Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İdlib meselesinin bölgesel-küresel ölçekte doğuracağı muhtemel sonuçlar

İdlib saldırısı, beraberinde başta Türk dış politikası olmak üzere, bölgesel-küresel bazda ciddi jeopolitik kırılmalara yol açacak bir süreci tetiklemiş görünüyor.



Ä°dlib bir kez daha gündemde. Çatışmaların önlenmesi maksadıyla bölgeye takviye olarak gönderilen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurlarına yönelik Esed rejimi saldırısı sonucunda 8 ÅŸehit ve bir o kadar da yaralı var. Söz konusu saldırıyla birlikte bölgede tansiyon yükselmiÅŸ durumda. Türkiye’nin buna verdiÄŸi ve önümüzdeki süreçte vermeye devam edeceÄŸi cevap hiç kuÅŸkusuz sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak. Zira Türkiye’ye Ä°dlib üzerinden verilmek istenen mesaj da sadece Suriye ile sınırlı deÄŸil. Dolayısıyla Ä°dlib saldırısı, beraberinde baÅŸta Türk dış politikası olmak üzere, bölgesel-küresel bazda ciddi jeopolitik kırılmalara yol açacak bir süreci tetiklemiÅŸ görünüyor.
 
Bu noktada öncelikle ifade edilmesi gereken husus ÅŸudur: Esed rejimi aslında bu eylemiyle sadece TSK’yı hedef almamıştır. TSK üzerinden Türkiye-Rusya-Ä°ran iÅŸbirliÄŸini esas alan Astana ve Soçi süreçlerini de bombalamıştır. Ä°dlib saldırısı, bu baÄŸlamda Türkiye’nin birtakım endiÅŸelerinin ve uyarılarının yersiz olmadığını da göstermiÅŸtir. Dolayısıyla bu saldırının öncelikle Türk-Rus iliÅŸkilerini, biraz daha geniÅŸletilmiÅŸ formatıyla da Türkiye-Rusya-Ä°ran iÅŸbirliÄŸi sürecini etkileyeceÄŸi çok açık bir ÅŸekilde görülüyor. Zira Esed’in arkasındaki iki önemli güç Rusya ve Ä°ran’dır; Esed rejiminin bu ikili içerisinde özellikle de Rusya’dan habersiz/onaysız bir adım atması mümkün görünmüyor. Aksi bir görüÅŸ sadece tebessümle karşılanabilir.
 
Saldırının zamanlaması, hiç kuÅŸkusuz hedefleri konusunda da önemli ipuçları veriyor. Nitekim söz konusu saldırıdan önce yaÅŸanan geliÅŸmelere baktığımızda ÅŸu hususların ön plana çıktığını görüyoruz: 1. Suriye krizinde Türkiye’nin hedeflerine önemli ölçüde ulaÅŸması ve bu baÄŸlamda sınır güvenliÄŸini korumak için kapasitesini arttırması; 2. Suriye krizinde ABD-Rusya ikilisi arasında sahada-masada bir denge saÄŸlayabilmesi ve süreci ABD ile derin bir krize girmeden baÅŸarılı bir ÅŸekilde yürütmesi (ve bunun bazı kesimlerde yol açtığı birtakım “hayal kırıklıkları”); 3. Türkiye’nin Suriye’deki enerjisini daha baÅŸka kriz alanlarına çevirmeye baÅŸlaması, bu baÄŸlamda Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz-Kuzey Afrika’da artan etkinliÄŸi ve bunun Türk-Rus iliÅŸkilerine özellikle Libya baÄŸlamındaki yansımaları; 4. “Yüzyılın AnlaÅŸması’na” Türkiye’nin verdiÄŸi sert tepki ve bunun sahaya yansıması; 5. Türkiye-Ukrayna iliÅŸkilerinde yaÅŸanan geliÅŸmeler; 6. Türkiye’nin “oyun bozucu” - “oyun kurucu” rolü, bu kapsamda artan kapasitesi ve bunun yol açtığı rahatsızlıklar; 7. Türkiye’nin bölgesel-küresel bazda artan etkisi ve kontrol edilemeyen bir aktöre dönüÅŸmesi.
 
