Özel / Analiz Haber
Kapitalist çürümeye karşı milliyetçi-sosyal yeni bir doktrin ihtiyacı-II
Follow @dusuncemektebi2
Yazı dizisinin birinci makalesinde Türkiye’de halihazırda böylesi bir arayışın altından kalkabilecek yegane akımın Türk milliyetçiliği olduğunu, bu anlamda söz konusu sahadaki olası bir atılımın ancak Türk milliyetçilerinin inisiyatifiyle gerçekleşebileceğini gerekçeleriyle açıklamaya çalışmıştım. İkinci makalemiz mevzubahis atılıma dair geliştirmeye gayret ettiğim bazı tezleri içeriyor.
Kapitalist üretim iliÅŸkileri bütün dünyada iflasın eÅŸiÄŸine geldi. Uluslar kendi tarihsel birikim ve kayıtlı külliyatları nispetinde içinde bulunduÄŸumuz bu “daimî kriz” ortamından bir çıkış yolu arıyor.
Küresel ekonomide tecrübe edilen kronik güç kaybı, artık Türkiye’nin de kapitalist modeli sorgulama safhasına girmesine vesile olmuÅŸ ve bu anlamda yeni arayışların önünü açmıştır.
Yazı dizisinin birinci makalesinde Türkiye’de halihazırda böylesi bir arayışın altından kalkabilecek yegane akımın Türk milliyetçiliÄŸi olduÄŸunu, bu anlamda söz konusu sahadaki olası bir atılımın ancak Türk milliyetçilerinin inisiyatifiyle gerçekleÅŸebileceÄŸini gerekçeleriyle açıklamaya çalışmıştım.
Ä°kinci makalemiz mevzubahis atılıma dair geliÅŸtirmeye gayret ettiÄŸim bazı tezleri içeriyor.
Åžüphesiz ki serdedilen bu tezler tartışmaya açıktır, dolayısıyla ardından gelen modelleme taslağı da – bir makale uzunluÄŸunda bütün parametreleriyle derinlemesine iÅŸlenemeyeceÄŸinden dolayı – her türlü eleÅŸtiriye ve geliÅŸtir(il)me marjına muhtaçtır.
Her ÅŸeye raÄŸmen, iyisi ve kötüsüyle, eksiÄŸi ve fazlasıyla, teklif ettiÄŸim modelin 21'nci yüzyılda yükselen Türk milliyetçiliÄŸinin ihtiyaç duyduÄŸu yeni sosyal doktrin gereksinimine mütevazı da olsa bir katkı saÄŸlamasını umuyorum.
Türkiye’de kapitalist üretim iliÅŸkilerinin çözülüÅŸü
DiÄŸer her ülkede olduÄŸu gibi Türkiye’de de halk, ekonomiden, ulusun bütün vatandaÅŸların yeme, içme, giyinme ve barınma haklarını yerine getirmenin yanı sıra zor zamanlar için rezervler oluÅŸturulmasını anlar.
Hâl böyle olunca, vatandaÅŸların bu asgarî haklarını gözeten ve ete kemiÄŸe büründürebilen herhangi bir ekonomik sistem genel anlamda meÅŸru sayılacak ve kitlesel planda kabul görecektir.
Kapitalist model (özellikle de finansal sürümüyle), Türkiye’de insanların en temel ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir olsaydı, ÅŸüphesiz ki varlığı sorgulanmayacaktı. Ancak bugün itibariyle gidiÅŸatın öyle olmadığını müÅŸahede ediyoruz.
Kapitalizm, artık Türkiye’de en basit ekonomik iÅŸlevlerini dahi layıkıyla göremez durumdadır. Ä°ÅŸsizlik rakamları gitgide büyüyor. Orta sınıf buharlaşıyor ve kademeli olarak proleterleÅŸiyor. Çiftçilik neredeyse tükenme evresine girdi.
