İhsan Fazlıoğlu: Tercih maslahat mı olmalı yoksa menfaat mi?
Follow @dusuncemektebi2
"Toplumun maslahatı lehine kendi menfaatinden vazgeçebilen birey, toplumsal barışı korur; kendi menfaatini toplumun maslahatına tercih eden ise toplumu karışıklığa sürükler."
BEDEVÎ bir gün çölde seyahat ederken, uzaktan çaresizlik içerisinde kendisine el sallayan bir adam görmüÅŸ ve hemen devesini ona doÄŸru sürmüÅŸ. Zavallı adam uzun günler aç ve susuz kalmanın sonucu bitap düÅŸmüÅŸ bir halde, gelen bedevîye seslenmiÅŸ:
“Lütfen biraz su!”
Bedevî devesinden inip suyu hazırlarken, adam kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle bedevînin devesine atlamış ve hızla uzaklaÅŸmış. Bedevî, durumu fark eder etmez dönmüÅŸ ve bütün gücüyle arkasından koÅŸmaya baÅŸlamış. Sesini duyurabileceÄŸi bir mesafeye eriÅŸince yüksek sesle bağırmış:
“Tamam! Devemi aldın, beni bu çölde bir başıma bıraktın. Varsın olsun! Ama senden rica ediyorum; bu olayı, yaÅŸadığın müddetçe kimseye anlatma!”
Devesini, hatta canını deÄŸil de olayın baÅŸkalarına anlatılıp anlatılmamasını önemseyen bedevînin bu sözlerini duyan adam birden durmuÅŸ, geri dönmüÅŸ ve
“Niçin bu olayın baÅŸkalarına anlatılmamasını bu kadar ÅŸiddetle istiyorsun; hikmeti nedir?”
diye sormuÅŸ.
Bedevî:
“Ä°nsanlar bu olayı duyarlarsa bir daha çölde aç ve susuz kalmış hiçbir insana yardım eli uzatmazlar da ondan”
diye cevap vermiÅŸ…
Bir kiÅŸi, ferdî menfaatini görmezlikten gelerek, insan türünün, daha da özelleÅŸtirirsek mensubu bulunduÄŸu çevresindeki insanların maslahatını niçin önemser ve önceler? Bu davranışı mümkün kılan nedir? Böyle bir davranışı mümkün kılan ayırımı/faslı tespit, hiç ÅŸüphesiz, bir toplum, hatta bir millet olmanın sırrını da kulağımıza fısıldayacaktır. Dağılma ve savrulma, bütünlüÄŸün kaybolması ise, bir kültüre bütünlüÄŸünü, birliÄŸini, dolayısıyla dirliÄŸini veren nedir? Öyle bir ‘ne’ ki, diÄŸer bütün özellikler bir ÅŸekilde erise bile parçaları bir arada tutmayı sürdürebilsin; sürekliliÄŸi koruyabilsin.
Hiç ÅŸüphesiz ister maddî ister manevî ‘menfaat’ kiÅŸileri bir arada tutmayı baÅŸarabilecek özelliÄŸi gösteren bir kavramdır. Menfaat yani fayda yapılan iÅŸten pay alan bireylerin, bizatihi aldıkları payı sürdürülebilir kılmak için birbirlerine katlandıkları bir bütün, bir birlik yaratır. Faydanın ortadan kalkması, katlanma nedenini de izale edeceÄŸinden, birlik de, bütünlük de hızla erir gider. Ä°nsanlar arasındaki maddî ve manevî beraberliÄŸi ifade etmek için, örnek olarak ‘amaç’ gibi, daha pek çok kavram kullanılabilir. Bütün bu kavramlar, hem birliÄŸin kendi içerisindeki tutarlılığını hem de sürekliliÄŸini saÄŸlayacak ÅŸiddeti oranında göz önünde bulundurulur. Yine de amaç bireyler arasındaki ahengi elden geldiÄŸince en yüksek oranda saÄŸlamak ve saÄŸlanan ahengi tüm musibetler karşısında sürdürmek ise bu kavramlar pek iÅŸimize yaramayacaktır.
BirliÄŸin ve bütünlüÄŸün kendisine dayandığı en önemli kavram, anlamak, dolayısıyla anlaşılmaktır. Nitekim Türkçede anlam, muhatabın anladığıyla iliÅŸkilidir ve bu nedenle Arapçadaki söyleyen kiÅŸinin kasdını içeren, demek istenen anlamındaki mana kavramından farklıdır. Ä°ster bilimsel ister felsefî tartışmaların saÄŸlıklı bir biçimde yürütülmesini mümkün kılan kavramlar/terimler için kullanılan ıstılah kelimesinin sulh yani barış sözcüÄŸünden türetilmiÅŸ olması boÅŸuna deÄŸildir. Çünkü kiÅŸi kullandığı ıstılahlarla aklı fesattan, dolayısıyla entelektüel ortamı fitneden korur; böylece hem kendisinin anlaşılmasını hem de dinleyen insanların kendisini anlamasını saÄŸlar. Kadim düÅŸünce geleneÄŸimizde kavramın tanımının had yani sınır sözcüÄŸüyle ifade edilmesi bu tespitle iliÅŸkilidir; çünkü saÄŸlıklı bir anlaÅŸma dolayısıyla iletiÅŸim ancak ve ancak sınırları belirli, açık ve seçik olan kavramlarla mümkündür. Türkçedeki savaÅŸ kelimesinin sav sözcüÄŸüyle iliÅŸkisi, hiç ÅŸüphesiz, bütün savaÅŸların, savlarla baÅŸladığını gösterir. Tersi de doÄŸrudur bütün sulhlar/barışlar da ıstılahlarla baÅŸlar.
