Söyleşi: İsrail için Filistin, ideolojik bir sömürge meselesidir
Follow @dusuncemektebi2
Çoğu zaman bir sosyal medya bildirimi ile haberimiz oluyor Kudüs’ten ve Filistin’den. Hemen alıntılayıp coşku ile kin kusuyoruz. Peki, tüm bunların arkasında neler oluyor? Hikâyenin başlangıcı tam olarak neresi? Filistinli hukukçu Ahmad Amara ile İsrail’de sürdürülmekte olan görünmeyen hukuk mücadelesini, bu mevzuların tarihî arka planlarını ve biz ne yapabiliriz sorusunun cevaplarını aradık.
Filistin meselesinin genel bir çerçevesini çizer misiniz? Genel kanaat, Filistin meselesinin kâfirler ve Müslümanlar arasında gerçekleÅŸen bir savaÅŸ olduÄŸu yönünde. Bu meselenin arka planı nedir? Osmanlı döneminde böyle bir çatışma var mıydı, yoksa yeni bir ÅŸey mi? Ne zaman baÅŸladı?
Filistin’in üç dinin de kutsal toprağı olması hem talihi hem de talihsizliÄŸi olmuÅŸtur. Son iki bin yıldır Filistin Babilliler, Asurlar, Romalılar, Bizanslılar tarafından sıklıkla fetihler ve iÅŸgallerin gerçekleÅŸtiÄŸi bir mekân. Sonrasında Ä°slam tarihini, Bizans’ı, Haçlı seferlerini, Memlukleri biliyoruz. Selahaddin Eyyubi’yi ve Osmanlıları da eklemeliyiz. Bugün için ise daha çok Filistin meselesini ÅŸekillendiren modern sömürgecilik kaynaklı bir durum söz konusu. Filistin’de geçerli olan, daha çok emperyalist Avrupa devletlerinin “Barışçıl Haçlı Seferleri” diyebileceÄŸimiz hâkimiyet dönemidir. Bunu daha iyi anlamak için Osmanlı’nın son dönemine bakmamız gerekir.
Bu dönemde henüz Filistin diye tanımlanmış bir alan yok deÄŸil mi?
O bölge daha çok Kudüs Mutasarrıflığı olarak bilinir. Yani mesele aslında Kudüs etrafında teÅŸekkül etmiÅŸtir. Mehmet Ali PaÅŸa; Ä°ngiltere ve Fransa’nın Kudüs’te daha fazla imtiyaz sahibi olmasına müsaade etmiÅŸtir. Mesela Kudüs’e ilk önce Ä°ngiliz ardından Fransız konsoloslukları açılmış hatta Fransa bayrağı asılmıştır.
Yani imtiyazlar diplomatik çerçevede midir?
Mehmet Ali PaÅŸa hâkimiyetinde diplomatiktir. Ardından Ä°ngilizler ve Fransızlar Sultan’ı Mehmet Ali PaÅŸa’ya karşı destekleyince bu imtiyazlar geniÅŸler ve geriye dönüÅŸü olmaz. Gittikçe daha fazla kurum sahibi olmaya baÅŸlarlar. Kudüs’teki diplomatik binalar ve ofislere ek olarak mesela daha fazla kilise, hastane ve okul inÅŸa etmeye baÅŸlarlar.
Misyoner okulları mı?
Evet, öyle adlandırılmasalar da dinî misyoner okullarıdır. Hristiyan kutsal ÅŸehirleri olarak kabul edilen Kudüs’te, Nasıra’da, Beytüllahim’de bunlar hâlâ mevcut ve eÄŸitim vermeye devam ediyor. Dolayısıyla bu dönem barışın hâkim olduÄŸu sömürgeci veya “Barışçıl Haçlı Seferleri” dönemidir. 1850’lerden I. Dünya Savaşı’na kadar bu dönemin geçerli olduÄŸunu söyleyebiliriz. Fakat arka planda da kutsal topraklarda Rusya, Ä°spanya ve Amerika’nın nüfuz alanlarını geniÅŸletmek için uÄŸraÅŸtığını görebilirsiniz. Aynı zamanda kapitülasyonlar kapsamında Ä°ngiltere’nin Protestan, Fransa’nın Latin Hristiyanlar üzerinde söz sahibi olduÄŸuna ÅŸahit oluyoruz. Yani Avrupalılar sadece kurumlara deÄŸil Osmanlı tebaası üzerinde hukuki statülere de sahip olmuÅŸlardır. Tarihî süreçte Yahudi problemi daha baskın olmaya baÅŸladı. Yahudileri ilk baÅŸta Ä°ngilizler destekliyordu. Eskiden Osmanlı Filistin’inde yerli Yahudi toplumu vardı. Temelde çok dindar bir gruptu ve Yahudilik için kutsal topraklarda yaÅŸama arzusundaydılar. Taberiye, Kudüs ve el-Halil’de birkaç yüzden birkaç bine kadar nüfusları vardı.
Bize Kudüs Mutasarrıflığı’nın coÄŸrafi sınırlarını çizebilir misiniz?
Kudüs Mutasarrıflığı daha çok; Kudüs, Yafa, Remle, Gazze, Bir’i Seba, el-Halil, Beytüllahim’den oluÅŸuyordu. Liva merkezi olarak Kudüs’ün 100 km kuzeyindeki Nablus vardı. Yine kuzeyde Cezzar Ahmet PaÅŸa’nın Napolyon’u yendiÄŸi meÅŸhur yer, Akka vardır. Ä°ÅŸte bu üç yönetim merkezi Filistin’i oluÅŸturuyordu.
Gölgede kalan Avrupa sömürgeciliÄŸi etkisiyle Yahudiler daha fazla toprak satın almaya baÅŸladılar. Yahudi olarak dinî merkezlerde Osmanlı dindar Yahudileri vardı. Fakat Avrupa etkisinde yükselen Siyonistler de varlık göstermeye baÅŸlayınca daha milliyetçi bir Yahudilikle karşı karşıya kaldık.
