Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Kelamın bir kıymeti kaldı mı?

Sözlerin bir ağırlığı, bir kalıcılığı, dokunaklılığı kalmamış gibi sanki, ağzımızdan çıkıyor, önemsendiğine dair jest ve mimiklerin sergilenmesinin ardından, belki bunu bile beklemeden buharlaşıveriyor hepsi.



Havalar soÄŸudu. Ä°nsanlar konuÅŸurken sözlerin ağızlarından çıkar çıkmaz buharlaÅŸtığını görüyoruz. Bu aslında hep oluyor ama biz sadece soÄŸuk havalarda bunu gözümüzle görüyoruz.
 
GörünüÅŸte çok önemli ÅŸeyler konuÅŸuyoruz, çok önemli meselelere deÄŸiniyor, çok hayati tespitlerde bulunuyoruz. Sonra ne oluyor? Hiç! BaÅŸka bir meselede yine önemli ÅŸeyler konuÅŸmaya baÅŸlıyoruz. Böyle devam edip gidiyor. Sözlerin bir ağırlığı, bir kalıcılığı, dokunaklılığı kalmamış gibi sanki, aÄŸzımızdan çıkıyor, önemsendiÄŸine dair jest ve mimiklerin sergilenmesinin ardından, belki bunu bile beklemeden buharlaşıveriyor hepsi. Meseleler hiç bu kadar masanın üstündeyken asılsızlaÅŸmış mıydı acaba daha önce? Sanki ÅŸimdi söylenmiÅŸ hiçbir ÅŸeyin aslı yok! Sözler, iyi ihtimalle sadece söyleyenin kendisi için bir anlama geliyor. Daha dramatik ihtimalse, herkesin konuÅŸtuÄŸu ama hiç kimsenin duymaya yanaÅŸmadığı ÅŸeyleri duyuyor, onlardan etkileniyor, yankılarını hayatına katıyor olmak herhalde. Böyle bir yalnızlık nereye kadar, nasıl yaÅŸanabilir?
 
“Pardon, ne söylediÄŸinizi duyamadım” dedi kalabalığın içinden biri. “Zaten duyulsun diye söylemedim!” dedi diÄŸeri.
 
Önümüzden bir otobüs dolusu hikaye geçiyor bazen; sadece otobüsü görebiliyoruz. Sözler, ki kimisi duyulmayı çok hak ediyor, havaya karışmış olarak etrafımızda öylece uçuÅŸuyor; sadece kocaman bir uÄŸultu duyuyoruz. Duygular içimizde birikiyor, kökleÅŸiyor, derinliklerimize kadar uzanıyor ve orada sönüp gitmeyi bekliyor yıllarca. Gözlerinin içinden birilerini kendisine bakmaya çağırıyor insanlar; ne bu çaÄŸrıya uyan ne bu çaÄŸrıyı alan var. Åžu tıklım tıklım dünyada kimsesizliÄŸi yaÅŸayan milyarlarca insanız. Bir dünya dolusu hikaye birbirine hiç dokunmadan öylece dönüp duruyor uzay boÅŸluÄŸunda.
 
“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir ÅŸey olmadı mı insan yuvarlanır. Kimi zenginliÄŸine tutunur; kimi müdürlüÄŸüne; kimi iÅŸine. Ben toplumdaki deÄŸerlerin ikiyüzlülüÄŸünü, sahteliÄŸini, gülünçlüÄŸünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi!” diye yazmış ‘Aylak Adam’ romanında Yusuf Atılgan.
 
Beyaz kağıdın üstündeki mürekkep lekeleri gibiydi kelimeler, onları birbirine baÄŸlayan bir ÅŸey yoktu.
 
Her ÅŸeyin tamam gibi görünebilmesi için ne çok çaba gösteriyoruz ve ne kadar baÅŸarısızız bu iÅŸte. Ne kadar çok uÄŸraşırsak, o kadar çok açığa çıkıyor her ÅŸeyin birbiriyle irtibatsızlığı... Zaman zaman serseri göktaÅŸları gibi birbirimize çarpıyoruz sadece, eÄŸer bir anlama geliyorsa tek irtibatımız bu!
 
“DeÄŸilsek de yakın birbirimize/ Uzak da sayılmayız büsbütün/ Gökyüzünde iki uçurtma başıboÅŸ/ Yan yanayızdır sadece” diye yazmış Edip Cansever, ‘Ä°çerikler’ ÅŸiirinde.
 
Bazen dünyanın yuvarlak olmadığını söyleyenlere inanasım geliyor; çünkü birbirinden uzaklaÅŸmakta olan hiç kimsenin yolu, mütemadiyen uzaklaÅŸmaya devam ettikleri halde dünyanın diÄŸer ucunda birbirine çıkmıyor.
 
“KonuÅŸmalarımız” dedi beyaz saçlı adam, “giderek birbirimizi gerçekten duymamızı engelleyen bir uÄŸultuya dönüÅŸüyor!”
 
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.