Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Başka bir pencere lazım bize artık

Ne yapsanız, ne söyleseniz “politik olan” üzerinden okunuyor artık Türkiye’de. Bu şekilde olmayacak, olmaz da. Başka bir dil, başka bir pencere lazım bize.



Yolunu bilmediğim, herhangi bir faaliyetine katılmadığım, uzaktan uzağa takiple yetindiğim Bilim ve Sanat Vakfı’na, Şehir Üniversitesi’ne kayyım atanması sürecinin bir devamı olarak kayyım atandığını öğrenince derhal yapmam gerekeni yapıp adalet duygumu ve vicdanımı dinleyerek “canımız yandı” yazdım sosyal medyada. Çünkü bir şeyin kanuna uygun olması onun aynı zamanda hukuka uygun olması manasına da gelmez benim için. Bir kuruma sahip çıkmak için o kurumun bir parçası olmam da gerekmez ayrıca.
 
“Aslında ne oldu?” bilmişliği ile Bilim ve Sanat Vakfı’na kayyım atanmasını savunan bazı medyacı arkadaşlara falan çok takılmadım ben. Belki bazıları gerçekten bu kayyım meselesinin hem kanuni hem de hukuka uygun olduğunu düşünüyorlardır. Belki bazıları bu kayyım meselesinin doğruluğuna hakikaten inanıyorlardır. Bazıları bir çeşit “destek mecburiyeti” hissediyordur. Hatta belki de bazıları Ahmet Davutoğlu’na olan kırgınlıkları-kızgınlıkları nedeniyle (ki benim kadar kırgın olmaları epeyce zor) “ne var ki canım bunda?” noktasına gelmişlerdir.
 
Açık söyleyeyim. Böyle yapan isimlerin hemen hepsini bir çeşit “anlayışla” karşılıyorum. Elbette anlamıyorum yaptıklarını ama anlayışla karşılıyorum.
 
Benim hem anlamadığım hem de anlayış göstermediğim isimler medyadan değil “camia”dan. Yetişmelerinde, kariyerlerinde, hatta elde ettikleri pozisyonlarda doğrudan Bilim ve Sanat Vakfı’nın dahli olan bazı isimler “lal-ü ebkem” kesildiler bu kayyım kararı karşısında. Lehte ya da aleyhte herhangi bir görüş beyan etme cesaretini bulamadılar kendilerinde.
 
Bir yandan da halime şükrettim doğrusu bu isimleri görünce. Tamam, mevkiim, makamım, mansıbım yok ama şükür ki hâlâ “söz söyleme cesaretim” var. Bir de dua ettim: “Allah kimseyi, pozisyonundan korkarak susmak durumunda bırakmasın.” (Ayrıca dua edenin de kendisini zaman zaman bu pozisyonda bulduğu doğrudur.)
 
Bu birincisiydi.
 
Milli Eğitim’in Bakanlığı’nın Psikososyal Önleyici Destek Kitabı’nda çocuğuna iyi davranan annelerin hepsi başörtülü, çocuğuna yanlış davranan annelerin hepsinin başı açık. Öyle canım sıkıldı ki bu işe… Sor ki niye?
 
Şundan: Eşi başörtülü, anası başörtülü, kız kardeşi başörtülü bir adam olarak başörtülülere öteden beri layık görülen negatif ayrımcılıktan nefret ediyorum. Fakat bu nefretim, “başörtülülere pozitif ayrımcılık yapılmalı” noktasına da ilerletmiyor beni. Adalet talep ediyorum sadece. İnsanları “şekil şartlarına göre sınıflandırmayan” bir adalet yeterli.
 
O kitabı yazan-çizen, basılmasına öylece onay veren insanlar “kötü niyetli” iseler bence sorun yok. Zaten Milli Eğitim açmış soruşturmayı. Tespit eder isimleri, verir cezalarını, geçer gider.
 
Asıl sorun, kitabın yazarının, çizerinin, onaylayıcısının “iyi niyetli” olması ihtimalinde saklı. Zira bu ayrımcı kafa çok büyük tehlikeleri içinde barındıran bir kafadır. Musa Eroğlu’na “Ömer ismine duyduğu öfke” üzerinden nasıl kızdıysam bu duruma da aynı şekilde kızarım.
 
İnsanı insandan ayırmak ayıptır zira.
 
Bu ikincisiydi.
 
 
Ne yapsanız, ne söyleseniz “politik olan” üzerinden okunuyor artık Türkiye’de. Anadolu Adalet Sarayı’na “vatandaş girişi” yazılı kapısından girdiğimi belirttiğim bir tweetin altına da derhal “salt politik okuma” dışında herhangi bir bakış açısı geliştirmemiş bazıları üşüştüler.
 
Ben böyle durumlarda hep üzülüyor, hem başkası adına utanç duyuyor, hem de endişe ediyorum gelecek için. Buradan ve bu şekilde olmayacak çünkü. Olmaz çünkü. Başka bir dil, başka bir pencere lazım bize.
 
Bu da üçüncüsüydü.
 
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.