Sosyal Medya

Yasin Aktay: Kur’an tercümesindeki mükemmellik arayışı

Türkiye’de İslami kimliğin kitlelerce ne kadar benimsendiği, İslam’ın temel bilgilerine, değerlerine ve bilgi kaynaklarına eskiye nazaran ne kadar aşinalık olduğu konusunda zaman zaman duyduğumuz kötümser serzenişlere rağmen, işi ciddiye alan karşılaştırmalar yapıldığında ciddi bir ilerlemenin olduğu görmezden gelinemez.



Bu baÄŸlamda Ä°slam’ın temel bilgi kaynağı olarak Kur’an’a aÅŸinalığın Osmanlı’dan Cumhuriyete kadar nasıl bir seyir izlemiÅŸ olduÄŸu konusundaki verileri gözden geçirmeye ne dersiniz? Kur’an Osmanlı döneminde mi daha çok okunuyordu, Cumhuriyet döneminde mi?
 
Ä°lk soruya hızla ve belki ÅŸaşılacak bir cevap vererek asıl soruya geçelim: Cumhuriyet döneminde Kur’an çok daha fazla okundu, çok daha fazla gündeme geldi. Daha doÄŸrusu, çok daha fazla sayıda insan doÄŸrudan Kur’an bilgisine doÄŸrudan eriÅŸim kazandı. Hem Arapçasına hem de Türkçesine. Bu, Cumhuriyetin din projesinin neredeyse tamamen din karşıtı bir laikleÅŸtirme iradesi taşımasına raÄŸmen böyle oldu.
 
Peki neden ve nasıl böyle oldu? Bundan dolayı “LaikleÅŸtirme politikalarının temel gayesi Ä°slam’a hizmet mi idi?” gibi soruları da sorabiliriz. Ancak bu sorulara daha sonra dönmek üzere, bu gözden geçirmeleri zaman zaman tekrarlamakta büyük fayda olduÄŸunu ifade etmek gerekir.
 
Bu gözden geçirme fikri zaman zaman uyanır, uyanmalı da, ama bu sefer bu fikri uyandıran Vadi Yayınevi’nin giriÅŸtiÄŸi önemli bir proje.
 
Osmanlı’nın son zamanları ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinin Kur’an tercümelerini yayınlamaya baÅŸlamış Vadi. Ä°lk olarak da Osmanlı son devir Müslüman aydınlarından Hüseyin Kazım Kadri’nin baÅŸkanlığında bir heyet tarafından yapılan Nûrü’l-Beyân isimli tercümesi son derece şık bir baskıyla yayınlanmış. Biz Kur’an tercümesi diyoruz ancak, eserin alt baÅŸlığı “Kur’an-ı Kerim Tefsirinin Türkçe Tercemesi” olarak verilmiÅŸ ve Hüseyin Kazım Kadri’nin yazdığı önsözde ısrarla belirttiÄŸi gibi kitap Kur’an’ın doÄŸrudan bir tercümesi deÄŸil, Kur’an hakkında yapılmış beÅŸ klasik tefsirin özetinin bir tercümesidir.
 
Bu haliyle bile 1924 yılında yayınlanmaya baÅŸlar baÅŸlamaz çok ÅŸiddetli eleÅŸtirilere maruz kalan H. Kazım, aslında hem baÅŸlığı tam da tahmin ettiÄŸi bu eleÅŸtirilere karşı ön alarak özellikle koymuÅŸ hem de gerçekten de yapmaya çalıştığı ÅŸey tam da bu olmuÅŸ. Üstelik tefsirlerin özetinin tercümesini verirken kendi yorumlarından kaçınarak, hele modernist bakış açısının ideolojik baskılarıyla Kur’an’a yeni “açılımlar” getirmekten de ısrarla kaçınarak yapmış bunu.
 
