İslam coğrafyasına ikinci bir Endülüs mü yaşatılmak isteniyor?
Follow @dusuncemektebi2
Böyle bir atmosferde her ne kadar gizliden gizliye ‘acep sonumuz Endülüs gibi mi olacak’ korkusu sarsa da inanmış insana düşen ümitvar olmaktır. Çünkü karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın vakittir.
“GeçmiÅŸten adam hisse kaparmış... Ne masal ÅŸey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Mehmet Akif
Sonumuz Endülüs olmasın!...
Ä°çinde bulunduÄŸumuz yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreÄŸinde dünya yeniden deÄŸiÅŸim sinyalleri vermeye baÅŸladı. Yirminci yüzyılın sonundan itibaren teorik altyapısı oluÅŸturulmaya baÅŸlanan ‘Yeni Dünya Düzeni’ artık alenen sahneleniyor. GeçtiÄŸimiz yıllarda OrtadoÄŸu’yu kışa çeviren sözüm ona ‘Arap Baharı’ Ä°slam dünyası için tam bir yıkılış oldu. Yankısı hala Suriye’de devam eden bu yıkım; binlerce genç, yaÅŸlı, çocuÄŸun ölümüne ve milyonlarca insanı evsiz, yurtsuz bırakan vahÅŸete dönüÅŸtü. Suriye’de yaÅŸananlar bir Endülüs provası gibi geliyor insana. Çünkü sadece insanların canına deÄŸil, bir medeniyetin de yok edilmeye çalışıldığına ÅŸahit oluyoruz. Nerede bir tarihi eser (cami, medrese, köprü, han, hamam, saray…) varsa üzerine bombalar yaÄŸdırılıyor. Adeta bu coÄŸrafyanın kimyası deÄŸiÅŸtirilmek isteniyor. Buralarda yaÅŸayanlar büyük göçlere zorlanıyor. Öyle ki milyonlarca insan yurtlarından edildi. Ä°leriki yıllarda buraya nüfuz transferi olursa ÅŸaÅŸmamak gerekir. EndülüsleÅŸme dediÄŸin böyle bir ÅŸey deÄŸil mi zaten?
Irak’ta ise hala dinmeyen karışıklıklar devam ediyor. Konsolosluklar iÅŸgal ediliyor, liderlere suikastlar düzenleniyor, askeri üsler bombalanıyor. Mezhepsel çatışmaların fitili burada yakılmış durumda. Yeni bir dünya savaşının kokuları var her tarafta. Sonunun nereye varacağını ise zaman gösterecek.
Ancak ölen, gene bu coÄŸrafyanın insanları. Hanelerine ateÅŸler düÅŸen yine Müslümanlar… oyun yine aynı. BaÅŸkaları bu coÄŸrafyada bizi bize öldürterek baÅŸkalarıyla hesaplarını görüyorlar. Ve haliyle olanlar, gene Ä°slam dünyasına oluyor. Burada da bir EndülüsleÅŸme uzak ihtimal deÄŸil!...
Ä°srail tarafından canı sıkıldıkça adeta açık hava hapsindeki Filistinlilerin başına yaÄŸdırılan bombalar ve buna karşı bütün dünyanın sessizliÄŸi tarihteki tekerrürün halkaları olarak devam ediyor. Sözüm ona, insan hakları savunucuları ve demokrasi havarilerinin gıkı bile çıkmıyor.
Ve gün geçtikçe ajanslara düÅŸen yeni iÅŸgaller, soykırımlar, ilticalar, bombalar, suikastlar, ölümler!… En acısı ise çocuk feryatları!... ÇaÄŸ hiç böylesi bir vahÅŸete sahne olmamıştı.
Bütün bu yaÅŸananlar Ä°slam dünyasının EndülüsleÅŸtirilmek istenmesi deÄŸilse nedir? Olup bitenleri baÅŸka nasıl izah edebiliriz?
Ülkemizde yaÅŸananlar ise, umutla korku arasında bir sarkaca dönüÅŸmüÅŸ durumda!... Hangi taşın altında neyin/kimin çıkacağını kestirmek zor. Enva-i çeÅŸit kılıf ve örtü ile yıkıma geliyorlar. Son derece kalleÅŸçe bir savaşım var! Öyle ki insanların birbirine hiç güveni kalmadı.
Zaman zaman umutlandırıcı görüntüler oluÅŸsa da; süreç içiresinde yaÅŸananların arka planları irdelendiÄŸinde maalesef olup bitenler karşısında endiÅŸelenmemek elde deÄŸil. Lakin yine de çaresiz deÄŸiliz!
Çünkü; ülke adına, toplum adına ümitvar olmaktan baÅŸka çaremiz yok!...
Tarih tekerrür ediyor
Malum; Batılılar tarafından “Hasta Adam” olarak görülen Osmanlı, yine Batılıların oyunlarıyla padiÅŸah Sultan Abdülaziz 1876 yılında tahttan indirilip zindana atılınca artık Osmanlı’nın iÅŸinin bittiÄŸi düÅŸünülüyordu. “Hasta Adam” can çekiÅŸiyordu ve mirası bir an önce paylaşılmalıydı.