Dolayısıyla bu saldırı bir sürpriz deÄŸil. Sürpriz, bundan sonraki olası geliÅŸmelerde, özellikle de Türkiye’nin vereceÄŸi tepkide saklı. Peki, Ä°dlib’deki rejim saldırısı ne anlama geliyor? Saldırı niçin ÅŸimdi gerçekleÅŸti? Ne tür mesajlar içeriyor? Nasıl bir süreci tetiklemiÅŸ olabilir? Türkiye buna nasıl cevap verebilir? Bu baÄŸlamda Ankara’nın elinde ne tür seçenekler söz konusu?
 
Türkiye-Rusya-Ä°ran üçlüsü yol ayrımında mı?
 
CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan 8 Eylül 2018 tarihinde resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Rejimin çıkarları uÄŸruna on binlerce masum insanın öldürülmesine göz yumulması durumunda, biz böyle bir oyunun ortağı da seyircisi de olamayız” demekteydi. CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan bu açıklamayı, gergin geçen Tahran Zirvesi dönüÅŸünün hemen akabinde Türkçe, Arapça, Ä°ngilizce, Rusça ve Farsça olarak yapmıştı. Açıklamanın Rusça ve Farsça yapılması kuÅŸkusuz derin anlamlar taşıyordu. 
 
Astana sürecinin Tahran sacayağında yaÅŸanan geliÅŸmeler, Türkiye açısından Astana’yı o tarihten itibaren “topal ördek” konumuna taşımıştı. Krizin adı “Ä°dlib” idi. Özellikle Ä°ran’ın Rusya üzerinden Ä°dlib noktasındaki ısrarı tek kelimeyle bir “kırılma”ya iÅŸaret ediyordu ve bu kırılmanın önüne 17 Eylül 2018 tarihinde Soçi’de gerçekleÅŸtirilen ErdoÄŸan-Putin zirvesiyle geçilmiÅŸti. Ä°ki liderin görüÅŸmesinin ardından, taraflar arasında imzalanan “Soçi Mutabakatı” ile kriz dondurulmuÅŸtu. En azından kritik Suriye iç savaşı sürecinde Türkiye-Rusya iÅŸbirliÄŸi muhafaza edilmiÅŸ ve taraflar 16 Kasım 2001’de imzalanan ve 27 Haziran 2016’da yeniden hayata geçirilen, çok kutuplu bir dünyayı hedefleyen geniÅŸletilmiÅŸ Avrasya merkezli iÅŸbirliÄŸine “devam” demiÅŸlerdi.
 
Fakat Suriye iç savaşında Ä°dlib merkezli yaÅŸanan geliÅŸmeler, Türkiye-Rusya arasındaki derin krizin dondurulmuÅŸ olduÄŸunu, daha da ötesi sadece buzdağının görünen yüzünü oluÅŸturduÄŸunu somut bir ÅŸekilde ortaya koymaya baÅŸladı. DoÄŸu Akdeniz-Karadeniz hattında Libya ve Ukrayna merkezli yaÅŸanan son geliÅŸmelerin bu kriz alanına yansıması ve burada Rusya’nın oynadığı ikircikli rol, önümüzdeki süreçte ikili iliÅŸkiler açısından zorlu bir geleceÄŸe iÅŸaret ediyor.
 
Bunların dışında Ä°ran faktörü de Suriye’de en az rejim kadar Türkiye-Rusya iliÅŸkilerini etkiliyor. Zira Ankara’da, özellikle Tahran Zirvesi sonrasında oluÅŸmaya baÅŸlayan kanaat, Rusya-Ä°ran ikilisinin Esed üzerinden bölgede yeni bir oyun kurmaya çalıştığı yönünde. Bu oyunda Ä°dlib’e yüklenen rol, onun üzerindeki ısrarı da ortaya koyması açısından önemli. Nitekim rejim kuvvetleri ve onunla hareket eden Rusya-Ä°ran destekli güçler Suriye’nin toprak bütünlüÄŸünü, egemenliÄŸini tehdit eden PYD-YPG/PKK’ya karşı mücadele edeceÄŸine, Türkiye ve onun desteklediÄŸi güçlere savaÅŸ açmış durumda.
 
