Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Kitap inceleme: İbrahim Kalın'ın Akıl ve Erdem kitabı üzerine

irfan; akıl ile sezgiyi, mantık ile aşkı, bilgi ile ahlakı, idrak ile erdemi mecz etmektir. İrfan; insana, evrene akıl, marifet ve hikmet zaviyesinden bakabilmek ve ondaki derin birliği ve bütünlüğü görebilmektir. Klasik İslam medeniyetinin büyük kültür eserleri irfan ile tezeyyün etmiş zihinlerin ürünleri olarak zuhur etmiş ve bir medeniyetin kimliği hâline gelmiştir.



Kültürü; bir tarafta insanların kendi potansiyellerini gerçekleÅŸtirme, öte tarafta dış dünyadaki nesneleri dönüÅŸtürme ve kendi tasavvurlarımıza göre ÅŸekillendirme kabiliyeti olarak tanımlayan Fichte’nin görüÅŸüne de atıfta bulunan yazar, kültürün mutlak manada statik ve ‘tamamlanmış’ ya da mutlak manada deÄŸiÅŸken ve ‘dinamik’ olduÄŸunu zannedenlerin ama özellikle onun hep ‘görünür’ bir ÅŸey olduÄŸunu düÅŸünenlerin büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını ifade ediyor ve Mali’deki Cenne Camisi’nin hayat serüveniyle ‘kültür’ arasında çok hoÅŸ baÄŸlantılar kuruyor, Akıl ve Erdem’in “Kültürel Daralma, Ä°rfan ve Açık Ufuk” bölümünde… 
 
“Kültür üretebilen” bir millet olmanın, baÄŸlı bulunulan geleneÄŸin o millete sunduÄŸu hayat alanını canlı tutmakla mümkün olabileceÄŸini düÅŸünen yazar, Türkiye’nin, bu kabiliyetini yitirdiÄŸi için baÅŸka kültürleri ne taklit ne de tevarüs edebildiÄŸini, çünkü taklit ve adaptasyonun da bir ölçüsü, biçimi ve standardı olduÄŸunu ifade ediyor.
 
Siyasi iddiası olmayan bir kültürün insanlara güçlü bir kimlik kazandırmasını mümkün görmeyen yazar, bunu baÅŸardığımız gün Türkiye’nin kültür mirasının reel ve etkin bir güç hâline geleceÄŸine, aksi hâlde sahip olunan muazzam kültürünün sulandırılmış bir hümanizme ve kaotik bir çokkültürcülüÄŸe kurban gideceÄŸine inanıyor ve böyle bir sonuca meydan vermemek adına yaÅŸayan kültür deÄŸerlerinin bir hayat alanı hâline gelebilmesi için bunların arkasında insana ve eÅŸyaya yönelik bir ‘duruÅŸun’ olduÄŸunu bilmenin gerekliliÄŸine iÅŸaret ediyor.
 
OrtadoÄŸu kültürünün “üvey çocuÄŸu”
 
Türkiye’nin anlamlı bir kültür stratejisi geliÅŸtirebilmesi için ilk olarak kendini “modern dünyanın hasta adamı” ikinci olarak ise OrtadoÄŸu kültürünün “üvey çocuÄŸu” olarak görmekten vazgeçmesi gerektiÄŸine iÅŸaret eden yazar, köksüzleÅŸme ve yabancılaÅŸma dalgalarına karşı saÄŸlam bir duruÅŸ sergileyebilmek için gelenek, kültür, siyasi bilinç ve ben tasavvuru arasındaki dengenin yeniden inÅŸa edilmesi gerekliliÄŸine vurgu yapıyor.
 
Küresel kapitalizmin kültürel sığlaÅŸmaya yol açtığı inkâr edilemez bir hakikat. Kapitalizmin sattığı her ürünü pazarlayabilmek için öncelikle onun vazgeçilemez bir ihtiyaç olduÄŸu duygusunu hâkim kılması ve meÅŸrulaÅŸtırması gerekiyor. Bunu ise ancak kültürel algılama alanına yaptığı müdahale ile gerçekleÅŸtiriyor. Bu durumu Cola reklamları üzerinden örneklendirmeye çalışan yazar ÅŸunları söylüyor. “Cola Turka ürününü Türkiye’ye New York ve Chevy Chase üzerinden sokmaya çalışırken, Coca Cola –hemen her yıl Ramazan ayında verdiÄŸi reklamlarla- yerel bir ürün olduÄŸu imajını aşılamaya çalışıyor. Cola Turka’nın yerliliÄŸini New York ile, Coca Cola’nın ise yabancılığını Ramazan sofrası görüntüleriyle aÅŸmaya çalışması, sembolik birer mesaj olmanın ötesinde, kültür algılamasının belirleyiciliÄŸini teyit ediyor. Kısacası ekonomik pazar kavgası kültürel pazar kavgasıyla beraber ilerliyor.”
 
