam son birkaç on yıldan beri artık bir din olarak deÄŸil, çözülmesi gereken bir sorun olarak dünya gündeminde yer almaktadır. Ä°çinde yaÅŸadığımız zamanlarda cevabını aramamız gereken soru muhtemelen ÅŸudur: küresel bir dünyada ve batının üstünlüÄŸünün tartışma dışı olduÄŸu bir çaÄŸda Ä°slam’ı bir sorun haline getiren nedir? Bu sorunun cevabını muhtemelen küreselleÅŸmeye dünya ölçeÄŸinde kabul ve iÅŸlerlik kazandıran postmodern felsefenin özelliÄŸinde aramamız gerekiyor. Bu felsefeye ait kabullerin en önemlisi her ÅŸeyin izafi olduÄŸunu savunarak bütün dünya görüÅŸlerinin ve inançların savuna geldikleri kendilerine ait hakikatin doÄŸruluÄŸunu/mutlaklığını geçersiz kılmaya çalışmasıdır. Bu ise en baÅŸta batıya ait bilgi anlayışının teorik yapısında muazzam bir kırılma ve buna baÄŸlı olarak bir dönüÅŸüm meydana getirmiÅŸ haldedir. Bunun doÄŸurduÄŸu deÄŸiÅŸiklikler baÅŸta bilim olmak üzere felsefeyi, teolojiyi, siyaseti ve gündelik hayatı tesiri altına alarak yaygınlaÅŸmaktadır. Günümüzde iletiÅŸim teknolojileriyle dünya genelinde sirkülasyon halindeki küresel kültür ya da medya malzemesinin söz konusu felsefenin deÄŸerlerini ve toplumsal alışkanlıklarını yaygınlaÅŸtırmakta olması, batı dışında bütün toplumları da aynı zamanda bir krizle karşı karşıya ÅŸimdiden getirmiÅŸ durumdadır.
 
EÄŸer arkasında her ÅŸeyi izafileÅŸtiren postmodernist felsefe olmasaydı, küresel nitelik kazanmış halini ifade etmek üzere dünyayı bir “bütün” olarak tanımlamamız mümkün olamayacaktı. Gerçekte söz konusu felsefe bize dünyanın olmuÅŸ olduÄŸu bu hali kabul edilebilir kılmak üzere muhayyilemize ÅŸimdilik taşıdığı tehlike ve zaaflarını hesap edemediÄŸimiz derin bir “esneklik” katıyor. Her ÅŸeyi kabul edilebilir hale getiren bu felsefenin yardımıyla biz bugün dünyanın küreselleÅŸtiÄŸinden bahsetmekteyiz.
 
Nedir küreselleÅŸme; dünyanın yeniden isimlendirilmesi, yoksa bir ÅŸeyin dünya ölçeÄŸinde yaygınlık kazanması mıdır? Söz gelimi bir düÅŸüncenin, inancın, belirli bir bilgi biçiminin, yaÅŸama tarzının veya uygarlığın dünyada kazandığı yaygınlık mıdır? EÄŸer yukarıdaki tanım doÄŸru kabul edilirse, yani küreselleÅŸmeyi bir “ÅŸeyin” dünya ölçeÄŸinde yaygınlık kazanması ÅŸeklinde tanımlarsak, bizim batı düÅŸünce ve uygarlığı ile küreselleÅŸme arasında özel bir iliÅŸki kurmaya çalışmamız fazlasıyla anlamsız olacaktır. Bu haliyle küreselleÅŸmeyi ve ona iÅŸlerlik katarak gerçekleÅŸtiren “kültürün” masum yani “nötr” ve asimilasyoncu bir özellik taşımadığını kabul etmek gerekir. Bu tanım çerçevesinde, mesela Ä°slam’ın dünya ölçeÄŸinde yaygınlık kazanmasını küreselleÅŸme olarak nitelendirebiliriz.
 