Burada dikkatlerden kaçan bir husus, Türkiye-Rusya iÅŸbirliÄŸinden sadece ABD’nin rahatsız olmadığı gerçeÄŸi. Nitekim süreç içinde yaÅŸanan geliÅŸmeler, özellikle sahada Esed rejimi güçleriyle birlikte TSK’yı da hedef alan bu aktörü daha belirgin bir hale getirmiÅŸ durumda. Tahran zirvesinde Ä°dlib çıkışıyla Türkiye’ye karşı tutumunu net bir ÅŸekilde ortaya koyan Ä°ran’ın politikaları ve buna Rusya’nın vereceÄŸi cevap, hiç kuÅŸkusuz Türk-Rus iliÅŸkilerinin geleceÄŸi açısından büyük bir önem arz ediyor. Rusya’nın Halep’ten baÅŸlamak üzere tarafları idare etmede artık yolun sonuna geldiÄŸi, zira bu idare etme politikasının Türkiye aleyhine sonuçlar doÄŸurmaya baÅŸladığı çok net bir ÅŸekilde görülüyor.
 
Rusya’nın bu yaÅŸanan geliÅŸmelerde TSK’ya yönelik yaklaşımı da elbette dikkatlerden kaçmıyor. Türkiye’nin bölgeye takviye amaçlı gönderdiÄŸi birlikler hususunda “Rusya’ya bilgi verilmediÄŸi” ve “halihazırda Türkiye’nin Ä°dlib’de bölgeden hava destekli operasyonu olmadığı” iddiasında bulunan Rusya Savunma Bakanlığı’nın “Türk birlikleri 2 Åžubat’ı 3 Åžubat’a baÄŸlandığı akÅŸam saatlerinde Rusya tarafına bilgi vermeden Ä°dlib’deki gerilimi azaltma bölgesinde hareket etti ve Suriye hükümet güçlerinin Serakib yerleÅŸim biriminin batısındaki teröristlere yönelik saldırısının hedefi oldu” ÅŸeklindeki açıklaması, fazlasıyla düÅŸündürücü.
 
Ä°dlib Türkiye’nin kırmızı çizgisidir!
 
 
Rusya-Ä°ran ikilisinin Türkiye’nin kırmızı çizgisini oluÅŸturan yeni göç hareketlerine yol açan eylem ve tutumları da, açıkçası, Ankara açısından kendi çıkarlarına ve güvenliÄŸine yönelik bir tehdit olarak görülüyor ve Astana sürecinin iki bileÅŸeninin samimiyeti sorgulanıyor. Zira Ä°dlib’de yaÅŸanacak büyük çaplı bir çatışmanın sivil katliamlara ve beraberinde milyonlarla ifade edilebilecek yeni bir göç dalgasına yol açacağını, terör gruplarının sızmasını kolaylaÅŸtıracağını bu iki ülke de çok iyi biliyor.
 
Bildikleri bir diÄŸer husus da Ä°dlib’in Türkiye açısından önemli bir tampon bölge oluÅŸturması. Bu bölge kaybedildiÄŸinde Türkiye’nin Suriye merkezli yakın çevre politikası ciddi bir darbe alacak. En azından Ankara, Esed ve bu baÄŸlamda rejim güçlerinin, bölgede Türkiye’ye karşı yürütülen vekâlet savaşının bir unsuruna dönüÅŸtüÄŸünün çok net bir ÅŸekilde farkında. Dolayısıyla Suriye iç savaşında önemli bir merhalenin yaÅŸandığı bir dönemde, Türkiye’nin hassasiyetlerini, endiÅŸelerini ve çıkarlarını göz ardı eden bir oldubittiye Ankara’nın bu ÅŸartlar altında “evet” demesi beklenemez.
 