Ferdin menfaati yanında toplumun maslahatı biçiminde dile getirdiÄŸimiz mukayesedeki ‘maslahat’ın da tıpkı ıstılahtaki gibi sulh kelimesinden türemesi dikkate deÄŸerdir. Toplum içi barışı koruyan bir ÅŸey, ancak o toplumun maslahatına uygun ÅŸeydir; tersi fitne ve fesattır. Öyleyse bir kiÅŸi için menfaat olan toplum için fesat olabilir; aksi de doÄŸrudur: Toplum için maslahat olan kiÅŸi için zarar doÄŸurabilir. Bu çıkarım nedeniyle toplumun maslahatı lehine kendi menfaatinden vazgeçebilen birey, toplumsal barışı korur; kendi menfaatini toplumun maslahatına tercih eden ise toplumu karışıklığa sürükler.
Åžimdiye deÄŸin dile getirilenlerden anlamak ve anlaşılmakın, neticede anlamın büyük oranda dille ilgili olduÄŸu, dolayısıyla ancak ve ancak aynı dili konuÅŸan insanların birbirini anlayabileceÄŸi sonucu rahatlıkla çıkartılabilir. Bu çıkarım kısmî olarak doÄŸrudur; çünkü dil gereklidir ancak yeterli deÄŸildir. Hiçbir zaman anlam, tek başına sözcüklere, dolayısıyla sese indirgenemez. Yukarıda mana kelimesi söz konusu olduÄŸunda iÅŸaret edildiÄŸi üzere, mana bir kasdîlik (intentionality) içerir. Her kasıd (intention), bir manadır. KiÅŸinin sesinde, deyiÅŸinde, kasdı, dolayısıyla iradesi içkindir. Nitekim Türkçede sıkça kullanılan yani (demek isteniyor ki) kelimesiyle ortak olan mana (demek istenilen) bir istemeyi, istenci barındırır. Burada ‘demek istenilen’ muhatap tarafından anlaşıldığında maksadın hâsıl olduÄŸu, dolayısıyla anlama ve anlaşılma iÅŸleminin, kısaca iletiÅŸimin gerçekleÅŸtiÄŸi söylenebilir. Sese içkin iradenin, kasdın, hatta niyetin lafız dışında bir duygu-durumu barındırdığı açıktır. Bu duygu durumu köklerini dilin konuÅŸulduÄŸu kültür ortamında, toplumun vicdanında bulur; ortam/vicdan dile organiklik/bütünlük kazandırır.
Mevlana Celaleddin Rumî’nin “Aynı dili konuÅŸanlar deÄŸil, aynı duyguları paylaÅŸanlar anlaşırlar/anlaÅŸabilirler” sözü, yukarıda özetlenen çerçevede düÅŸünüldüÄŸünde daha açık hâle gelir. Ä°ngilizceyi yabancı dil olarak öÄŸrenen bir kiÅŸinin bir Ä°ngiliz’i, Ä°ngilizce kültür ortamında yetiÅŸen bir Ä°ngiliz gibi anlayamayacağı aÅŸikârdır. Yalnızca canlı konuÅŸmayı deÄŸil, herhangi bir kültür ortamında üretilen bir metni dahi hakkıyla anlamak, hakkında konuÅŸmak, nüfuz etmek, büyük oranda o kültür ortamını yaÅŸamayı zorunlu kılar. Dikkat edilirse ÅŸiir gibi edebî deÄŸeri yüksek duygu yüklü metinleri anlamanın simge deÄŸeri kazanmış terimlerle kaleme alınmış metinlerden daha zor olması iÅŸ bu durumdan kaynaklanır. Bir ÅŸeyin hakkında konuÅŸmak, o ÅŸeyin hakikatini konuÅŸmak, bir ÅŸeyi hakkıyla anlamak o ÅŸeyin hakikatini anlamaktır.
Bir ÅŸeyin hakk ve hakikatini anlamak için ise en temel ÅŸart, düÅŸüncenin kavramsal, nedensel ve eleÅŸtirel doÄŸasını bilmek, meleke haline getirmek ve uygulamaktır. Ötesi toplumun ürettiÄŸi artı-deÄŸere el koymak isteyen menfaatperestlerin kirli savaşıdır; sulhu/barışı ise ancak ve ancak toplumun maslahatını önceleyenler kurabilirler. Kısaca, konuya baÄŸlarsak, toplumun maslahatını kendi menfaatine tercih etme iÅŸini de ancak o toplumun vicdanına mensup bireyler baÅŸarabilir. Bu nedenle, aynı dili konuÅŸan deÄŸil aynı duyguları paylaÅŸan kiÅŸiler millet olur.
Son söz: Birbirimize anlattığımız nice kötülüklerin hangi iyilikleri yok ettiÄŸine hiç dikkat kesilebiliyor muyuz?
Henüz yorum yapılmamış.