Devlet isteyen, kendi kurumlarını, siyasi egemenliklerini isteyen bir grup.
19. yüzyılın sonunda Avrupa’da savaÅŸ öncesi ve sonrası çökmekte olan fazla devlet vardı. Ä°lk olarak Napolyon, Yahudilere kutsal topraklarda bir egemenlik sözü vermiÅŸtir. Fakat ciddi geliÅŸmeler 1882’den sonra baÅŸladı. 1882’de Rusya’da Hristiyan-Yahudi çatışmaları yaÅŸandı. Ardından Siyonist siyasi düÅŸünce hareketi, ideolojisi geliÅŸmeye baÅŸladı. Temel argümanları kutsal topraklara, Filistin’e gelip yerleÅŸmekti. Siyasidirler, dinîdirler ama misyonlarını Filistin’e göç etmek ve orada yaÅŸamak üzerine kurmuÅŸlardır. Bu, devlet kurma fikrinden bir önceki aÅŸamadır.
EKONOMÄ°K YERLEÅžKELER KURMAK Ä°LK FÄ°KÄ°RDÄ°
Aslında Filistin bu düÅŸünceyle farklı dinler tarafından sık sık fethedilmek istenmiÅŸ.
Filistin baÄŸlamında unutulmuÅŸ bir hareketten bahsetmeliyim burada. Sömürgeci misyoner kurumların yanı sıra, 1850’lerde Hristiyanlar tarafından Alman Tapınak Åžövalyeleri Hareketi vardı. Onlar da kutsal toprakların barışçıl olarak fethini düÅŸünmüÅŸlerdi. Gelip kutsal topraklara yerleÅŸmeyi, yeni kurumlar kurmayı, yeni bir ekonomiyle geniÅŸlemeyi ve Mesih gelene kadar yeterince güçlenip bölgeyi kontrol etmeyi amaçlamışlardı. 1850’lerde bu düÅŸünceler geliÅŸti ve 1860’larda yanılmıyorsam Hayfa’da ilk yerleÅŸimlerini kurdular. Sonrasında Kudüs, Sarona ve Celile’de topluluklar kurdular ve günümüzde hâlâ mevcutlar. Ä°lk Siyonistler de benzer bir modeli izledi. Avrupalı tarzda kurulmuÅŸ koloniler, çiftlikler veya küçük atölyelerle yerel bir ekonomi modeli oluÅŸturdular. 1882’de daha fazla Yahudi göçmen geldi. Ardından 1897’de Theodor Herzl liderliÄŸindeki ikinci dönem Siyonizm, Ä°sviçre’nin Basel ÅŸehrinde büyük bir konferansla baÅŸladı.
Bu uzun bir hikâye. Kısaca Siyonist hareket ilk baÅŸta kendi içinde ihtilaflı bir yapıydı. Burada dindar, ulusalcı, sömürgeci çatışmanın nasıl olduÄŸunu da anlayabiliriz. Basel’deki ilk Yahudi konferansının aslında Almanya’da toplanması kararlaÅŸtırılmıştı. Almanya’daki Yahudiler bu toplantıyı istemediler. Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun asırlar süren güçlü varlığından dolayı böyle bir giriÅŸimi imkânsız görüyorlardı.
Alman Ä°mparatorluÄŸu Osmanlı ile müttefikti o zamanlar.
Evet, o zamanlar Avrupa’da Yahudilere karşı konan sınırlandırmaların kaldırılmasıyla Yahudilerin çoÄŸu özellikle Almanya’da topluma entegre olarak özgürleÅŸme peÅŸindeydiler. VatandaÅŸ olmak, eÅŸit ÅŸartlara sahip olmak istiyorlardı. Onlara göre, ayrı bir Yahudi kimliÄŸine ve milliyetine sahip olmak yerel millî kimlikle çatışma hâlinde olmak anlamına geliyordu. Mesela ABD’deki Yahudiler, çoÄŸunlukla Ä°srail lehine ABD’nin çıkarlarına karşıydı. O dönemde bazılarının ÅŸöyle söylediklerini biliyoruz: “Yahudi milletinin vatanı Filistin’de olmak zorunda mı? Uganda veya Arjantin olamaz mı?”
Kıbrıs da seçenekler arasındadır. Ä°ngiltere böyle bir öneride bulunmuÅŸtur.
Bunu bilmiyordum. Siyasi Siyonizm’in liderliÄŸini yapan Herzl’in etkisi önemlidir burada. Öncelikle büyük siyasi, sömürgeci güçlerin desteÄŸinin elde edilmesi gerektiÄŸini ileri sürüyordu. Siyonist harekette farklı akımlar mevcuttu. Bazıları ÅŸöyle söylüyordu: “Bu dinî bir harekettir, bize miras kalan Ä°srail’de ve Filistin’de olmalıyız.” Bazıları ise bunun manevi bir hareket olduÄŸunu, dolayısıyla YahudiliÄŸi ve kültürünü tekrar canlandırmak gerektiÄŸini ileri sürmüÅŸtür. Herzl, meseleye daha politik bakıyordu ve sömürgeci güçlerin desteÄŸini almak gerektiÄŸini düÅŸünüyordu. Dolayısıyla Theodor Herzl Ä°ngiltere’ye baÅŸvurduÄŸunda, Filistin Osmanlı yönetiminde olduÄŸu için Ä°ngiltere kendi sömürgelerinden bazı alternatif yerler önerdi. Åžayet o zamana gidebilsek Balfour Deklarasyonu’nu da anlayabiliriz.
Yani Ä°ngilizler bu topraklara sahip olmadığı hâlde üçüncü bir gruba verme taahhüdünde bulundu?
Dönemin sömürgeci zihniyetinde bunlar normal ÅŸeyler. Koskoca Afrika kıtasını Berlin Konferansı’nda “Sen ÅŸurayı al, ben burayı alayım” diye paylaÅŸabiliyorlar. Açıkçası bu mesele bu kadar nettir. Hollanda ve Almanya, diÄŸer bütün Avrupa güçleri bunu normal görmüÅŸtür.
