İsmail Kılıçarslan: Ebla'nın yalın ayaklı çocukları
Follow @dusuncemektebi2
Her gün moloza dönmüş binaların altından çıkarılan üç yaşında, beş yaşında ölü bedenlerin terörist, o çocukları öldürenlerinse meşru iktidar sahibi olduklarına ikna etmeye çabalıyorlardı bizi. Efendileri memnun olsun diye. Semud’un çocukları dünyanın öteki ucunda çıktı ortaya. Avustralya’da 10 bin deveyi öldürdüler. “Suyumuzu içiyorlar” diyerek
Tufan olmuş, sürüngenler, dört ayaklılar ve kanatlılar Nuh’un gemisinden dünyaya tekrar dağılmışlardı. Nuh peygambere iman edenler “yeryüzünü cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirmek için” dünyanın dört bir yanına dağılmışlar, şehirler kurmuşlardı.
Vay hayıf ki insan unutkandır, nankördür. Hicr’i “cennet bahçelerinden bir bahçe yapmak” için kuran Müminler de zaman içerisinde unutmuş, nankörlük etmişlerdi. Semud kavminin evlatları Rabbi unutmuş, heves kuyusunun kör karanlığında mahsur kalmışlardı. Zenginler fakirleri eziyor, şehirde her türlü adaletsizlik dalga dalga yayılıyor, Rabbi bırakıp putlara tapanlar her türlü kötülüğü yapıyorlardı artık.
Salih peygamber geldi bu yönünü kaybetmiş, pusulasız kente. Ay yüzlü bir gençti. Kavminin en ahlaklı insanıydı. Adem’in ve Şit’in, İdris’in ve Nuh’un varisiydi Salih.
Kollarını iki yana açarak kavmine seslendi: “Ey kavmim! Size bir faydası olmayacak bu putlara tapmaktan vazgeçin. Zulümden vazgeçin. Adaletsizlikten vazgeçin.”
İnanmadılar ona. İnansalar sırça köşkleri dağılacak, heves kuyusu kuruyacaktı çünkü. “Şüphesiz sen delirdin” dediler ona. “Madem peygambersin bize bir mucize göster” dediler.
İşte böyle başladı kayanın yarılıp içinden bir devenin çıkması. Gösterişli, güzel bir dişi deve… Hem öyle ki, Hicr’in bütün kadınları her istediklerinde deveyi diledikleri gibi sağıyorlar da devenin memesinde süt hiç bitmiyor.
Salih peygamber kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sakın size süt verip duran bu deveye zulmetmeyin. Hicr’in suyunu bir gün deve içsin bir gün de siz için. Hicr’in suyu herkese yeter.”
Hicr’in suyu herkese yeterdi elbet ama insanın hırsının, öfkesinin, nankörlüğünün bir bitimi yoktu ki… Öldürdüler deveyi Semud’un insanları. “Suyumuzu içiyor” diyerek öldürdüler. “Bu devenin varlığı Salih’in sözlerini doğruluyor, iktidarımız elden gidecek” diye korkarak öldürdüler. Kibirlenerek, böbürlenerek, “doğrusu budur” diyerek öldürdüler. Mucizeyi inkâr edemeyince onu ortadan kaldırma yolunu seçtiler. Rab de Hicr’i ve içindekileri helak etti.
Aradan geçen binlerce yılın ardından bu kez Semud’un çocukları dünyanın öteki ucunda çıktı ortaya. Avustralya’da 10 bin deveyi öldürdüler. “Suyumuzu içiyorlar” diyerek öldürdüler. “Öldürmeyin, bari etlerini dünyadaki ihtiyaç sahiplerine ulaştıralım” diyen salihlere kulaklarını tıkayarak öldürdüler. Kibirlerinin, nefretlerinin pençesine düşerek öldürdüler. “Yeryüzünün ve içindekilerin efendisi biziz” yanılgısına düşerek öldürdüler.
Yeni Hicr’de bunlar olurken kadim Ebla’da yani İdlib’de de başka, bambaşka bir şey oluyordu.
Çıplak ayaklarıyla, üşüyen sırtlarıyla derme çatma çadırlarda ölmemek için direnmeye çabalayan çocukların varlığını umursamıyordu dünya. Umursamadığı gibi bir de üzerine “İdlib’den ülkemize gelecek olan herkes teröristtir” açıklaması yapıyordu birileri… Ayaklarını yalayıp durmaktan mutluluk duyduğu emperyalist efendilerini biraz daha memnun edebilmek için alçaldıkça alçalıyordu.
Her gün moloza dönmüş binaların altından çıkarılan üç yaşında, beş yaşında ölü bedenlerin terörist, o çocukları öldürenlerinse meşru iktidar sahibi olduklarına ikna etmeye çabalıyorlardı bizi. Efendileri memnun olsun diye.
Baştan aşağı ürpertici bir soru değdi kulağıma: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak mi edeceksin Allah’ım?”
Ve baştan aşağı ürpertici bir cevap çarptı kalbime: “Âd ve Semûd kavimleri de öyle. Onların durumlarını meskenlerinin kalıntıları size apaçık gösteriyor. Şeytan onlara kötü işlerini güzel gösterip kendilerini doğru yoldan saptırmıştı; oysa gerçeği görme yeteneğine de sahiplerdi. Kârûn, Firavun ve Hâmân’ın âkıbeti de aynı oldu. Gerçekte Mûsâ onlara açık seçik deliller getirmişti; ama onlar yeryüzünde ululuk tasladılar. Oysa kaçıp kurtulmaya güçleri de yoktu. Her birini günahından dolayı cezalandırdık; kiminin üzerine taşları savuran fırtınalar gönderdik, kimini o korkunç ses yakaladı, kimini yerin dibine gömdük, kimini sularda boğduk. Allah’ın muradı onlara kötülük etmek değildi, fakat onlar kendi kendilerine kötülük ediyorlardı.”
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.