Dahası, yeni nesle ilerisi adına yaÅŸanabilir ve gerçekçi fırsatlar sunulmuyor. Nitekim bu tabloyu yazı dizimizin birinci makalesinde ayrıntılarıyla irdelemiÅŸtik.
Ä°lginçtir, Türkiye’de liberal düÅŸüncenin ve liberal pratiÄŸin kritiÄŸini yapanların sayısı hiç de az deÄŸildir.
Farklı siyasî muhitlerden fışkıran söz konusu kritiklerin son yıllarda daha çok dillendirildiÄŸi gerçeÄŸi son derece berrak olsa da aynı muhitler nedense kapitalist üretim iliÅŸkileri ve bunun millî ekonomik hayata verdiÄŸi yıkıcı zararları muhakeme etmekten kaçınıyor.
Oysa liberalizm ile kapitalizm arasında bir nedensel baÄŸ vardır ve bu çok sarihtir. Bir yandan liberal ekolü lanetleyip, diÄŸer yandan kapitalist üretim iliÅŸkilerine yani meselenin özüne temas etmeyi reddetmek aklın alabileceÄŸi bir iÅŸ deÄŸildir.
Batı çıkışlı merkez demokrasilerin aksine, Türkiye gibi periferik demokrasilerde kapitalist üretim iliÅŸkileri çok daha onulmaz tahribatlar meydana getirmiÅŸtir.
Ucuz iÅŸgücü politikasına dayanan kalkınma ÅŸablonları neticesinde kontrolsüz kentleÅŸme yoksulluÄŸu, güvencesizliÄŸi ve insanlık-dışı çalışma ÅŸartlarını genelleÅŸtirmiÅŸtir.
Ä°laveten, tarımsal üretim kısık ateÅŸte öldürülmüÅŸ, bağımsız sanayi üretimi teÅŸvik edilmemiÅŸ ve sıcak para giriÅŸine bağımlı hâle gelinmiÅŸtir.
Bu arada ülkenin yerüstü ve yeraltı kaynakları yabancı tekellere hunharca peÅŸkeÅŸ çekilmiÅŸ, satılmış ve yok pahasına elden çıkarılmıştır.
Bu yalnızca Türkiye’de deÄŸil, hem üçüncü dünya ülkelerinde hem de “kalkınma yolundaki” periferik demokrasilerin tamamında böyle cereyan etmiÅŸtir.
Ne var ki bugün “geliÅŸmiÅŸ” addedilen Batı menÅŸeili merkez demokrasilerde dahi kapitalizmin arsızlıkları masaya yatırılmış ve alternatif mekanizmalar üzerinde çalışılmaktadır.
Tıpkı 20'nci yüzyılın baÅŸlarında olduÄŸu gibi bugün de yeni bir dünya kuruluyor. Ve yeni dünya düzeni içinde “merkezden” doÄŸadan yeni tekeller oluÅŸmadan Türkiye gibi ülkelerin acilen kendine has özelliklerden mülhem bir sistematiÄŸi ortaya koyması zarurîdir.
Dahası, Batı’da bu arayışın başını önemli ölçüde milliyetçi ve sosyal oluÅŸumlar çekiyor. Türkiye’de de böylesi bir arayışının öncülüÄŸüne soyunması gerekenler, birikimleri ve deneyimleri itibariyle ve fikrin tarihsel sosyal müktesebatına sımsıkı sarılacak Türk milliyetçileridir.
21'nci yüzyılda Türk milliyetçiliÄŸi için mesele Türk milletine dışarıdan yahut geçmiÅŸten ithal edilecek belli bir ekonomik modeli dikte etmek deÄŸildir.
Mesele, Türk milletinin hususiyetlerinden yola çıkarak kendi tabiatımızla, kendi karakterimizle uyumlu bir ekonomik modeli oluÅŸturmaktır.
Türk milletinin karakterinde ise bağımsızlık, dayanışma ve yaratıcılık gibi deÄŸerler baskındır.