Dolayısıyla Herzl öncelikle üçüncü bir kanaldan Sultan Abdülhamit’e para karşılığında Filistin’e yerleÅŸme teklifiyle gitmiÅŸtir. Yani koloniler kurmak ve orada yaÅŸamak hedefine yönelik bir teklif bu. Ve Sultan’dan o meÅŸhur “Filistin toprağı Müslüman kanıyla sulanmıştır ve daha fazlasını dökmeden buradan asla vazgeçmeyiz” mealindeki cevabıyla karşılaşır. Fakat Filistin tarihindeki önemli bir aÅŸama, yüksek sayıdaki merkezî Siyonist yerleÅŸiminin toprak satışının Osmanlı döneminde gerçekleÅŸmiÅŸ olmasıdır. Biz Filistin’de Balfour Deklarasyonu’ndan, manda yönetiminden, Yahudilerin göç etmesine izin verilmesinden, Siyonistlere daha fazla toprak satışı için toprak sistemini deÄŸiÅŸtirmesinden haklı olarak Ä°ngiliz sömürgeciliÄŸini sorumlu tutarız. DoÄŸrusu bu dönemde Ä°ngilizler Siyonistlere çok destek oldular. Fakat Ä°ngilizlerden önce 1948’e kadar Yahudiler satın aldıkları toprakların üçte birini Osmanlı döneminde almışlardı.
Aslında Osmanlı hükûmeti Yahudi göçünü engellemek için kanunları deÄŸiÅŸtirmiÅŸti.
Gelenleri engellemek, sınırlamak, toprak satışına ve Yahudi kolonileri kurulmasına mâni olmak için hukuki çabalar olmuÅŸtu. Ancak pratikte bunlar baÅŸarılı olamadı. 1870-80’lerden baÅŸlayarak tapu dairelerinde Yahudilere toprak satışını sınırlamak için gönderilen fermanlar mevcuttur. Mesela Yahudilere sadece üç aylığına gelip kalma dışında izin verilmemesi gibi düzenlemeler var. Fakat her zaman, özellikle Ä°ngilizlerin 1880’lerde Yahudiler lehine müdahalede bulunduklarını görüyoruz. Osmanlı hükûmetine politik baskı yaparak onları göçe müsaade etmeye zorluyorlar. Veya bir yerleÅŸimin kurulmasına, toprak satışına izin çıkartıyorlar.
O yıllarda Filistin’deki Yahudilerin ellerinde ne kadar toprak var?
1917 sonunda Filistin’de 60 bin Yahudi yaÅŸamaktadır. 600 bin dönüm araziyi satın almışlardı. Bu aÅŸağı yukarı Filistin’inin yüzde 2’sine karşılık geliyor. Büyük bir rakam olmayabilir ama hatırı sayılır bir miktar. Savaşın bitiÅŸiyle, 29 Ekim 1917’de Ä°ngilizler Filistin’de ilk olarak Bir’i Seba ÅŸehrini iÅŸgal ettiler. Bir ay sonra Balfour Deklarasyonu çıktı. Filistin’in iÅŸgal edilmesini önerdi. Kudüs zaten aynı yılın aralık ayında iÅŸgal edilmiÅŸti. Ä°ngilizler savaşı kazanacaklarını öngörmüÅŸlerdi.
Ä°mparatorluÄŸun çöküÅŸü ile de Yahudiler Filistin’i sömürgeleÅŸtirme fırsatı buldu.
Filistin meselesinin üç önemli parçası vardır. En önemlisi, Fransa ve Ä°ngiltere’nin OrtadoÄŸu’yu, yani Osmanlı Suriye’sini paylaÅŸma anlaÅŸması olan Sykes-Picot’dur. AnlaÅŸmada Åžerif Hüseyin’e bu topraklarda sözde kral olacağı vaat edilerek aynı zamanda Yahudilere de Filistin sözü verilmektedir. Burada üç tane çeliÅŸen söz var. Åžerif Hüseyin’i biliyoruz, Osmanlı’ya isyan edip Ä°ngilizlerle hareket etti. Burada iki ÅŸey önemlidir: Birincisi Hicaz’daki Åžerif Hüseyin’in ve –savaşın Osmanlı aleyhine biteceÄŸini fark eden– yandaÅŸlarının ihaneti. Bunlar birkaç bini geçmeyen azınlık bir grup. Arapların büyük bir çoÄŸunluÄŸu o dönemde Osmanlı ordusunda savaşıyordu. Filistin ve Suriyeli Arap ÅŸehit sayısı 200 bin civarında ve bu rakam ÅŸehit asker sayısının yüzde 30’udur. Burada büyük çoÄŸunluÄŸun Osmanlı’ya sadık kaldığını görüyoruz ve bunlar hainlere karşı savaÅŸmışlardır.