Bu baÄŸlamda, CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın birkaç gün önce, 31 Ocak’ta Ankara’da yaptığı bir konuÅŸmada “Ülkemizin yeni bir göç dalgasına tahammülü yoktur. Aynı zamanda yeni tehditlerin sınırlarımıza dayanmasına da seyirci kalamayız. Hiçbir ülkenin siyasi ve ekonomik çıkarı, Türkiye’nin güvenlik ve istikbal önceliklerinden daha önemli olamaz. Bu bakımdan Suriye’nin ne diÄŸer bölgelerindeki ne de Ä°dlib’deki duruma seyirci kalmayacağız. 2016’dan beri gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları, hassasiyetlere riayet edilmemesi halinde sahadaki durumu fiilen kontrol altına alma iradesinin en somut örnekleridir. Topraklarımıza tehdit oluÅŸturan kim varsa, gereÄŸini yapacağız” demesi ve özellikle son cümlesi çok önemli. Zira bu ifade, Ankara tarafından birkaç yıl önce ortaya konulan “Türkiye’nin güneyinde oluÅŸturulmaya çalışılan terör koridorunu her ne pahasına olursa olsun yok edeceÄŸiz” cümlesini muhataplar boyutunda tamamlayıcı nitelikte. CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın “Topraklarımıza tehdit oluÅŸturan kim varsa, gereÄŸini yapacağız” cümlesi ise terör koridorunu sadece örgütlerle sınırlı tutmuyor.
 
Dolayısıyla, her ne kadar 22 Ekim 2019’da “Türkiye’nin güneyinde terör koridoru oluÅŸturma çabası boÅŸa çıkmıştır” denilse de, aslında bu terör koridoru inÅŸa sürecinin halen devam ettiÄŸi görülüyor. Rejim ve arkasındaki güçlerin “Yeni Suriye”nin inÅŸasıyla birlikte Türkiye’nin OrtadoÄŸu’ya açılımını engellemeyi hedefledikleri ve kendi varlıkları ile projelerini (örneÄŸin “Akdeniz Koridoru Projesi” gibi) güvence altına almak istedikleri anlaşılıyor. Türkiye “iÅŸbirliÄŸi” adı altında bölgeden tasfiye edilmeye çalışılıyor. Bu da SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası uluslararası ortamdaki kaygan zemin ve kaypak iliÅŸkiler tespitini bir kez daha teyit ediyor.
 
Bu husus, haliyle Türkiye’nin dış politikasında niçin denge unsurunu ısrarla ön plana çıkardığını ve bu baÄŸlamda neden temkinli hareket etmesi gerektiÄŸini büyük ölçüde açıklıyor. Zira yukarıda da izah edildiÄŸi üzere, zemin fazlasıyla kaygan ve Türkiye “siyaset-strateji-araçlar” baÄŸlamındaki realitesine baÄŸlı olarak manevra kabiliyetini artırıcı, kendisine zaman kazandırıcı rasyonel bir dış politika izlemek zorunda. Bunun yolu da haliyle elindeki seçenekleri artırmaktan geçiyor.
 
Türk-Rus iliÅŸkilerinde yol ayrımı mı? 
 
Ä°dlib saldırısı, açıkçası düne kadar iddia niteliÄŸinde, zayıf bir olasılık olarak karşımıza çıkan “çıkar çatışmalarını” ve bu baÄŸlamda olası bir yol ayrımını daha da kuvvetlendirici bir son dakika geliÅŸmesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu baÄŸlamda Türk-Rus iliÅŸkilerinde saha-masa dengesi ya da uyumu saÄŸlanamadığı takdirde, Suriye’yi de içine alan farklı yol haritaları gündeme gelebilir.
 
Nitekim CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın Senegal ziyareti sonrası verdiÄŸi mesaj da aslında tam olarak buna iÅŸaret ediyor. Rusya’nın Astana ve Soçi’de varılan anlaÅŸmalara sadık kalmadığını belirten CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın “Ä°dlib’de bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurdunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız” ve “Kendi göbeÄŸimizi kendimiz keseriz” ifadeleri bu açıdan dikkate alınmalı. “Kendi göbeÄŸimizi kendimiz keseriz” ifadesiyle “Böyle bir oyunun ortağı da seyircisi de olamayız” uyarısı yan yana konulduÄŸunda, kuÅŸkusuz tablo daha bir netlik kazanıyor. Ä°dlib bu baÄŸlamda Rusya’nın “söylem-eylem” bazındaki tutarsızlıklarını gösteren bir kriz olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla Rusya’ya karşı oluÅŸan güven sorununun bir güvenlik meselesine dönüÅŸebileceÄŸi görülüyor. Nitekim CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ı böylesi bir açıklamaya iten nedenin temelinde de bu güven sorunu yatıyor. “Rusya muhatap deÄŸil” açıklaması bu yüzden önemli.
 
