Kemal Sayar: İnsan bitmeyen bir süreçtir
Follow @dusuncemektebi2
İnsan, yenilgilerine yaklaşma biçimiyle olacağı kişi haline gelir. Düştüğümüz yerden doğrulacak mıyız? Yoksa yenilginin yarattığı örselenmeye sıkışıp kalacak ve bitmek bilmez bir yasa mı kapanacağız?
“Dağılmış bir dumanım ben”. Bir bahar rüzgarını izleyerek insanların dünyasına çıkıyorum. Az ötede bir genç elinde gitarıyla ateÅŸli bir marÅŸ söylüyor, barikatlardan söz ediyor. Hah iÅŸte ! Aynı marÅŸlar, aynı sözler ve imgelerle oturmuÅŸ ölümü bekliyoruz. Kendi üzerine katlanan zaman. Canlı taklidi yapan ölü. Oysa barikat içimizde. Uyuyan kuÅŸların gözyaÅŸlarını içen pervaneler gibi, gıdasını rüyalardan alan bir hayatı kovalıyoruz. En derin arzumuz olduÄŸumuz gibi sevilmektir. Tanınmak isteriz. Tanımak, ötekinin sebeplerini bilmek için hazır olabilme kabiliyetidir. Ne de olsa “kalbin aklın bilemeyeceÄŸi sebepleri vardır”. Kalbin sebeplerini akılla bilemeyiz. Kalp kalbe konuÅŸur. Hal hale konuÅŸur. Ä°nsandan insana giden yolu bulmak için, beni ve onu ayıran alanda serbestçe gezinmek, benliÄŸin sığınaklarından çıkmak gerek.
Ä°nsan, yenilgilerine yaklaÅŸma biçimiyle olacağı kiÅŸi haline gelir. DüÅŸtüÄŸümüz yerden doÄŸrulacak mıyız? Yoksa yenilginin yarattığı örselenmeye sıkışıp kalacak ve bitmek bilmez bir yasa mı kapanacağız? Ä°nsan, olmakta olandır. Ä°nsan, gelmekte olandır. Anne babalarımız, milletimiz, mesleÄŸimiz, dinimiz, beynimiz her biri kim olduÄŸumuza dair belirli ölçülerde katkıda bulunur ama insan hiç bitmeyen bir süreç, günbegün çoÄŸalan bir maceradır.
Dünya küreselleÅŸtikçe nefret ve ÅŸiddet büyüyor, gruplar birbirine yaklaÅŸtıkça düÅŸmanlık yoÄŸunlaşıyor. Ä°ki insan arasındaki mesafe büyüyor. Aynı iÅŸ yerini paylaÅŸtığımız, aynı sokaklarda gezindiÄŸimiz insanlarla oturup hoÅŸbeÅŸ edebilme imkanı giderek ortadan kalkıyor. BaÄŸlanma olmadan kopma, içe almadan bastırma olmaz. Ä°çe alma ve dışa atma konusunda sürgit bir gerilim var. Bazı ulus devletler güç kaybederken baÅŸka grup ve toplumlar kendi hükümran devletlerini kurmaya çalışıyor. Günümüz savaÅŸları ve ulusal çatışmaları, baskın grupların öteki saydığını içe almak istemediÄŸini ve madun olana benzemekten ölesiye korktuklarını gösteriyor. Bir baÅŸkası olma korkusu. ÇözülmemiÅŸ ve iyileÅŸtirilmemiÅŸ travmalar; korku, öfke ve güvensizliÄŸi besler ve iÅŸbirliÄŸini önler. Bastırılmış ruhsal travmalar yeni nefret karşıtlıkları ve önyargılar üretir, çatışmaları çoÄŸaltır.
Politika söylenmemiÅŸ olanı baÅŸka yollarla açığa çıkarır, inÅŸa eder. Ötekinin radikal bir biçimde kötücül olduÄŸu ve beni/bizi tahrip etmeye hazır beklediÄŸi faraziyesi, kendisini sürekli üretmek ister. Her yerde aynı gulyabani. Bütün dünya pusudadır madem, safları sıklaÅŸtırmak ve bize benzemeyenleri ayıklamak icap eder.
Hükümran devlet ve gruplar, kendileri için insancıl bir yüz ve adaletli bir imge inÅŸa etmeye pek heveslidir. O yüzden savaÅŸta evvela hakikat kaybedilir. Güçlü de alkışlanmak, sevilmeye deÄŸer, sevilebilir bulunmak ister. Efendi, köle tarafından tanınmakla yetinmez, ondan sevgi de talep eder. Ne kadar zalim olursa olsun, yine de sevilmeyi arzular. Ötekinin arzusuna sahip olduÄŸunu bilmelidir, kendisini ‘iyi’ bilmelidir. Ötekinin gözlerinde sevgi yerine teessür gördüÄŸünde, sevilesi ve adil olma hakkını savunması gerektiÄŸini düÅŸünür. Elde kendini meÅŸrulaÅŸtırmanın daha iyi bir yöntemi olmadığından, nefret dolaşıma sokulur. Ötekini bir suçlama nesnesine dönüÅŸtürerek, efendi, kendi iyiliÄŸine duyduÄŸu itikadı saÄŸlama alır. “Kötü olan ben deÄŸilim, o” der, “Ben kendimi savunmazsam o ilkel hayat tarzıyla ülkemi istila edecek!” “Hayat biçimlerimiz tehdit altında!” diye vaveyla koparan Avrupa ülkeleri; Afrika, Asya veya OrtadoÄŸu’dan gelen yeni göçmenlere karşı saldırgan politikalar yürütür.