Ä°kinci mesele Ä°srail ve Siyonist hareketin hâlâ kutlamakta olduÄŸu, küçük bir azınlığın Avrupa’da ortaya çıkıp bir devlet fikrini hayata geçirmeleridir. Ve iÅŸin büyük kısmının onlar sayesinde olduÄŸuna inanılıyor. Fakat tarihin katmanları aralandıkça olanların aslında Siyonist hareketin ötesinde boyutlara sahip olduÄŸunu fark ediyoruz. Durum, birden fazla ÅŸeyin denk gelmesi ve tarihteki tesadüflerin neticesidir. Mesela Osmanlı ayakta kalsaydı bu olmayacaktı. Siyonistler Ä°ngilizlere gittiler, onlar da manda yönetimi kurdular. Manda yönetimi bir sömürge sistemidir, Milletler Cemiyeti’nin belgelerine bakabilirsiniz. Kendi baÅŸlarına ilerleyemeyecek geliÅŸmemiÅŸ toplumlar kendilerini yönetecek ve medeniyete katılacak düzeye gelene kadar manda yönetiminde kalırlar mealinde bir düzenlemedir. Ä°nsanları geliÅŸmiÅŸlik ve medeniliklerine göre A, B, C diye kategorilere ayırdılar; Afrika, Asya ve OrtadoÄŸu. Bu uluslararası sistemin Ä°ngiltere’ye sömürgecilik hediyesiydi. Ä°ngiltere zemini hazırladı, manda yönetiminin 6. maddesi açıktır: Manda yönetimi Ä°ngiltere’de olacaktır. Vazifelerinden biri Balfour Deklarasyonu’nun verdiÄŸi sözleri yerine getirmektir ve Filistin’de Yahudilere millî bir yurt saÄŸlanması için yardımcı olacaktır. Ä°ngiltere, toprak verilmesi ve yerleÅŸimler kurulması için Yahudi temsilcileriyle yakından çalışacaktır. Sonuçta Osmanlı’nın ve Arapların yenildiÄŸini ve Ä°ngilizlerin Yahudi milliyetçilerle iÅŸ tuttuÄŸunu görüyoruz. Bu, Filistin’de tarihin eksenlerinden biridir. Manda yönetiminde, neredeyse sürecin başından yani 1919’dan beri Filistinliler sömürgeci projenin farkındaydılar.
Ä°SRAÄ°L HUKUK SÄ°STEMÄ° HEM OSMANLI HEM DE Ä°NGÄ°LÄ°ZLERDEN Ä°ZLER TAÅžIR
Osmanlı çökünce Filistinlilere ne oldu? Osmanlı sonrası onlara bir devlet sözü verilmedi mi? Ä°ngilizlerin hâkimiyetinde mi kaldılar?
Bir yönetimleri olacaktı ve Filistin’in siyasi geleceÄŸine yönelik sözler vardı. 1918 yılıyla birlikte bütün Filistin bölgesi Ä°ngiliz hâkimiyetine girdi. 1917’de Kudüs’e giren komutan General Allenby idi. Ä°ki sene boyunca Ä°ngiliz askerî yönetimi vardı. Ardından 1920’den 1922’ye kadar sivil bir yönetim kurdular. Ardından Milletler Cemiyeti tarafından resmî manda yönetimi geldi. Burası tam da Filistin sorununu uluslararası bir problem olarak hukuk veya BirleÅŸmiÅŸ Milletler baÄŸlamında konuÅŸmanın yeri. Zira bu sorunu ortaya çıkaran o dönem Milletler Cemiyeti’ydi. Bu yönetimle gerçekleÅŸen standart bir Ä°ngiliz yönetimiydi. Manda yönetiminin Filistinliler ve Yahudilerden oluÅŸan bir parlamento kurması gerekiyordu.
Peki, 1917’den sonra Yahudilere toprak satışı yasallaÅŸtı mı?
DoÄŸrudur, toprak satışı serbest oldu. Aslında bence sivil yönetim kurulunca bu toprak satışı serbest bırakıldı zira askerî yönetim süresinde Ä°ngilizler tapu ofislerini kapattılar.
Sultan Abdülhamit’ten beri Yahudilere toprak satışı yasak mıydı?
Evet, 1880’lerden 1917’ye kadar yasaktı. 1920 ve 1921’de sivil yönetimle birlikte ilk Ä°ngiliz arazi kanunları, Osmanlı kanunları yerine yürürlüÄŸe girdi.
Åžu an Ä°srail toprak kanunları Ä°ngiliz sivil yönetiminden mi kalma?
Aslında Ä°ngilizler Filistin’i iÅŸgal ettiklerinde Osmanlı hukuk sistemini devam ettirmiÅŸlerdi ve bunun devam edeceÄŸini söylemiÅŸlerdi. Ancak sonradan deÄŸiÅŸiklikler yapıldı, yeni sistemle birleÅŸtirildikten sonra da deÄŸiÅŸti. 1948’de de aynısı oldu, Ä°srail kurulduÄŸunda Filistin’deki mevcut düzeni sürdürdüler. Hem Osmanlı hem de Ä°ngiliz kanunları dönüÅŸtürülüp deÄŸiÅŸtirilinceye kadar devam etti. Bugünkü Ä°srail hukuk sistemi de hem Osmanlı hem de Ä°ngilizlerden izler taşır. ÇoÄŸu 70 ve 80’lerde deÄŸiÅŸti ancak bir kısmı devam etmektedir.
O zaman Filistin meselesinin temelinde sömürge sisteminde satılan topraklar vardır diyebilir miyiz?
Sömürgecilik iÅŸin ideolojisidir. Kanunlar da ister Osmanlı ister Ä°ngiliz olsun bu iÅŸin aracıdır. Filistinlilerin toprakların gerçek sahibi olduÄŸunu açıkça ortaya koysanız da Ä°srail el koymak istediÄŸinde yapacak bir ÅŸey yoktur. Ne kadar delil-belge-bilgi gösterdiÄŸinizin de önemi yoktur.
Filistin’de 1948’e kadar Yahudi kiÅŸi ve kurumlar ne kadar toprak satın aldı?
Yüzde 6’sını satın aldılar. 1948 yılında 600 bin Yahudi yerleÅŸmiÅŸti. Bu nüfusun yüzde 30’u demekti. 1930’larda Yahudi nüfus 200 binlere bile ulaÅŸmıyordu. Bu önemli artış Naziler nedeniyle gerçekleÅŸmiÅŸtir.
Bugün Ä°srail içinde Yahudiler toprağın ne kadarına sahipler?
Ä°srail komünist bir devlet gibidir. Ä°srail bugün toprakların yüzde 95’ine sahiptir ve bunu kontrol ediyor.
Yani toprak insanlara deÄŸil devlete ait.