Sosyal doktrinin temel ilkeleri
Türkiye’de son yıllarda büyük bir hızla ivme kazanan ve kronikleÅŸmeye açılan proleterleÅŸme eÄŸilimi tersine çevrilmelidir.
Bunun için Türk milliyetçiliÄŸinin sosyal doktrininde Türk milleti için bina etmesi gereken dört temel ilke vardır.
Bunlar sırasıyla; (1) adil kazanç hakkı, (2) insanî tüketim ve tasarruf hakkı, (3) sosyal terfi hakkı ve (4) ailevî miras edinme ve bırakma hakkıdır.
Türk milliyetçiliÄŸinin 21'nci yüzyıldaki sosyal doktrinin zemini iÅŸte bu sütunlarla beslenmelidir. BaÅŸka bir deyiÅŸle, kurgulanacak olan düzen ve sistemin amacı yukarıda belirlenen ve Türk milletine ait olan dört hakkın muhafazasını, geliÅŸtirilmesini esas almalıdır.
Türk milletine çalışma hürriyeti ve harcanan emek neticesinde adaletli bir kazanç saÄŸlama fırsatı verilmelidir.
Burada “çalışma hürriyeti”nden kasıt, güvenceli, sigortalı, adil kazançlı, insancıl çalışma saatleriyle derlenen ve elbette hayatî riskleri en aza indirilmiÅŸ çalışma ortamlarındaki hürriyettir.
Türk milleti için insanî ÅŸartlarda bir tüketim ve tasarruf ortamı yaratılmalıdır.
Ne demektir bu? Çalışan birisi elde edeceÄŸi adil kazançla yeme, içme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek, dahası kendi kiÅŸisel zevkleri, ailesi ve dahi zor zamanlar için kenara üç-beÅŸ kuruÅŸ bir birikim koyabilecektir.
Türk milletine mensup her fert için sosyal terfi imkânı olmalıdır. BaÅŸka bir deyiÅŸle herkes için bir gelecek perspektifi oluÅŸmalıdır.
Bu hakkın temini için hem birinci ve ikinci kategorideki hakların takibi titizlikle yapılmalı, hem de eÄŸitim sisteminin doÄŸru ÅŸekillendirilip toplumun liyakat esasına göre organize olmasını gözetmek gerekecektir.
Son olarak Türk milletine mensup her ferdin miras edinme ve bırakma hakkı korunmalıdır ki, bu hak yalnızca ilk üç hakkın sahiplenilmesi durumunda gerçekleÅŸtirecektir.
Bu haklar aynı zamanda Türk milletine bağımsız düÅŸünme imkanını, yaratıcı olma imkanını ve bireysel-toplumsal sorumluluk geliÅŸtirme imkanını da saÄŸlayacaktır.
Zira bu dört hakkı haiz olmayan bir milletin serbestçe düÅŸünce üretmesi, yaratıcılığını büyütmesi ve nihayet sorumluluk alması olanaksızdır.
Sosyal doktrinde siyasî iradenin ekonomik görevleri
Esnafın, zanaatkârların, serbest meslek erbabının ve dahi küçük ölçekli aile ÅŸirketlerinin ekonominin kılcal damarlarını teÅŸkil ettiÄŸi bir gerçektir.
Günlük dinamizmi saÄŸlayan aktörler bunlardır ve kapitalist üretim iliÅŸkileri her ne kadar buralara da sirayet etmiÅŸse de etkisi orta-büyük iÅŸletmelere kıyasla çok daha düÅŸük seyretmektedir.
Türk milliyetçiliÄŸinin 21'nci yüzyıldaki sosyal doktrininde kapitalist üretim iliÅŸkilerinin çok gaddarca hüküm sürdüÄŸü orta-büyük iÅŸletmelerde mutlak mülkiyet hakkının kısıtlanması düÅŸünülür.