Ancak beklenen ölüm bir türlü gerçekleÅŸmedi. Ölüm merasimi uzadıkça uzadı. Öyle ki Sezai Karakoç’un ifadesiyle cenaze töreninde dayanamayıp bir bir ölenler oldu. Bir sabah zindana konulan Sultan Abdülaziz’in iki kolunun bilekten kesilerek ölü bulunmasının akabinde tahta geçen V. Murat, akli dengesinin yerinde olmaması nedeniyle ancak 93 gün ülkeyi yönetebildi.
“Hasta Adam”ın ömrünü otuz üç yıl uzatabilen II. Abdülhamid ise 1876 yılında tahta geçtiÄŸinde babalar ve oÄŸullar (yaÅŸlılar ve gençler) arasında kıyasıya bir mücadele vardı. Sultan II. Abdülhamid yaÅŸlılarla ülkeyi yönetemeyeceÄŸinin farkındaydı. Gençler ise, yönünü Batı’ya çevirmiÅŸ ülkeyi adeta uçurumdan aÅŸağı atma durumundaydılar. Sultan II. Abdülhamid, Alman Åžansölyesi Bismarck (1815-1898) zekasına sahipti ve onun yaptığı taktiÄŸi uygulamaya baÅŸladı. Ancak Bismarck kadar ÅŸanslı deÄŸildi. SavaÅŸtan savaÅŸa savrulan, eÄŸitimde gerekli reformları yapamayan, düÅŸüncede donuklaÅŸan ve dolayısı ile de toprak kaybıyla birlikte büyük borçlar altına giren koca imparatorlukta Bismarck’ın sahip olduÄŸu aydınlar sınıfı diye bir güruh yok denecek kadar azdı. Sultan II. Abdülhamid bu süreçte ülkeyi yaÅŸlılar grubu ile birlikte yönetmeye çalışırken gençlerin de gönlünü kırmadan oyalama taktiÄŸi uyguladı. Ve hızla maarifte yenilik hareketi baÅŸlattı, yeni okullar açtı, modern eÄŸitime imkân oluÅŸturdu. Bütün bunlardan amaç; birlikte ülkeyi düze çıkaracak aydınlar sınıfı oluÅŸturmak ve ülkeyi hep birlikte kalkındırmaktı. Lakin Batı’daki okul Sultan II. Abdülhamid’in okullarından daha hızlı davrandı ve erken mezunlarını verdi. Gençler, Sultan II. Abdülhamid’e karşı kışkırtıldı ve politikaya erken katılmaları saÄŸlandı. Netice olarak, 1908’de II. MeÅŸrutiyet ile birlikte Sultan II. Abdülhamid tahttan indirildi ve Ä°ttihat ve Terakki baÅŸa geçti.
Derken Balkan SavaÅŸları, Çanakkale Savaşı, Sarıkamış Faciası, Arap Ayaklanmaları ve I. Dünya Savaşı neticesindeki ağır bir yenilgi yaÅŸandı. Bu süreçte ülkeyi kurtuluÅŸ reçeteleri de havada uçuÅŸup durdu. Kimi yönünü Batı’ya çevirdi, kimi kurtuluÅŸu Türkçülükte aradı, kimisi de yeniden diriliÅŸ için Ä°slamcılığa sığındı.
Neticede KurtuluÅŸ Savaşı ile birlikte varlık-yokluk mücadelesi verilmiÅŸ ve bir avuç Anadolu topraklarında sıkışıp kalmışız. Anadolu çocuklarının iman gücüyle KurtuluÅŸ Savaşı’nda düÅŸmanları topraklarımızdan temizlemesi akabinde masa başında devre dışı bırakıldıklarını görüyoruz. Bu çerçevede Osmanlı Mebusan Meclisinin devamı olan I. Meclis (1920-1923) arzulanan bir tabloydu. Ancak 1923’te kurulan II. TBMM ile birlikte cephede kazandığımız savaÅŸ masa başında kaybedilmiÅŸtir adeta.
Bütün bu tarih sayfalarını kısa kısa niye hatırlattık?
Çünkü yüzyıl sonra tarih yeniden ‘tekerrür’ ediyor. Batı yine aynı oyunu bize oynuyor. AyaÄŸa kalkamadan başımıza vurulmak isteniyor.
Hani rahmetli Mehmet Akif yıllar önce bu tekerrür ile alakalı diyordu ya:
GeçmiÅŸten adam hisse kaparmış... Ne masal ÅŸey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Evet, tam da böyle bir durum yaÅŸanıyor.