Evet, toprağın sahibi devlettir. Yahudi Ulusal Fonu 1906’da kurulmuÅŸtur ve tüzüÄŸünde amacının Filistin’de Yahudiler için toprak satın almak olduÄŸu yazılıdır. BaÅŸka kurumlar da vardır ama bu esas yapıdır. Bireysel ve kurumsal satın almalar Ä°srail’in yüzde 10’unu teÅŸkil eder.
Kimden aldılar, yerli insanlardan mı?
Ä°lk ve büyük satın almalar Filistinli olmayanlardan. Büyük toprak parçaları Lübnanlı aileler tarafından satılmıştır. Bunlardan biri Sorsouq olarak bilinir ve bir bölgede iki ailenin sattığı birkaç parça toprağın miktarı 240 bin dönümdür. Bu, Filistin’in yüzde 2-3’dür ve Yahudilerin satın aldıklarının yüzde 12’sinden daha fazlasına tekabül ediyor. Bu sadece bir satıştır. Filistinli olmayan baÅŸka büyük toprak sahiplerinden de alımlar olmuÅŸtur.
Bu aileler Hristiyan mı yoksa Müslüman mı?
Hem Hristiyan hem de Müslüman aileler var. Bir tanesi Tueni, diÄŸeri Sorsouq ailesidir. Ayrıca Ä°ngiliz hükümetinden yapılan alımlar vardır. Ä°ngilizler toprak satışını ve kiralanmasını desteklemiÅŸlerdir. Bir endüstriyel projesi de olmuÅŸtur. Toprağın küçük bir kısmı sıradan Filistinlilerden alınmıştır. Ortaklar arasında veya komÅŸular arasında gerçekleÅŸen standart ticari faaliyetlerdir bunlar.
Filistinlilerin topraklarını Yahudilere sattığı büyük oranda doÄŸru deÄŸil o zaman.
Büyük oranda bir efsanedir bu. Toprakların büyük bir kısmı baÅŸlangıçta yabancılar tarafından satıldı. Filistinliler tarafından deÄŸil. Yunan Ortodoks Kilisesi de çok toprak sattı. Yunan Ortodoks Kilisesi Suriye’de sıkıntı yaÅŸadı çünkü Ä°ngiltere Rus nüfuzu istemiyordu. Dolayısıyla 1917’de BolÅŸevik devrimiyle birlikte Stalin Kilise’nin ekonomik desteÄŸini kesti. Yunan Kilisesi, neredeyse iflas etmiÅŸti ve topraklarını satmaya baÅŸladı. Yunan Kilisesi en fazla topraÄŸa sahip kurumdu. En zengin gayrimenkul sahibiydi ve bugün Kudüs’te hâlâ öyledir. On binlerce dönüm araziden bahsediyoruz. Onlar da Yahudi Ulusal Fonu’na çok toprak sattılar. Toprak satışında Ä°ngiliz hükûmeti ve yabancılar baÅŸat rol oynamışlardır.
O zaman Ä°ngiliz yönetimi aynı zamanda Yunan Ortodoks Kilisesi’nin etkisini de kırdı?
Filistin’de daha çok Rusların etkisini engellediler ama bu Yunan Ortodoks Kilisesi’nin de etkisini bitirdi. Dinî sebepler de var tabii.
Hukukla ilgili meselede 1948 ile daha çok 1980’lere kadar, yüzde 10’dan yüzde 95’e kadar artan toprak kontrolü tamamen hukukiydi (!). Bu sebeple Ä°srail bir hukuk devletidir. Çünkü Avrupa zihniyetinde ve iÅŸleyiÅŸinde bir sisteme, düÅŸünce yapısına sahiptir. Kanuncu bir yaklaşım yürürlüktedir. Ä°srail gönlüne göre gidip bir ev yıkmaz.
BÄ°LMEDEN BÄ°R SUÇ Ä°ÅžLÄ°YOR OLABÄ°LÄ°RSÄ°NÄ°Z!
Nasıl olur? Görüyoruz ama yıkıyor.
Önce yıkım için bir mahkeme kararı çıkarılır, sonra yıkım gerçekleÅŸir. Ä°srail bir toprak parçasına öylece gidip el koymaz. Ya da diyelim ki, bir ÅŸekilde topraÄŸa el konmuÅŸtur, bu sefer de geriye dönük topraÄŸa el konulabileceÄŸine yönelik bir kanun çıkarırlar. Bundan haberiniz olmayabilir ama siz ÅŸu an bir suç iÅŸliyor olabilirsiniz.
Nasıl?
Yarın bir kanun çıkarır ve bu çimenliÄŸi bir ay önceden baÅŸlamak ÅŸartıyla geriye dönük olarak sivillere yasak askerî bölge ilan eder ve sizi içeri attırır. Ä°ÅŸte Ä°srail’in hukukiliÄŸi budur. Sizi hedefe koymuÅŸsa bir yolunu bulur.
Bunların hepsini kanuni olarak yapıyorsa asıl soru kanunun ne olduğu?
Ä°srail, Filistin topraklarına el koymak için yeni kanunlar üretti, ardından kendi sömürgeci ideolojisine uygun hâle getirebilmek için Osmanlı ve Ä°ngiliz kanunlarını yeniden yorumladı ve yeniden yazdı. El koyma için ana kanunlardan biri “1950 Gaiplerin Mülkleri Kanunu”dur.
BoÅŸ topraklara el koyma gibi mi?
Hayır, bu boÅŸ arazilerden öncedir. 1950 Gaiplerin Mülkleri Kanunu, ÅŸayet “gaip” kelimesini “mülteci” veya “sürgün” olarak deÄŸiÅŸtirirseniz –ki Filistinlilerin yüzde 85’i topraklarından sürgün edilmiÅŸtir– Ä°srail hukuki olarak Filistin’e el koymuÅŸ oluyor. Ä°ÅŸte gaip kelimesinin olabilecek bütün karşılıkları dâhil edilerek bu insanların toprakları, evleri, okulları, arabaları, iÅŸ yerleri, banka hesapları yani sahip oldukları her ÅŸey menkuldür. Taşınabilir yani devlete geçer. DüÅŸünün Ä°stanbul’a geliyorsunuz ve Ä°stanbul’un mülklerinin yüzde 85’i size miras kalıyor. Ä°ÅŸte bu Ä°srail’in baÅŸarı iddialarından biridir.