Tabii beÅŸ klasik tefsirin özetini sunmaya çalışırken ortaya çıkan format bugün karşılaÅŸtığımız en iyi ihtimalle parantezli Kur’an tercümesi formatına yaklaÅŸmış. Bu beÅŸ tefsirin her birinin bir ayet hakkında verdiÄŸi tefsirlerden birbirleriyle çeliÅŸebilenler olduÄŸunda bir tercihinin olmaması da mümkün deÄŸil. Orada H. Kazım’ın her tercümenin kaçınılmaz olarak bir yorum içerdiÄŸi, bir yoruma dayandığı, bir yorumdan kaynaklandığı gerçeÄŸine pek prim vermediÄŸi görülüyor.
 
Aslında sadece kendisi deÄŸil, onun bu giriÅŸimini deÄŸerlendiren dönemin bütün Ä°slamcı SebilürreÅŸad çevresi veya Cumhuriyetçi (Rıfat Börekçi mesela) aydınlarının bile bir Kur’an tercümesinden bayağı kelimesi kelimesine mükemmel bir tercüme olduÄŸu anlaşılıyor. Cumhuriyet döneminin bu ilk Kur’an meali giriÅŸimine yöneltilen eleÅŸtiriler bugün apayrı bir külliyat tutuyor ve hepsinin altında da ilk dikkat çeken ÅŸey bu beklenti. Mükemmel bir çeviri için eksik olan sanki sadece mütercimin mükemmel bir Arapça-Kur’an bilgisi ve tercüme edilecek dile, Türkçe’ye mükemmel bir vukufiyetinin olmasıymış gibi. Bu ikisi bir araya geldiÄŸinde sanki mükemmel bir tercüme olabilirmiÅŸ gibi bir beklenti var.
 
Nûrü’l-Beyân’ı yayına hazırlayan Ömer Mahir Alper, H. Kazım’ın bu giriÅŸimine karşı farklı kesimlerden yapılan eleÅŸtirileri, belli bazı ayetlerdeki kelimelerin nasıl çevrildiÄŸine dair somut örnekler üzerinden yapılan eleÅŸtirileri derleyerek uzun uzun kaydetmiÅŸ. Bu eleÅŸtiriler ve bu eleÅŸtirilere karşı H. Kazım’ın verdiÄŸi cevapların toplamından Kur’an tercümesinin imkanına dair bu dönemde hakim olan çok ilginç bir bilinç durumunun hüküm ferma olduÄŸu görülüyor.
 
Ä°lginç olan ÅŸu: Osmanlı’da ciddi bir Kur’an tercümesi faaliyeti yok. Var olan sayılı tercüme nüshalar Kur’an satırlarının altında her kelimenin altında, kelimenin anlamını içeren, toplam bir cümle meali olmaktan uzak metinler ve bunlar bile çok sınırlı çevrelerde bulunan çalışmalar. Tefsir çalışmaları varsa da bunların kitlelere ulaÅŸtırılması ancak camilerde vaazlar, medreselerde veya huzur derslerindeki sohbetler yoluyla olmaktadır. Kur’an ulema arasında okunan ve lüzumu halinde ve sınırlı kanallarla anlamı kitlelere ulaÅŸtırılabilen bir kitap konumunda.
 
Oysa Osmanlı son dönemlerinde de, Cumhuriyetin ilk zamanlarında da Kur’an’ın anlamını bilmeye ve bunun kitlelerce de bilinmesinin önemine dönük çok ciddi bir talep oluÅŸmuÅŸ durumda ve bu talep büyük ölçüde karşılanmış da.
 
Talebin niyet ve beklentileri farklı tabi. Kimi gerçekten anlamını bilip Allah’ın bizden ne istediÄŸini, nasıl bir kılavuzluk yapmayı murat ettiÄŸini bilmeye dönük mümince bir talep, kiminde de peÅŸinen Kur’an’ın zaten bir hurafe olduÄŸu ve çevrilmesi halinde kitleler nezdindeki büyüsünün yok olacağına dair sinsice bir niyet.
 
Bu talep ve niyetlerle Kur’an tercümeleri Cumhuriyet döneminde nasıl geliÅŸti, yaygınlık kazandı ve ne tür sonuçları oldu? Bu sorulara da cevap arayalım.
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.