Kültürel sığlaÅŸmayı ve çözülmeyi kapitalist pazar iliÅŸkilerinden bağımsız düÅŸünmeyen yazar, kapitalizmin kendine pazar alanları açma çabasıyla “ne olsa gider” fikri ve “her ÅŸey bizim düÅŸüncelerimizden ibarettir” düÅŸüncesi üzerinden hareket etmesi sebebiyle kültürel derinliÄŸin yok olmaya, direnç noktalarının ise aşınmaya yüz tuttuÄŸunu ifade ediyor.  Çarpık bir modernleÅŸme tarihine sahip olan Türkiye gibi ülkelerde bu iki unsur birleÅŸince ortaya çıkan tablo, Televole kültürü oluyor. Bu yüzden Milli EÄŸitim Bakanı’nın bir ilkokul çocuÄŸuna “Büyüyünce ne olmak istersin?” diye sorduÄŸunda “Pop-star olmak istiyorum.” cevabını almasına ÅŸaşırmamak gerekiyor. 
 
Ülkemizde kültürel zenginlik ve çeÅŸitlilik adına atılan birçok adım evrensel olanla yerel olanın birleÅŸmesi ya da yerel kültürün evrensel bir dille anlatılması olarak deÄŸerlendirilirken bu durum yazara göre kendimize ait evrensel bir deÄŸerimizin olmadığını itiraf anlamına gelebiliyor. ÖrneÄŸin, bir pop ÅŸarkıcısının yerlilik adına ÅŸarkı klibinde semazen kullanması ya da saz çalması durumuna karşılık yazar, “Pop müziÄŸinin evrensel olduÄŸunu kim söylüyor? Evrensellik hep batılı kültür ve sanat formları içinde mi tanımlanmak zorunda?” sorusunu soruyor.
 
 CoÄŸrafi ve kültürel öteki
 
KüreselleÅŸmenin kültürel ve estetik homojenleÅŸtirme etkisine raÄŸmen paradoksal bir biçimde medeniyet idrakine etkisine de deÄŸinen yazar, bu durumun kaçınılmaz olarak kültür savaÅŸlarını ortaya çıkardığını; fakat Batı’nın birçok konuda olduÄŸu gibi bu konuda da çifte standart tavır takındığını Ä°srail ve Filistin üzerinden örneklendiriyor. Ä°srail söz konusu olduÄŸunda “Ä°srail’in Yahudi kimliÄŸi mutlaka korunmalıdır!” diyen çevreler bunu kültürel ve dinî özgürleÅŸmenin medeni bir ÅŸartı olarak takdim ederken, Filistinliler kendi kültür ve kimlik deÄŸerlerini gündeme getirdiÄŸinde bu “OrtadoÄŸu gericiliÄŸi, Arap fanatizmi ve Ä°slami köktencilik” olarak aÅŸağılanıyor.
 
Kültür ve Emperyalizm adlı kitabında Edward Said, kültür ve kimlik oluÅŸumunun modern imparatorlukla olan iliÅŸkisini ele alırken emperyalizmi ‘coÄŸrafi ve kültürel öteki’nin yaÅŸadığı toprakların himaye altına alınması olarak tarif eder. Batılı olmayan aydınlar her halükârda, kendilerini temsil etme hakkını kendilerine ait görürken, himayeleri altına aldıkları topraklarda yaÅŸayanlar söz konusu olduÄŸunda kimin kim hakkında söz sahibi olduÄŸu gerginlik ve çatışma sebebi oluyor. Ali Mazrui’nin “Afrikalılar” adlı filmi Amerika’da gösterime girdiÄŸinde bazı çevreler bu filmden rahatsız olduklarını açıkça izhar ettiklerinde ve bu tür çalışmaların desteklenmemesi kararını aldıklarında bunun tek sebebi Afrika’nın kendi sesiyle konuÅŸmayı istemesi olarak gösteriliyor.  
 
“Kültürden Ä°rfana” adlı eserinde “Batı, kültürün vatanıdır. DoÄŸu, irfanın” diyen Cemil Meriç’in kültür ve irfan arasında yaptığı bu ÅŸekildeki keskin ayrımın ÅŸart olmadığını düÅŸünen yazar irfanın yeniden keÅŸfedilmesiyle kültür hayatımıza büyük bir derinlik kazandırılabileceÄŸini düÅŸünüyor. Ona göre irfan; akıl ile sezgiyi, mantık ile aÅŸkı, bilgi ile ahlakı, idrak ile erdemi mecz etmektir. Ä°rfan; insana, evrene akıl, marifet ve hikmet zaviyesinden bakabilmek ve ondaki derin birliÄŸi ve bütünlüÄŸü görebilmektir. Klasik Ä°slam medeniyetinin büyük kültür eserleri irfan ile tezeyyün etmiÅŸ zihinlerin ürünleri olarak zuhur etmiÅŸ ve bir medeniyetin kimliÄŸi hâline gelmiÅŸtir. Bugün bu irfani bakış açısı yeniden yakalanırsa Türkiye’nin kültür alanında kendi deÄŸerlerinin farkına varması ve kendi köklerinden beslenerek yeni ufuklara açılması ve semaya kanat açması mümkün olacaktır.
 
Müellif: Selma KavurmacıoÄŸlu
 
Not: Bu yazı Ä°brahim Kalın’ın Akıl ve Erdem adlı eserinin altıncı bölümü esas alınarak yazılmıştır. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.