Çalarak baÅŸarılı oluyorlar?
Evet, geldiler toprağın yüzde 85’ini çaldılar. DoÄŸal kaynaklar dâhil her ÅŸeyi çaldılar. Bu 5 milyon dönüm demektir. Bu bahsettiÄŸimiz yüzde 10, 2 milyon dönümdür. Siyonist hareket olarak 1880’lerden 1948’e kadar, 70 yıl boyunca 2 milyon dönüm satın almayı baÅŸardılar. 1948-49 arasında, bir yılda 5 milyon dönüm ele geçirdiler. Bu rakam sahip olduklarından yüzde 250 daha fazlasına karşılık geliyor. Tabii bu iki yıl, 5 milyon dönüm toprakla sınırlı deÄŸildir. 60 bin ev, 8 bin iÅŸ yeri, binlerce banka hesabı, apartmanlar, Filistinlilerin sigortaları, araçları, traktörleri, arabaları… her ÅŸeye ama her ÅŸeye el koydular. SavaÅŸ süresince daha fazla toprak iÅŸgal ettiler ve Filistinlilerin çoÄŸu köyü yok edildi.
Nasıl yok edildi?
1950 ve sonrasında Siyonist güçler bir köyü iÅŸgal eder, Filistinlileri sürgün eder ve tekrar dönmesinler diye köyü yok ederlerdi. Bu toprağı, Yahudi yerleÅŸimcilere verirlerdi. SavaÅŸ süresince insanlar 500 Filistin köyünden sürgün edildi. 1948’i takip eden yıllarda bu köylerin yüzde 95’i yıkıldı. 14-15 yıl sonrasında, 1952’de Yahudilere verdikleri topraklar ve askeriyenin ele geçirdiÄŸi toprakları elde tutmak için hukuki zemine sahip olmadıklarını fark ettiler. “Arazi Ä°stimlak Kanunu” adında yeni bir kanun çıkardılar. Kanun ÅŸunu söylüyor: Devlet ya da Yahudilerin elindeki topraklar onlara aittir. Maliye bakanı Yahudi yerleÅŸimcilerin güvenliÄŸi ve geliÅŸmesi için buna ihtiyaç duyduklarını söylemiÅŸtir. Ve tabii bu kanuna dayanarak 2 milyon dönüm topraÄŸa daha el koydular.
HUKUK DEVLETÄ° GÖRÜNÜMÜ Ä°SRAÄ°L’E ÇOK FAZLA MEÅžRUÄ°YET VERÄ°YOR
George Orwell’in 1984 romanı zihnimde canlanıyor; geçmiÅŸin gerçeklerinin bugünkü hadiselerden dolayı deÄŸiÅŸtirilmesi. Burada da benzer bir durum var bugün gerçek diye bahsettiÄŸiniz bir ÅŸey geçmiÅŸe dönük olarak deÄŸiÅŸtirilmekte. Distopik bir atmosfer bu. Hukuk, insan hakları bunun neresinde? Elle tutulur bir dayanağın olmadığı bu atmosferde Filistinliler ne yapacak? Åžayet Filistinliler Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesine giderse ne olur?
Bizim için mesele çok açık; uluslararası ve yerel hukuk sömürgeci bir düzeni sürdürmenin payandası olarak kullanılıyor. Tabii çoÄŸu Filistinliyi öfkelendiren ÅŸey de bu. Filistin meselesi çözülmesi gereken insani bir meseledir. Bu meseleyle mücadelede en iyi senaryo, uluslararası hukuki bir dava olması. Uluslararası hukuk kurumlarına baÅŸvurulmalı, Güvenlik Konseyi’ne gidilmeli vs.
Bugün siyasi deÄŸiÅŸimden dolayı Ä°srail daha faÅŸistleÅŸiyor. Abartısız söylüyorum, ilk Siyonist liderler Ben Gurion, Peres, Sharett, Levi Eshkol, Abba Eban gibi lider ve Siyonizm’in kurucuları Yahudi egemenliÄŸi olan bir yerde yaÅŸamadılar, Arap komÅŸularla yaÅŸadılar, onlarla iletiÅŸimde ve bir arada yaÅŸadılar. YaÅŸadıkları mekânın bir parçası olarak, yerel egemenliÄŸin bir unsuru olarak, tüccar, mal sahipleri olarak Filistinlilere alışkınlardı. Fakat bugünkü liderler Arapları görmek istemiyorlar. Araplarla yaÅŸamadılar, Filistinlilerle yaÅŸamadılar, sadece askerlerinin gölgesinde yaÅŸadılar ve onlara emirler verdiler. Bugün, Ä°srail dünyanın en ayrışmış bölgesidir, apartheid düzenin yaÅŸandığı yerdir.
Hükûmet tarafından Yahudi yerleÅŸimciler sürekli olarak ayrıştırılıyor yani.