“Farklılığın kaynağı olarak ‘yabancı’yı hoÅŸ karşılamak, ‘yabancı’ figürünü içeri alınacak kiÅŸi olarak üretmek anlamına gelir” der Sara Ahmed. ÖtekileÅŸtirme bazen çok kültürlülük söylemi içine dahil edilme eylemleriyle de gerçekleÅŸebilir. Biz iyi çoÄŸunluk ; iyi, uyumlu ve itaatkâr olduÄŸunuz sürece sizinle konuÅŸmaya ve sizi içimize almaya hazırız. Harlem’de saçlarını düzleten zencileri seviyoruz, dinlerinden utanan Müslümanlara bayılıyoruz, bizim üstün uygarlığımıza boyun eÄŸmiÅŸ eÄŸitimli DoÄŸulular tadından yenmiyor ! Ä°dealizasyon/ülküleÅŸtirme narsistik bir kibri ele verir, ötekinin eÅŸitsiz bir varlık olarak yaratılması yönünde bir düÅŸsel ihtiyacı karşılar. Ä°dealizasyon yoluyla kiÅŸi, korktuÄŸu arzu ve yasak iliÅŸkilerini denetim altına alır, arzunun kötü nesnesini bir ideale dönüÅŸtürür. Ä°nsanı çaresizlik içinde bırakan ikircimli bir arzu, böylece kurgu halini alır. Peki neden? Ötekinin arzusu baskın grubun güç garantisidir, yönetme zevki ve kendinden menkul haklılığıdır. “EÄŸer seviliyorsak o halde iyi ve adiliz demektir”. Naziler bile, hiç deÄŸilse baÅŸlarda, dünyaya “iyi’’ yüzlerini, insancıllık ve uygarlıklarını göstermeye yeltenmiÅŸlerdir.
Yakınlığın endiÅŸesi ne kadar büyükse, ötekinden ayrılmanın ihtiyacı o kadar güçlüdür, çünkü onun varlığı hükümranlığın sınırlarını çizmektedir. “Senden nefret ediyorum, ölmeni istiyorum” cümlesi tersine bir biçimde ÅŸöyle de okunabilir: “Sana çok ihtiyacım var ve böyle hissetmeye katlanamıyorum”.
Ä°dealizasyon gibi, öznenin dünyasını çökmekten koruyan bir ruhsal savunma düzeneÄŸi daha var: Bölme, ikiye ayırma… Bilinçli bir körlük, bana acı veren ÅŸeyi görüyor ama yadsıyorum. Onu iyi ve kötüye bölüyorum, kötü tarafın üzerimde yaratacağı hasarları onarması için ondaki iyiye sığınıyorum. EÄŸer ötekini sadece kötü olarak görseydik gerçeklik çok tehlikeli ve kötücül olacaktı. AÅŸk ve nefret. Ä°yi ve boyun eÄŸici imgesini bir zevk ve kendimizi yüceltme aracı olarak kullanırız: “Biz iyiyiz çünkü sizi kabul ediyoruz.” Ama öteki saydığımız boyun eÄŸmeyi ve görünmez olmayı reddederse, iyi ötekinin varlığa ve dile bürünmesine izin vermek istemeyiz. Benimle aynı renge boyanmayan Öteki tümden kötü ve düÅŸmandır artık. Varlık ve dil isteyen sessiz iyi, birden kötü ve tehlikeli bir hüviyet kazanır. Çünkü tahakküm zevki ve ahlaki üstünlük yanılsaması elden gitmiÅŸtir. Öteki artık bize yeterince iyi olma hakkını vermemektedir. “Önce sadakat!” diye bağıran ses bu gölge tiyatrosunda “eÄŸer yeterince iyi olsaydın…” “eÄŸer bizi yeterince sevseydin” demektedir bir bakıma. Böylece konuÅŸmanın sınırlarına gelir dayanırız. Bir karşı dil, bir ikame dil; öteki tarafından sevilme arzusunu gizleyerek nefrete yönelir. Öteki bir kez ‘mutlak düÅŸman’ a dönüÅŸmeye görsün, kötü bütün zamanlarda kötülüÄŸün timsali sayılır. Zamanın çöküÅŸüyle yüzyıllar önce vuku bulmuÅŸ travmatik olaylar sanki dün olmuÅŸçasına bugüne getirilir. “Mendilimde kan sesleri” vardır o zaman, daima kanayan bir yara, sürgit bir kan davası vardır. O iklimde kendi grubuma duyduÄŸum sevgi, öteki gruba duyduÄŸum düÅŸmanlıkla at başı gider. Biz ve onlar arasındaki yarık büyür.
Dağılmış bir dumanım ben. Yarıklardan içeri sızıyorum. Ä°nsanların arasındaki bölgelerde dolaşıyorum, barikatların üzerinden geçiyorum, açık bırakılmış yaralardan giriyorum. Ne tümden iyiyim, ne tümden kötü. Ä°nsanım, olmakta olanım. Nefret kurutur beni, sevgi diriltir. Ä°nsanım, bu dünyaya var olmaya deÄŸil, yâr olmaya geldim.
Henüz yorum yapılmamış.