DiÄŸer taraftan, Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı güvenlik sorunlarının sadece Türk yakın çevresiyle sınırlı kalacağını düÅŸünmek, en büyük yanılgılardan biri olur. Türkiye’nin istikrarsızlaÅŸması en baÅŸta Türkiye’ye komÅŸu yakın coÄŸrafyayı da bir kaos ortamına sürükleyecektir. Bu da Orta DoÄŸu-Akdeniz dışında, Balkanlardan baÅŸlamak üzere, Karadeniz-Kafkasya hattını da esas alan birtakım geliÅŸmelere ve oradaki mevcut krizlerin daha da derinleÅŸmesine ve olası kriz fay hatlarının tekrar harekete geçmesine eÅŸdeÄŸer olacaktır.
 
 
Türkiye’nin önündeki seçenekler
 
Ä°dlib saldırısıyla birlikte Astana ve Soçi süreçleri anlamını büyük ölçüde yitirmiÅŸtir. Aynı ÅŸekilde, mevcut ÅŸartlar altında varlığı tartışmalı olan “Adana Mutabakatı” da “muhatap” boyutuyla bir sonuç getirecek gibi görünmüyor. Dolayısıyla Türkiye ve Rusya’nın yeni bir format çerçevesinde, “Yeni Suriye” gerçeÄŸine uygun iÅŸbirliÄŸi konusunda bir süreci baÅŸlatması kaçınılmaz görünüyor. Türkiye ve Rusya’nın baÅŸlı başına belirleyici olması, burada oldukça büyük bir önem arz etmektedir. Zira üçüncü bir aktörün oyun bozuculuÄŸu, ÅŸu ana kadar yaÅŸanan geliÅŸmelerle tescil edilmiÅŸ durumda. Rusya buna ya “evet” der ya da üçüncü aktörle yoluna devam eder. Zira Türkiye’nin sabrı tükenmiÅŸ durumda!
 
Rusya’nın fazlasıyla pragmatik politikaları, bölgesel-küresel baÄŸlamda sahip olduÄŸu potansiyeliyle orantısız bir ÅŸekilde artan gücü, baÅŸta ABD olmak üzere, diÄŸer aktörlerin ekmeÄŸine adeta yaÄŸ sürmekte. Rusya mevcut pozisyonunu devam ettirdiÄŸi takdirde, Türkiye de politikalarını yeniden gözden geçirmek durumunda kalabilir. Bu politikaların sadece Suriye ile sınırlı kalacağını düÅŸünmek ise elbette büyük bir saflık olur.
 
Bu noktada, Türkiye’nin NATO üyeliÄŸinin “NATOME” ile birlikte daha da güçlenmesi bir olasılık olmaktan çıkabilir ve Rusya’nın güneye doÄŸru politikası farklı bir sürece zorlanabilir. DoÄŸu Akdeniz’de etkinlik arayışında olan Rusya’nın gündemine Karadeniz daha yoÄŸun bir ÅŸekilde girebilir. Rusya’nın bu noktada Türkiye’nin sahip olduÄŸu jeopolitik-stratejik öneme baÄŸlı olarak mevcut pozisyonunu ve tavrını tekrar gözden geçirmesi, hiç kuÅŸkusuz 16 Kasım 2001 ruhunun devamlılığı açısından büyük bir önem arz ediyor. Ä°dlib bu baÄŸlamda Türk-Rus iliÅŸkilerinin geleceÄŸi açısından düne göre çok daha büyük önem taşıyan bir test alanıdır. Zira havada fazlasıyla provokasyon kokusu var ve süreç yeni geliÅŸmelere gebe görünüyor.
 
 
 
 
Müellif:  Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol [Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öÄŸretim üyesi ve Ankara Kriz ve Siyaset AraÅŸtırmaları Merkezi (ANKASAM) baÅŸkanı]
 
Kaynak: ANKASAM
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.