Yahudi Ulusal Fonu, Yahudi Ajansı, Dünya Siyonistler Örgütü gibi yapılar sadece Yahudilere hizmet ediyor. Bunların sadece Yahudiler için olduÄŸu devlet destekli kabul ediliyor. Mevcut yönetim Batı Åžeria’da, Ä°srail içinde daha fazla topraÄŸa el koymak için, herhangi bir siyasi özgürlüÄŸü sınırlandırmak için daha fazla kanun çıkarıyor. Bu hâliyle askerî bir rejime benziyor, Ä°srail’in içi bile öyle. Son yıllarda siyasi kanaatlere yönelik daha fazla sınırlandırmalar var. Facebook’ta yaptığınız bir yorum hapse girmenize sebep olabilir. Son zamanlarda dinî-siyasi büyük bir kurum olan Ä°srail’deki Ä°slam Enstitüsü mevcut ayrımcı kanuna göre Ä°slami hareketin kurumlarının veya liderlerinin iÅŸlediÄŸi herhangi bir ihlal veya suç bulamadığında, onları suçlamak için 1945’teki Ä°ngiliz olaÄŸanüstü hâl düzenlemelerini devreye sokuyor. Bütün Ä°slami kurumlar, liderleri ve on binlerce, yüz binlerce insanın mallarına el koymak için bu kanun kullanılıyor. Bu olaÄŸanüstü hâl kanunları 1945’te bir çatışma döneminde yürürlükteydi. Bugün bu kanunu, sosyal ve siyasi bir harekete karşı kullanıyorlar. Mesela bugün Ä°srail Adalet Bakanı Ayelet Shaked Batı Åžerialı Filistinlilerin Ä°srail Anayasa Mahkemesi’ne eriÅŸimini engellemek üzere bir kanun çıkarıyor. Bu iyi olabilir, ben de avukatım ve hukuku kullanıyorum, uluslararası avukatlık yapıyorum. Hukuk devleti görünümü Ä°srail’e çok fazla meÅŸruiyet veriyor.
Ama pratikte işler fazla karmaşık.
Ä°nsanlar gelip bana evlerinin yıkım kararlarını gösteriyorlar. Binlerce insanı yıkımı durdurmak üzere toplayamıyorsanız, mahkemeye gitmeye çalışıyorsunuz ve yürütmeyi durdurma kararı aldırmak için dava açıyorsunuz ama iptal etme ÅŸansın olmuyor. Bunu yasal hâle getiremiyorsunuz, sadece zaman kazanıyorsunuz. Ä°nsanlar sadece yıkımı ertelemeye ve evlerinde bir süre daha kalmaya çalışıyorlar. Åžimdi özgürlükçü Ä°srail Anayasa Mahkemesi’ne eriÅŸimi sınırlandırmaya kalkışıyor. Ä°srail Anayasa Mahkemesi evlerin yıkılmasına ve insanların ordu tarafından öldürülmesine, Yahudi yerleÅŸimlerin kurulmasına izin verdi. Mahkeme, Ä°srail hükûmetinin en önemli silahıdır. Hukuku politik alandan çıkarmaya çalışıyorlar.
Zaman zaman Filistinlilerin haklarını savunmak için Cenova’ya gidiyorsunuz. Herhangi bir geliÅŸme oluyor mu?
Çıkış noktası uluslararası hukuk olan bir meseleyle ilgili uluslararası hukuk da problemlidir. BilindiÄŸi gibi, uluslararası hukuk güç iliÅŸkilerine, siyasete baÄŸlıdır. Ä°srail dünyada demokratik ve hukuk devleti olarak görünmeyi hâlâ umursuyor. Ä°srail sürekli kendini meÅŸru göstermeye çalışıyor ve bu sebepten bugün Ä°srail, BDS (Boykot, Tecrit, Yaptırımlar hareketi) ile sorun yaşıyor. UNICEF’in özellikle Harem-i Åžerif’in (Mescid-i Aksa) Ä°slami bir miras olduÄŸuna dair kararıyla sorun yaşıyor. BirleÅŸmiÅŸ Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi aracılığıyla Ä°nsan Hakları Konseyi’nin kararlarını engellemeye çalışıyor. Ä°srail uluslararası hukuku muhakkak uygulamayacak ama lanetlenmeyi istemeyecek kadar da umursuyor.
Cenova’da temelde iki ÅŸey yapmaya çalışıyoruz. Birincisi Filistin’i uluslararası gündemin bir parçası yapmak, ikincisi Ä°srail’in ve Siyonizm siyasetinin meÅŸruiyetini sorgulanır hâle getirmek. Bir ÅŸeyleri özellikle ve mutlak anlamda çözemeyeceÄŸimizi biliyoruz zira problem zaten uluslararası hukukta. Åžimdi Filistin’deki meÅŸhur hareketlilik, ayaklanma, intifada, protestolar, mahkemeye baÅŸvurma hepsi beraber yürütülüyor ve beraber gitmek zorunda. Mesele benim Cenova’da kiÅŸisel olarak yaptığım ÅŸey meselemizin orada, yani BirleÅŸmiÅŸ Milletler’de baÅŸladığını hatırda tutmaktır. Birçok iddia duyuyoruz ama Filistin düÅŸük sayıdaki ölümlere raÄŸmen on binlerce ölümün, yıkımın yaÅŸandığı Suriye gibi deÄŸil. Dünyanın farklı bölgelerindeki birçok ülkede olduÄŸu gibi deÄŸil durumu. Filistin uluslararası bir problemdir. Sömürge yerleÅŸimleriyle ortaya çıkan, Ä°ngiltere’nin sömürgeci bir projesidir. BM ve Avrupa tarafından, kendi sorunları olan Yahudi problemini OrtadoÄŸu’ya ihraç ederek üretilen bir meseleden bahsediyoruz. Bu sorunun uluslararası bir iÅŸ birliÄŸiyle ortaya çıktığını akılda tutarak, günümüzde Filistin probleminin geleceÄŸine baktığımızda bu, Yahudilerle Müslümanlar arasındadır.
“BÄ°ZDEN ALINAN TOPRAK, ŞİMDÄ° BÄ°ZE KÄ°RAYA VERÄ°LÄ°YOR!”
Evinizle ilgili ilginç bir hikâyeniz varmış, anlatabilir misiniz?