Ancak, eÄŸer bunun aksi söz konusuysa; yani küreselleÅŸme batılı dünya görüÅŸünün ve kültürün yarattığı bir olguysa ve asimilasyoncu bir özellik taşıyorsa, küreselleÅŸme bir cihetten de aslında bu demekse, bu haliyle küreselleÅŸmeyi, dinamizmini ve süreçlerini kendisinin yarattığı bir “proje” olarak görmemiz gerekiyor. Ä°simlendirme nötr gibi görünse de, hakikatte kürselleÅŸme gizlenmeye çalışılmasına raÄŸmen kendine has felsefi ve ideolojik ilkeler içermekte, bu nedenle batılı kültürün kazandığı hem yeni postmodern niteliÄŸini hem de asimilasyoncu karakter ve kapasitesini açığa vurması cihetinden de önem taşımaktadır. Yani küreselleÅŸme dediÄŸimiz “durum” bütün dünya görüÅŸleri ve inançların kendilerine has sınırlarının eriyerek merkez haline getirilmesi olarak, kendiliÄŸinden cereyan eden tabii süreçlerin bir mahsulü deÄŸil, kendine ait bir ideolojinin sahibi ve taşıyıcısıdır. Ne var ki günümüzde bütün ideolojilerin sonunun geldiÄŸini ilan eden bir “ideolojinin” egemen kültürü içinde zihinlerimiz sosyalleÅŸtiÄŸinden dolayı muhatap olduÄŸumuz süreçlerin söz konusu niteliÄŸini anlamak zorlaşıyor. Bu süreçler içinde kürselleÅŸme, insanlara yaÅŸattığı “hal” ve taşıdığı hususiyetiyle bütün toplumları ve uygarlıkları nesnelleÅŸtirerek kendini gerçekleÅŸtirmektedir. Bu nedenle, eÄŸer küreselleÅŸmeyi sadece malların, sermayenin, teknolojinin, bilginin serbest dalaşımı meselesi olarak görmüyorsak; kürselleÅŸme belirli bir dünya görüÅŸünü taşıyan süreçler olma özelliÄŸi taşıdığından hiçbir toplum onu kendi lehine, kendisi için bir fırsata dönüÅŸtüremeyecektir.
 
Bu nedenle kürselleÅŸmeyi özgürleÅŸtirici bir süreç olarak vasıflandırmak mümkün deÄŸildir; tersine küreselleÅŸme kendine ait nitelikleri içinde yeni bir hegemonya biçimi temsil eden özelliklere sahiptir. Zira izafileÅŸtirici kültürü içinde üretimi ve tüketimi olduÄŸu kadar; belirli bir düÅŸünme, yaÅŸama ve hayat biçimini insanlara kendi kültür kodlarının vasıtasıyla dayatmaktadır. Bu yüzden küreselleÅŸme bir süreç olduÄŸu kadar, ÅŸimdiye kadar alışık olmadığımız niteliÄŸi ve temsil ettiÄŸi herhangi bir hakikate sahip olmayan yeni bir “düzen” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu düzen ise kendini çoÄŸulculuk vasfıyla tanımlamakta, ama bütün çoÄŸulculuk iddialarına raÄŸmen batı merkezli bir hegemonya inÅŸa etmektedir. Üstelik bu çoÄŸulculuk kimliÄŸin ve gerçekliÄŸin kendisi kalarak farklılığım savunmuyor; tersine kimliÄŸi, gerçekliÄŸi izafileÅŸtirmekte ve kendisi olmaktan kurtararak onları tanımsız bırakmaktadır. Bu yüzden sürecin ekonomik/teknolojik boyutundan çok “kültürel” boyutu Müslümanlar cihetinden fazlaca önem taşıyor. Kültürel boyut iletiÅŸim teknolojisinin dünya ölçeÄŸindeki sirkülasyonu içinde bir iletiÅŸim “malzemesi” olarak bütün dünyada egemen hale gelmekte; nüfuz etme gücüyle bütün toplumların geleneksel ya da dinsel “baÄŸlılık biçimlerini” ve “deÄŸerlerini” çözülmeye uÄŸrattıktan sonra kendi kodları içinde onları yeniden düzenleyerek bu toplumların dünya görüÅŸlerini, inançlarıyla uyumlu yaÅŸama biçimlerini, bu defa küreselleÅŸmeye uygun hale getirmektedir. Fazla açıklayıcı olmamakla beraber kültürlerin mezhepleÅŸmesi ÅŸeklinde ifade edilen bu süreç, aslında toplumların inanma biçimlerini ve sahibi oldukları “hakikat” anlayışım muhteva olarak derin ve kapsamlı bir dönüÅŸüme uÄŸratmakta. Bunun neticesi olarak Müslüman da, Hıristiyan da veya Musevi de kendi lehine “önerilen” aynı hayat tarzını yaÅŸamakta, ama çeliÅŸkili bir ÅŸekilde Müslüman, Hıristiyan ya da Musevi kaldıklarına inanmaktadırlar.
 