Sosyal doktrinde toprak, yerüstü ve yeraltı doÄŸal zenginlikler ve orta-büyük üretim iliÅŸkilerinde yegane hissedarlar ve dolayısıyla da mutlak mülk sahipleri kapitalist sınıf deÄŸildir.
Zira bu parametreler ulusun bizzat kendisinin bağımsız yaÅŸayışını tayin eder. Dahası, bu alanlarda varlık belirten kapitalist sınıfın “mutlak” yetkileri elinden alınmıştır ve farklı bir teÅŸebbüse, ulusal ölçekli bir teÅŸebbüse devredilmiÅŸtir.
Açıklayalım.
Sosyal doktrinde Türkiye’nin bağımsız ve özgür bir devlet idealine ulaÅŸması, milletin (özellikle de millet içindeki en savunmasız, en maÄŸdur kesimlerin) en insanî taleplerinin uygulanması hedefiyle kol kola, omuz omuza ilerler.
Bir ülkenin siyasî özgürlüÄŸünün omurgasını üç etken belirler: Tarımda otarÅŸiye (kendi kendine yeterli olma niteliÄŸi) ulaşılması, sanayide (ağır, hafif, teknolojik, bilimsel vb.) bireysel inisiyatifin kamu desteÄŸiyle harmanlanması ve nihayet ulusal düzlemde adilâne bir emek politikası izlenmesi.
Hâl böyle olunca, denilebilir ki iktidar kartlarının yeniden dağıtıldığı küresel siyasette, kendi içinde bu üç etkeni ayaÄŸa kaldırabilecek ve koordine edebilecek ülkeler yeni dünya düzeninde belirleyici bir konuma eriÅŸebilecektir.
Türk milliyetçiliÄŸinin rolü, tam da bu noktada 20'nci yüzyıldan kalan totaliter kimi tasavvurların (ve dahi dogmaların) tuzaklarına düÅŸmeksizin, kapitalist üretim iliÅŸkilerini tepetaklak etmek suretiyle zamanın ruhuna uygun yeni bir sosyal doktrini oluÅŸturup bunu Türk milletinin yüksek takdirine bırakmaktır.
Emek, Devlet, Ä°ÅŸletmeci TeÅŸebbüsü (EDÄ°T) bu baÄŸlamda sosyal doktrinin kalbini, çekirdeÄŸini yansıtmaktadır.
Emek, Devlet, Ä°ÅŸletmeci TeÅŸebbüsü (EDÄ°T) modeli
Türk milliyetçiliÄŸi için EDÄ°T, Türkiye’deki orta-büyük ölçekli tarım ve sanayi faaliyetlerindeki yeni üretim iliÅŸkileri modelinin adı, açılımı sayılabilir.
EDÄ°T’te emek örgütlüdür. Ulusal Emek Konfederasyonu (ULU-EK) ülkede örgütlenen bütün özgür sendikal oluÅŸumların ve kooperatiflerin ÅŸemsiye teÅŸkilatı vasfını taşır.
ULU-EK’in yönetim seçimlerine devlet (siyasî erk) kati suretle müdahil olamaz ve bu anlamda yönetim kadrosu ülke çapındaki sendika ile kooperatif üyelerinin oylarıyla seçilir.
ULU-EK’in varlığı anayasayla, bünyesindeki yerel-genel özgür seçim süreçleri ise yasalarla garanti altına alınmalıdır.
EDÄ°T’te devlet hem tarımda hem de sanayide kâra doÄŸrudan ama farklı yüzdelerle ortaktır. Orta ve büyük ölçekli üretimde devletin kâra bizzat ortak oluÅŸu iÅŸletmelerin ve çalışanların vergi külfetini de dolaylı yoldan ortadan kaldırmış oluyor.
Tarımda devlet orta ve büyük iÅŸletmelerde – ki çalışanlar kooperatiflerde bir araya gelmiÅŸ durumdadırlar – toplam kârın yüzde 51’ini elinde bulundurur. Çiftçi kooperatifleri geriye kalan yüzde 49’luk kâra ortaktır.
