İsmail Kılıçarslan: Hak etmediğini isteyerek hakkına razı olmayanların hikâyesi
Follow @dusuncemektebi2
“Hakkını aramak” kavramından daha çok önemserim ben “hakkına razı olmak” kavramını. Zira “hakkına razı olmak” aynı zamanda hakkını aramayı da içkindir bana kalırsa.
Hadi şu boykot çağrısı yapan avukat hanımdan başlayayım örnek vermeye. Adliye kantinlerinde şöyle bir şey varmış meğer. Fiyatlar hâkim-savcılar ve adliye çalışanları için ayrı, avukatlar ve vatandaşlar için ayrıymış. Bu durumda da “hakkını aramak” için yola çıkan avukat hanım “avukatlara da aynı fiyatlar geçerli olana kadar boykot çağrısı” yapmış. Yani şu: Vatandaş yine yüksek fiyattan alsın alacağını ama adliye çalışanı olmayan avukatlar ucuza yesin içsin.
Dahası da var. Geçenlerde elektrik dağıtım firması avukatlarla “ucuza elektrik” konusunda anlaşma yaptı malum. 1 yıl boyunca indirimli ve sabit fiyattan elektrik kullanabilecek 130 bin avukat. Tabii ki bu indirimden “kantin boykotu çağrısı” yapan avukat hanım da yararlanacak.
Tipik bir “hakkına razı olmamak” meselesi olduğu için örnekledim bu meseleyi. Özelde ne avukatlara ne de -gazeteciler dışında- bir meslek grubuna şahsi husumetim yok. Sadece “sıra bana gelince yararlanırım tabii” yaklaşımı neredeyse sosyal genetiğimize yansımış durumda.
Hadi bir başka hikâye anlatayım size. Kızım, bir yerel yönetimin sınavla öğrenci aldığı bir kurumuna kabul edilebilmek için imtihana girmişti bundan birkaç yıl önce. Teknik bir sual sormak için aradığım kurum sorumlusu dostum “abi sınav da önemli tabii ama çok istiyorsan her hâlükârda kaydederiz kızımızı” teklifinde bulunmuştu. Çok ama çok üzülmüştüm bu teklife. Kızımın “hak etmediği bir hayatı yaşamasının başlangıcı olur bu teklif” diye düşünerek de nazikçe reddetmiştim. Sonuçta kızım iki puanla kaçırdı o kuruma girmeyi. Ne gam. Hak ettiği oydu işte.
Hak etmediğini isteyerek hakkına razı olmayanların hikâyesini en çok FETÖ’de gördük değil mi? Hak etmediği görevlere atanan, hak etmedikleri sınavları kazanıp hak etmedikleri okullarda okuyan bu sümüklüler topluluğu sonunda Türk halkına ateş açabilecek bir aptallık biçimine ilerlemiş olarak buldular kendilerini. Çünkü buna “haklarının olduğunu” düşündüler.
İnsan elbette “daha iyisini hak etmek için” uğraş veren bir varlıktır. Burası tamam. Ama başkasının hakkını umursamadan, dahası başkasının hakkını gasp etmeyi son derece doğal bularak yaşanacak bir hayatı “içine sindirebilen” insanların arasında yaşıyoruz artık.
Toplumsal ahlaktan, yüksek insani standartlardan dem vurmaya gelince mangalda kül bırakmayan beyaz yakalıları alalım ele mesela. En küçük yükselme ihtimalinde, her gün yemeği birlikte yediği mesai arkadaşını sırtından, daha da kötüsü kalbinden bıçaklamaya hazır bir ahlaki zemin var mı yok mu bugün Türkiye’deki iş hayatında?
Hadi “para kazanma hırsından yüzleri kararmış” bazı müteahhitleri falan geçtim. Yahu akademide cari olan “yükselmek için adam harcama sistemi”nin bazı detaylarını duydukça insanlığımdan utanıyorum.
Daha geçenlerde, hatırı sayılır büyüklükte bir üniversitemizde, kadro alma hakkı çoktan gelmiş bir akademisyene kadro verilmemesi gerekçesini şöylece duydu bu kulaklar: “Rektörlük seçiminde rektör hocamızı desteklemedi.”
Kimse kusura bakmasın ama büyük büyük politik okumalar yaparken kaçırdığımız yerlerin peşine düşmeye davet ediyorum hepimizi. Bunu herhangi bir politik irade, herhangi bir iktidar çözemez çünkü. Bunu biz, bu ülkede yaşayan insanlar çözecek.
Avukata “hakkına razı ol” diyeceğiz. Rektöre “kıçının altındaki koltuktan bu kadar endişe edip insanlara haksızlık etme” diyeceğiz. Dostumuza “iyi bir şey olduğunu bile düşünsen kimseyi kayırma” diyeceğiz.
Hakkımızı, hakkımıza razı olarak aramaya devam edeceğiz yani. Sıra bizim işimizin görülmesine gelindiğinde “her şeyi mubah” kabul edip ardından da “ama çok haksızlık ediliyor” diye vıyaklamanın manasızlığını her seferinde anlatacağız elimizin ulaştığı insanlara.
Yapabilir miyiz dersiniz?
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.