Ä°srail devletinin sınırları içinde yıkımlardan sonra kalan en önemli Filistin kenti Celile’dir. 1948’te Ä°srail içinde kalan Filistinliler 156 bin kiÅŸiydi çünkü 850 bin kiÅŸi mülteci olarak yerlerinden edildi. Biz Ä°srail içinde kaldık. Ä°srail bize vatandaÅŸlık vermek zorunda kaldı, dolayısıyla biz Ä°srail vatandaşı Filistinlileriz. Bugün sayımız 1.3 milyon ve Ä°srail nüfusunun yüzde 20’sini teÅŸkil ediyoruz. Topraklarımızdan kalanlara sahiplik yapıyoruz. Yüzde 2.5 toprak, bizim yaÅŸadığımız alan, binaların evlerin olduÄŸu alan yüzde 1’den daha az bir bölge. 156 binden 1.3 milyona yükseldik, biz arttıkça Ä°srail bizim daha fazla toprağımızı aldı. Ä°srail 1948’den bu yana Filistinliler için Ä°srail içinde hiçbir yeni mahalle inÅŸa etmedi.
Nüfus neredeyse 10 katı artmış durumdayken bile mi?
Evet, bunun adı YahudileÅŸtirmedir. Bırakın yeni mahalleler inÅŸa edilmesini, Ä°srail mevcut mahallelerin geniÅŸlemesine bile izin vermedi. Benim yaÅŸadığım yer Celile’nin Kana köyü, Ä°ncil’de geçen bir köydür, Hz. Ä°sa’nın mucizelerinden biri olan suyu ÅŸaraba çevirdiÄŸi yer. 10 yıl öncesine kadar Ä°srail hiçbir Filistin mahallesinin geniÅŸlemesine izin vermiyordu. Fakat nüfus artıyor, 1948’de 3 bin kiÅŸi vardı ama ÅŸimdi 20 bin kiÅŸi var. Nereye ev inÅŸa edeceksiniz? Mahallenin kıyısına yapıyorsunuz ama Ä°srailliler gelip, sizin sınırınız burası, burayı geçemezsiniz, diyor. Dolayısıyla yapılan planlamanın dışına taÅŸan evler yasa dışı oluyor.
Bu Filistin’deki diÄŸer önemli bir mesele: Yasa dışı evler meselesi!
Benim hikâyemde olan ÅŸey ÅŸu: Nasıra büyük bir ÅŸehir. Ben Gurion 1950’lerde bütün Celile’yi YahudileÅŸtirmek için bir proje baÅŸlattı. Nasıra’da Filistin mahallelerinin ortasına Yahudi yerleÅŸimleri kuruyorlardı. Bu her zamanki taktiktir. Buraya 1950’lerde Yukarı Nasıra diyorlar. Filistin mahalleleri arasındaki baÄŸlantıyı koparmak için bir yere yerleÅŸim bir yere otoban, bir yere duvar bir yere sanayi bölgesi inÅŸa ederek mekânı kontrol ediyorlar. Bu yerleÅŸimlerle Yukarı Nasıra bölgesi oluÅŸturulduÄŸunda çevredeki köylerin topraklarına el koydular ve benim köyüm Kana’dan on binlerce dönüm alan orman arazisine, sanayi bölgesine ve yerleÅŸimlere verildi. 1990’larda Sovyetler’in çöküÅŸünden sonra Rus göçmenler için ev bile yaptılar ve baÅŸka topraklara da el koydular. ABD’den tezimi bitirip döndüÄŸümde Kana’da, kendi köyümde yaÅŸamak istedim. Kana nerede! 10 yıl önce devlet toprağı kiralamamıza izin vermeye baÅŸladı. 1970’lerde bizden alınan toprağı bize ÅŸimdi kiraya veriyor. Yarım dönüm nerede, kiraya verdikleri miktar 450 m2 nerede! Üstelik fiyatı da 300-400 bin dolar arası. Bu çok yüksek bir fiyat. Genellikle daÄŸlık yerler oluyor ve yaÅŸanabilir bir yer için oraya daha fazla para harcamak gerekiyor. Neticede size maliyeti 1 milyon dolara geliyor.
Bu çok ciddi bir rakam!
Fakat bir seçenek daha var. Bu bölgede kullanıma hazır bir apartmanın fiyatı 100-200 bin dolardır, bazen daha düÅŸük olabilir. Ben 300 bin dolara toprak kiralayıp 300 bin dolar daha harcayıp bir ev yapmak yerine aniden Yahudi mahallesinde makul ve ulaşılabilir bir konut seçeneÄŸine sahip oluyorum. Mesela benim köyümden bir Yahudi mahallesi 2 dakika sürüyor, zira bizim topraklarımıza Yahudi yerleÅŸimleri monte edilmiÅŸtir. Bugün bu Yahudi yerleÅŸimlerinde binlerce Filistinli yaşıyor ve orada Yahudilerin yaÅŸaması planlandığından Yahudiler bu durumdan memnun deÄŸiller. Resmî rakamlara göre bu kasabadaki Filistinlilerle yüzde 25’i oluÅŸturuyoruz. Buna benzer baÅŸka kasabalar da var. Mesela daha kuzeyde olan Yahudi yerleÅŸimi Kermiyel bunlardan biri. Filistinli mahallelerin ortasında yer alır. Aynı durum burada da geçerli; yeni ev yeri yok, kiralar pahalı ve Filistinliler Yahudi yerleÅŸimindeki evleri satın almaya baÅŸladı. Bizim durumda buraya yerleÅŸen Rus göçmenler, o küçük kasabada yaÅŸamak istemediler, Tel Aviv ve Hayfa gibi iÅŸ imkânlarının bol olduÄŸu daha merkezî yerlere gitmek istediler. Evlerini satıp ayrılmaya baÅŸladılar. Ben de böylece bir ev aldım onlardan. Burada ilginç olan, devlet bizim bireylerden bu evleri almamızı sınırlamadı ve kontrol etmeye çalışmadı. Yahudiler için yeni bir yerleÅŸim inÅŸa ederken bizi kontrol edebiliyorlar. Toprağı satın almamızı da kontrol ediyorlar ama bireylerden satın almamıza karışamadılar.
Ahmad Amara | SöyleÅŸi Ä°slâm Dalp, Abdullah UÄŸur | Çeviri Ä°smail Aydın / Kaynak: Nihayet Dergisi- Ocak 2019
Henüz yorum yapılmamış.