Ä°slam kürselleÅŸmeye itiraz etmekte, onun açtığı süreçlere ve yaptığı “davete” karşı bugün direnç gösteren tek dünya görüÅŸü ya da din/inanma biçimi olarak küreselleÅŸme önünde en ciddi çözücü engeli teÅŸkil etmektedir. Ä°slam’a göre küreselleÅŸme mücadele edilmesi gereken “dışsal” bir gücü temsil etmektedir. Ä°slam’ın savunduÄŸu hakikat küreselleÅŸmenin öngördüÄŸü deÄŸiÅŸimleri Müslüman dünyada geçersiz ve anlamsız hale getirmektedir. Ä°slam’ın temsil ettiÄŸi hakikat anlayışından kaynaklanan deÄŸerler, ilkeler ve “kültür”, asimilasyoncu bir muhteva ve süreç üzerine kurulmuÅŸ olan uluslararası sistemin güvenlik “konseptine” karşı bir tehdit olarak görülmektedir. Bu sebeple söz konusu hakikat anlayışı ve kültürel boyutun küresel sitem üzerindeki yansımaları uluslararası bir güvenlik meselesi olarak yorumlanmaktadır. Unutmamak gerekir ki, bugün dünyaya hakim ulus devlet temelli uluslararası siyasi/sosyal sistem Rönesans sonrasında batı merkezli olarak yine batıklar eliyle kurulmuÅŸtur. Dolayısıyla sistemin güvenliÄŸiyle batının güvenliÄŸinin aynı ÅŸeyler olduÄŸunu hatırlatmak gerekiyor.
 
Bugün küreselleÅŸme Ä°slam’dan -ve tabii ki, eÄŸer direnme potansiyeline sahipseler diÄŸer dinlerden de- kendine uyum göstermesini beklemektedir. Ya da en azından Ä°slam’ın, bu süreçlerde kendine uyum gösterecek bir yorumunun imkânını aramaktadır. Bu husus Ä°slam ve küresellik arasındaki iliÅŸkinin önemli ve hayati boyutunu teÅŸkil etmektedir. Ä°slam ve küresellik iliÅŸkisi bizi aynı zamanda, küresellik ve Postmodern felsefe arasındaki iliÅŸki üzerinde de düÅŸünmeye davet etmektedir. Her ÅŸeyi izafileÅŸtiren ve mutlak bir hakikat anlayışının olamayacağını savunan bir felsefe ve kültüre karşı Ä°slam’ın direnç göstermesinin kaçınılmaz olacağını tahmin etmek zor deÄŸil. Ne var ki, küreselleÅŸme bu talebini açık bir ÅŸekilde deÄŸil, siyasal/sosyal bir proje olarak sunmakta; bilgi ve düÅŸünceyi olduÄŸu kadar bütün toplumsal iliÅŸkileri, üretimi ve tüketimi olduÄŸu kadar inancı/dini de neoliberal bir projenin içinden seslendirilmesini uygun bulmaktadır. Kısacası bizden hakikati Popper’e, iktisadı da Hayek’e teslim etmemizi beklemektedir.
 
Devam edecek.....
 
Müellif: Abdurrahman Arslan / Kaynak: Umran Dergisi, Åžubat 2007, Sayı: 150, Sayfa: 35

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.