Bu anlamda sıradan bir tarım iÅŸçisi, yıl boyu aldığı aylık maaÅŸa ek olarak yıl sonunda yapılacak olan kâr dağıtımından toplu olarak yüzde 49’luk bir pay alabilecektir.
Dahası, tarımsal üretim esnasında zuhur edecek olan elektrik, su, gübre vb. giderler devletin yüzde 51’lik kâr payının marjından karşılanacaktır.
EDÄ°T bünyesinde tarımda mutlak otarÅŸi hedeflendiÄŸinden, Ziraat Fakülteleri’nin yeniden canlandırılması ve harekete geçirilmesi varoluÅŸsal bir sorundur.
Devlet, tıpkı öÄŸretmen veya hekim atar gibi, inÅŸa edilecek muhtelif Tarım-Kentler’e ziraat mühendisleri atayacaktır.
Ziraat mühendislerinin maaÅŸları dolgun olacak, kooperatiflerin de gönüllü katılım ÅŸartları doÄŸrultusunda üretim kotalarına ulaşılması ve dahi bu kotaların aşılması durumunda primlerle ödüllendirilecektir.
Varlığını küçük ölçekli iÅŸletmeler kanalıyla sürdürmek isteyen yapılar olursa, bu elbette mümkün olacaktır ve fakat küçük iÅŸletmecinin dahi Ziraat Fakülteleri’nden kısa süreli (2 yıl) bir eÄŸitim alması ÅŸartı aranacaktır.
Keza orta-büyük ölçekte kooperatifleÅŸmeyi tercih eden çiftçinin sahip olduÄŸu elektrik, su, gübre vb. kolaylıklar küçük ölçekli iÅŸletmelere saÄŸlanmayacak ve adil bir vergiye de ayrıca tabi tutulacaktır.
Toprak aÄŸalığı, mevsimlik tarım iÅŸçiliÄŸi, aracılık müessesesi vb. bilumum feodal-kapitalist kalıntıların topyekûn temizlenmesi esastır.
Tarım-Kentlerin oluÅŸumu ve özendirilmesiyle birlikte çarpık kentleÅŸmenin de önüne geçilmesi, kentlerden kırsal alanlara göçün tersine iÅŸletilmesi mümkün olacaktır.
Tarımda olduÄŸu gibi, madenlerde, ormanlarda, sahillerde, velhâsıl toprağı ve/veya yerüstü-yeraltı zenginliklerimizi ilgilendiren bütün saha ve sektörlerde söz konusu model aynen uygulanır.
EDÄ°T’in her türlü sanayi üretimine bakışı ise tarıma ve benzer sektörlere nispetle biraz daha farklıdır.
Bu anlamda orta-büyük ölçekli üretim yapan tesis, fabrika, atölye vb. çalışma sahasında iÅŸletmecinin inisiyatifi fevkalade önemlidir. Tarımdaki organizasyonun aksine, sanayide iÅŸletmecinin yaratıcılığı, giriÅŸimi ve risk algısı daha belirleyicidir.
EDÄ°T’e göre orta-büyük ölçekli üretimlerde iÅŸletmeci tek başına yahut sivil ortaklarıyla birlikte kârın yüzde 51’ine ortaktır. yüzde 51 bir çoÄŸunluk ifade etse de, bu yalnızca sembolik bir “50+1” durumudur zira yıllık kâr dağıtımının kural ve kaideleri yasayla mühürlenecektir.
Üretimde görev alan iÅŸçiler kârın yüzde 21’ine, devlet ise kârın yüzde 20’sine ortaktır. Tıpkı tarımda olduÄŸu gibi, devlet bahsi geçen tesislere elektriÄŸi ve suyu ücretsiz verir ve iÅŸletmeciden vergi almaz.
