İslam ideolojisinde sivil itaatsizliğin yeri
Follow @dusuncemektebi2
“İnsanlık tarihi kanla yazılmıştır.” Erich Fromm, Sevgi ve Şiddetin Kaynağı kitabında bu cümleyi kuruyor. Habil ve Kabil’den bu yana ne akan kan durmuş ne kötülük azalmıştır. Bu açıdan tarih, bir bakıma savaşın ve şiddetin tarihidir.
Tarih kitaplarında yoğun bir şekilde kan ve barut kokuları hissederiz. İlk insandan bu yana savaş ve şiddet sadece şekil değiştirmiş, bunların arkasında yatan zihniyette herhangi bir değişiklik olmamıştır. Firavun’un yerini Hitler, Ebu Cehil’in yerini Stalin gibi isimler almıştır. Sanayi ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte birkaç dakikada bütün dünyayı yok edecek silahlar geliştirilmiş, işveren işçinin alın terini kurutmuş, iktidarlar korku ve baskıyla halkları sindirmiş, insanlığın ar damarlarında onarılmaz çatlaklar meydana gelmiştir.
İnsanlık tarihinin belki de en büyük problemi olan kötülüğün çözümü için peygamberler inisiyatif almış, birçok filozof ve ilim adamı bu problem üzerinde kafa yormuştur. Ama bütün bunların çoğunlukla faydası olmamış, insanlar sürekli birbirinin kurdu olmaya devam etmiştir. Marx’ın “Tarih, sürekli çatışmaların ürünüdür” tezi, farkında olmasalar da insanların daima gündemini teşkil etmiştir. Bütün bunların yanında, özellikle şiddet karşısındaki tavırlarıyla insanlık tarihine adını altın harflerle yazdıran isimler eksik olmamıştır. İnsanlığın kurtarıcısı sıfatıyla ortaya çıkan peygamberlerin tarihi, bize göre direnişin tarihidir. Peygamberlerin yanında Sokrates ve Gandhi gibi isimler de peygamber edasıyla zulmün ve zalimin karşısında durmuşlar, bu uğurda canlarını feda ederek insanlık için sembol olmuşlardır.
Biz peygamberlerin ve sembol şahsiyetlerin bu tavırlarını, “Sivil İtaatsizlik” kavramı içerisinde değerlendiriyoruz. Sivil itaatsizliği kısaca tanımlayacak olursak: “İngilizce ‘civil disobedience’ anlamındadır. Yasaların ya da hükümet politikalarının yanlışlığına dikkat çekilerek değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde aleni bir şekilde icra edilen, şiddet içermeyen, yasal değil fakat ahlâki ve vicdani bir protestodur. Üçüncü hâlin imkanını arayan, toplum vicdanına seslenen, her türlü şiddeti reddeden, barışçıl bir yol izleyen, yapılan eylemin sonucunun tahmin edilebileceği bir eylemdir. Militanca tavır ve terörist hareketlerden tümüyle uzak olup, yasal olmayan politik bir direniştir. Sivil İtaatsizlikte yasa ihlal edilir. Ancak yasaya bağlı kalma ve eylemin kamusal alanda olması, aleni olması, barışçıl ve sevgiye dayalı bir yol izlemesi, eylemcilerin yaptıkları eylemin yasal sonuçlarına katlanmayı kabul etmesi sivil itaatsizliğin diğer özelliklerindendir. Öyle ki bir sivil itaatsiz, içerisinde yetiştiği medeniyetin, kültürün, sistemin bir parçasıdır; anayasal rejimin koruyucusu ve demokratik hukuk devletinin savunucusudur. O, insanlık için ortak değerleri ön plana çıkarıp kamu vicdanının ortak hareket edeceği bir düzlem oluşturmayı hedefler. Sivil itaatsiz, yasaların haksız uygulamaları ve vicdanın sesi arasında kaldığı zaman, vicdanın yanında yer almaktadır.”
İktidarın zulmüne ortak olmayan bir fakih
İlk sivil itaatsiz olarak kabul edilen Sokrates ve sivil itaatsizliğin hem teorik hem pratik kısmını şahsında birleştiren Gandhi, direniş tarihinin önderleri arasındadır. Bu iki ismin yanına bir üçüncü isim olarak Ebu Hanife’yi zikretmeyi hedef ediniyoruz. Zira Ebu Hanife, özellikle fakih bir ilim adamı sıfatıyla mevcut iktidarın zulmüne ortak olmamış, mazlum ve mağdur Ehl-i Beyt’e yardımda bulunmuş, resmî görevlerin tamamını reddetmiş, siyasilerin baskılarına boyun eğmemiş ve canı pahasına direnişini sürdürmüştür. İslâm düşüncesi ve Ehl-i Sünnet itikadının kurucuları arasında zikredilen, İslâm dünyasında büyük bir saygınlığa sahip olan Ebu Hanife’nin politik ve siyasal diyebileceğimiz bu hareketleri, bizi “İslâm siyaset geleneğinde bir muhalefet var mı?” sorusunun cevabını araştırmaya itmektedir.
Ebu Hanife’nin yanı sıra büyük sahabi kabul edilen Ebuzer ve yine Ebu Hanife gibi İslam düşüncesi ve Ehl-i Sünnet akidesinin en önemli isimlerinden olan Hasan Basri de yöneticilerin haksız uygulamalarına ortak olmamış, onları sürekli ikaz etmişlerdir. Ebuzer’in Hz. Osman ve Muaviye’yle yaptığı münakaşalar, Hasan Basri’nin Emevi yöneticilerine yazdığı reddiye niteliğindeki mektuplar İslâm’ın ilk günlerinden itibaren bir muhalefet olgusunu gözler önüne sermektedir. Bu üç ismin de düzeni yıkma iddialarından ziyade yönetimin iyi yönde kullanılmasını istemesi, bozgunculuğu tavsiye etmeyip sulh ve selamet içinde çözümler önermesi, şiddet içermeyen politik tavırlarla meşru direnişi ön plana alması gibi özellikleri, onların belki de birer sivil itaatsiz olarak nitelendirilebileceğini göstermektedir.
Yukarda saydığımız nedenlerden dolayı, siyasal tarih tarafından ihmal edilen bu Müslümanları sivil itaatsizlik kavramı içerisinde yeniden yorumlayarak günümüzde şekil değiştiren şiddet ve zulüm için bir çözüm önerisi sunabiliriz. İslâm coğrafyasında din adı altında kendisine meşruiyet sağlayan, her türlü kötülüğü işleme hakkına sahip olduğunu düşünen iktidarlara ve din istismarcılarına karşı tarihte az da olsa başarıya ulaşma imkânı elde etmiş olan sivil itaatsizlik yöntemiyle direnmenin imkânı üzerinde düşünebiliriz. İslam-siyaset ilişkisinde meşru ve kabul edilebilir bir muhalefet kavramının yerini tayin edip, büyük sahabi Ebuzer ile dinî düşüncemizin kurucu özneleri Hasan Basri ve Ebu Hanife’nin hayatlarından ilham alarak, sivil itaatsizliği aslında ilk günden beri İslâm düşüncesinde var olan bir unsur olarak görebiliriz.
Müellif: Onur Çelik / Kaynak: Dünya bizim web sitesi
Henüz yorum yapılmamış.