Tarih yeniden tekerrür etti ve deyim yerindeyse 2000’li yıllarla birlikte ülke yeniden ayaÄŸa kalkar gibi oldu. Umutlar yeniden yeÅŸerdi. Anadolu çocukları yeniden kendine geldi ve ÅŸahlanışa geçti. Dünya da kabuk deÄŸiÅŸtirmeye baÅŸladı. Ve her saldırıda yeni bir hamle ile karşılaÅŸtılar. Uyku hali yaÅŸayan hasta adam uyanmış, iyileÅŸmiÅŸ, iÅŸinin başına geçmiÅŸti. Ülke yeni Abdülhamidler peyda etmiÅŸti. Meclis tekrar ruhuna kavuÅŸmuÅŸtu. Ä°ç ve dış politikada yeni hamleler söz konusuydu. Savaşım sadece içeride deÄŸil, sınırlar ötesine taşınmıştı.
GeçmiÅŸten ibret alınmamış olmalı ki aynı eksiklikler bu sefer de telafi edilememiÅŸti. Ve Batı yine bize aynı oyunu oynamaya baÅŸladı.
Bu sefer ülke, aydınlar sınıfından farklı bir çehreyle mahrum bırakılıyordu. EÄŸitimin modern binaları çoktu, teknolojinin bütün imkanları da mevcuttu. Koca bir eÄŸitmen kadrosu da vardı. Anlaşılan kâğıt üzerinde her ÅŸey güllük gülistanlıktı. Fakat bu sefer kendi kültür kodlarımızdan ve inanç deÄŸerlerimizden uzaklaÅŸmıştık. Yani ‘Ä°slami Tefekkür’den yoksun bir nesil peyda etmiÅŸtik. Aydın denen zihin baÅŸka yerlerde gezinmeye baÅŸladı. Sözde aydınlarımız yeni düÅŸünce ve yorumlardan çok mevcut siyasilerin tevilcisi pozisyonuna düÅŸtüler. Farkında olmadan kalemi bir hançer gibi kendilerine çevirmiÅŸlerdi. Kale bu sefer içeriden kuÅŸatılmıştı.
DüÅŸüncenin korkudan azad olduÄŸu ülke
Aydınımız, entelektüelimiz adına iç açıcı bir tablo yok. Tek renk, tek ses… bir yürüyüÅŸ var. Farklı fikirlerin tartışılmasına tahammülümüz kalmadı. Ä°ÅŸin içerisine dünya sevgisi doldu. Maddi olan, manevi olanın önüne geçti. Bir kaybetme korkusu doldu içimize. Evimizi, arabamızı, mevkiimizi, makamımızı, ÅŸanımızı, ÅŸöhretimizi, konforumuzu… kaybetme endiÅŸesi sardı her yanımızı. En önemlisi ise inancımız zayıfladı. Daha ötelere gitmeye gerek yok!
Hal böyle olunca, ekonomik göstergeler bizi dünyanın ilk sırasına koysa ne yazar? Kültürümüz, inancımız, deÄŸerlerimiz alaÅŸağı olmuÅŸ durumda iken uzaya turistik seyahat mı yapılır? Denizlere kurulan köprüler, uluslararası mega havaalanları, çılgın kanallar… derdimize merhem olamıyor. Biz ruhumuzu kaybettik!
Böyle bir atmosferde her ne kadar gizliden gizliye ‘acep sonumuz Endülüs gibi mi olacak’ korkusu sarsa da inanmış insana düÅŸen ümitvar olmaktır. Çünkü karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın vakittir.
Nobel edebiyat ödüllü Hintli ÅŸair Tagore’nin dediÄŸi gibi:
DüÅŸüncenin her korkudan azad olduÄŸu bir ülke
Bir ülke ki insanlar dimdik,
Dünya duvarlarla bölünmemiÅŸ,
Kelimeler gönlün derinliklerinden fışkırır,
Emek kemale uzatır kollarını,
Aklın ırmağı alışkanlıkların karanlık çölünde kuruyup gitmemiÅŸ,
Ne olurdu Tanrım! Benim yurdum da böyle bir ülke olsa!’
Evet, böyle bir ortama ihtiyacımız var. Okuyan, düÅŸünen, konuÅŸan, tartışan… insanlardan korkmamak lazım. Tam tersine böyle bir atmosferin varlığı ve devamı için imkân sunmak gerekir. Mutlaka farklı düÅŸüncelere karşı tahammülkâr davranmalıyız.
Tıpkı Mevlana’nın pergel metaforu örneÄŸindeki gibi, önemli olan düÅŸüncemizin sabit ayağıdır. DiÄŸer ayağımız bütün fikir, düÅŸünce ve platformları ziyarete gidebilmelidir. Ana iskelesi saÄŸlam kurulmuÅŸ bir diyalektik asla yıkılmaz. Bu nedenle farklı düÅŸünce dünyalarının varlığından rahatsız olmamak gerekir. Bilakis bir zenginlik olarak görmemiz lazım.
Böyle bir durumda ‘sonumuz asla Endülüs olmaz’ biline!...
Müellif: Yusuf Tosun / Kaynak: Dünya Bizim Web Portali
Henüz yorum yapılmamış.