Öte yandan geriye kalan yüzde 8 ise her yıl mecburî olarak ÅŸirket-tesis bünyesindeki araÅŸtırma-geliÅŸtirme (AR-GE) çalışmalarına vakfedilir.
Buna göre yatırımcının aklına parlak bir fikir gelir, kolları sıvar ve inisiyatif alır. Åžirketini kurduÄŸu anda – düzenlenecek yasalar gereÄŸi – jenere edilecek kârın yüzde 51’i kendisine aittir.
Üstelik ÅŸirketin kâra geçmesi için nesnel ÅŸartlar uygundur zira vergi yükü ve elektrik, su gibi giderler yoktur.
Ä°ÅŸletmeci üretimdeki ÅŸartları ULU-EK ile anayasal ve yasal çerçevede müzakere eder ve iÅŸçilerle birlikte üretim macerasına atılır.
Ä°ÅŸçiler aylık maaÅŸlarını alırlar ve fakat yıl sonundaki kâr dağıtımında kârın yüzde 21’ine ortaktırlar.
Devlet ise hem giriÅŸimcisine baÅŸlangıç aÅŸamasında dolaylı olarak büyük kolaylıklar sunmuÅŸtur, hem de günün sonunda yüzde 20’lik kâr payını baÅŸka alanlarda milletin yararına kullanabilmek için alacaktır.
AR-GE faaliyetlerine aktarılan yüzde 8’lik kâr payı ise iÅŸletmenin devamlılığını, büyümesini ve geliÅŸmesini temin etmekte, bu vesileyle ihracat imkânlarını da ayrıca artırmaktadır (Bkz: Çinli “Huawei” ÅŸirketi hâlihazırda yıllık kârının yüzde 12’sini AR-GE’ye tahsis etmektedir).
Türk milliyetçiliÄŸinin 21'nci yüzyıldaki sosyal doktrini ve onun özü mahiyetindeki EDÄ°T, çalışanları, emekçileri Türk ekonomisinde bir özne hâline getirmeyi amaçlıyor.
Dahası, bu baÄŸlamda iÅŸletmeci de “gözünü kâr hırsı bürümüÅŸ kapitalist” hüviyetinden boÅŸanıyor. Üstelik her Türk vatandaşına Türk ekonomisinin ortağı ve hissedarı olabilme fırsatı veriliyor.
Ä°nsanlar yukarıda arz edilen (1) adil kazanç hakkını, (2) insanî tüketim ve tasarruf hakkını, (3) sosyal terfi hakkını ve nihayet (4) ailevî miras edinme ve bırakma hakkını EDÄ°T’le saÄŸlamış oluyorlar.
ÖrneÄŸin bir çiftçi kooperatifte çalıştıktan sonra bu çarkı terk edip birikimleriyle kendi küçük ölçekli üretimini tesis edebilir.
Keza fabrikada çalışan bir iÅŸçi, bir süre sonra tarıma yönelebilir yahut esnaf olmak, küçük ölçekli iÅŸletmesini kurmayı düÅŸünebilir.
Küçük ölçekli faaliyetlerden edinilen birikimlerle bir kiÅŸi yatırımcı, orta-büyük iÅŸletmeci de olmak isteyebilir.
Buradaki temel mesele aslında insanlara bu fırsatları ve bu hürriyetleri saÄŸlamaktır. Ä°steyip istememesi baÅŸka bir konudur.
Sosyal doktrin ve EDÄ°T iÅŸte bu fırsatları ve hürriyetleri doÄŸurmaya yardımcı olabilecek bir araçlar yumağıdır yalnızca.
Üçüncü ve son makalemde sosyal doktrinin ve dahi EDÄ°T’in uygulanabilmesi için gerekli olan siyasî-felsefî ÅŸartları incelemeyi umuyorum.
Müellif: Sinan Baykent (Siyaset Bilimci) / Kaynak: The Independent Türkçe
Henüz yorum yapılmamış.