Mustafa Öztürk: Mutlaklaştırılmış bir düstur olarak 'gelenekçilik'
Follow @dusuncemektebi2
Çağdaş gelenekçimizin bugün doğru kabul ettiği şey, yegâne doğru olduğu için, gelenekteki başka bir görüş sahabe ve tâbiîn tarafından benimsenmiş olsa dahi makbul gelenek değildir, hatta salt gelenek bile değildir.
Günümüz Türkiye’sinde herhangi bir dinî meselenin konuÅŸulup tartışılmasında karşımıza çıkan ve doÄŸru olduÄŸuna kesin inanılmış bir görüÅŸün çoÄŸu zaman makbullük referansı olarak kodlanan kavramların başında “gelenek” gelir. Dinî alanda tartışmaya açılan her meselede “eski” olandan yana pozisyon alan ve “yeni” olan her ÅŸeyi modernlikle irtibatlandırarak basbayağı sapma (inhiraf) olarak tanımlayan pek çok kimse için gelenek denen ÅŸey “ezelî ve ebedî bilgelik” ya da “hikmet-i hâlide”dir. Bu anlayışta, geleneÄŸin ve geleneksel kabulün bugünkü dünya ya da ÅŸimdiki zaman için gerçekten anlamlı bir ÅŸey ifade edip etmediÄŸi sorgulanmaksızın, son derece romantik bir yaklaşımla “gelenek” adeta fetiÅŸleÅŸtirilir. Bu noktada, ister istemez, Jaroslav Pelikan’ın “The Vindication of Tradition” kitabı üzerine yapılan bir mülakatta söylediÄŸi, “Gelenek ölmüÅŸlerin yaÅŸayan ruhudur; gelenekçilik ise yaÅŸayanların ölmüÅŸ ruhudur” ÅŸeklindeki çarpıcı söz akla gelir.
Bu çerçevede gelenekçilik, “gelenek” addedilen ÅŸey her neyse onu alabildiÄŸine mutlaklaÅŸtıran, hatta kimi zaman kutsallaÅŸtırma noktasına kadar varan, keza ÅŸimdiki zamanın gerçek dünyasını baÅŸlı başına sorunlu sayan ve buna baÄŸlı olarak sımsıkı biçimde “geçmiÅŸ”e sarılan bir zihniyete karşılık gelir. Ancak bu zihniyette, kendisine paha biçilmez bir deÄŸer yüklenen geleneÄŸin hangi gelenek olduÄŸu çok açık deÄŸildir. Çünkü tarihten günümüze intikal eden bir tek gelenek yoktur; aksine birçok gelenek ve gelenekler mevcuttur. Ayrıca gelenek denen ÅŸeyin kendi karşıtı için bile referans noktası teÅŸkil ettiÄŸi malumdur. Ä°ÅŸte tam bu noktada, kendini geleneÄŸin yanında, “modern”in ve “modernsit”in karşısında konumlandıran gelenekçi zihniyet, bugün neyin doÄŸru olduÄŸuna kanaat getirmiÅŸ ya da neye inanmışsa, o kanaat ve inancı teyit eden bir gelenek aramaya koyulur. Hâl böyle olunca, geleneklerden gelenek seçmek veya ihtiyaç duyulan gelenek tarihsel geçmiÅŸte bulunamamışsa “icat” etmek ve ÅŸimdi icat edilen yepyeni ÅŸeye “gelenek” demek gibi bir durum ortaya çıkar.
Bu durum “gelenek” kavramının basbayağı laçkalaÅŸması durumudur. Bugün sayısız örneÄŸine tanık olunduÄŸu üzere dinî meselelerle ilgili tartışmalarda kendini gelenekten yana konumlandıran pek çok kiÅŸinin yaptığı ÅŸey, doÄŸru olduÄŸuna inandığı görüÅŸ ve anlayışa dair öne sürdüÄŸü argümana gelenek etiketi yapıştırmasıdır. Buna göre gelenek, “Biz neyi tasvip ve tensip buyurursak, gelenek odur” gibi bir anlam taşır. Burada anlatmaya çalıştığımız durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Kur’an’daki bir ayetin farklı anlam ve yorumlarından örnek vermek faydalı olur. Sâd suresi 33. ayetteki “fetafika meshan bi’s-sûki ve’l-a’nâk” ifadesi, tefsir geleneÄŸinde özellikle dilci müfessirlerin hemen hepsi tarafından, kısaca, “Süleyman atların bacaklarını ve boyunlarını kesti” diye yorumlanır. Sahabe ve tâbiînden gelen rivayetler de aynı doÄŸrultudadır. Ayrıca Yahudi tarihinde YeÅŸu ve Davud’un da atları kestirdiklerine dair anlatılar mevcuttur. Bunun arka planında, muhtemelen, düÅŸmanlarına ait atlı savaÅŸ arabalarının altında ezilmiÅŸliÄŸe dair trajik hatıralar vardır. Her neyse, söz konusu ayet erken dönemlerde müfessirlerin kahir ekseriyetince “Süleyman atları kesti” diye yorumlanırken, bugün bu yorumu tercih etmek, bir araÅŸtırmacının “Hz. Süleyman Kıssası ve Atlar Kıssası” adlı yazısında bize atfen dediÄŸi gibi, gelenek ve gelenekçilik deÄŸil, modernistlik sayılır.
Bu ilginç örnekten de anlaşılmış olacağı üzere bugün gelenek denen ÅŸey, dileyenin dilediÄŸi gibi içini doldurduÄŸu bir ÅŸeydir. Yazının baÅŸlığında gelenek kavramına izafe ettiÄŸimiz laçkalaÅŸma iÅŸte tam da bununla ilgilidir. Özellikle Kur’an ve tefsir araÅŸtırmalarında geleneÄŸin laçkalaÅŸmasındaki temel faktörlerden biri, Muhammed Abduh ve ReÅŸid Rıza’nın temsil ettiÄŸi neo-selefîliÄŸin “modernist hassasiyetlerle gelenekçilik savunusu” ÅŸeklinde tezahür eden bir zihniyete vücut vermesidir. Daha açıkçası, bugünkü gelenekçilerin pek çoÄŸu, farkında olarak ya da olmayarak neo-selefî düÅŸüncedeki Ä°srâiliyyât antipatisinden hareketle iyi gelenek-kötü gelenek ÅŸeklindeki ayrımı kanıksamış ve dolayısıyla birçok gelenek içinden bir tek gelenek seçmeyi gelenekçilik olarak algılamaya baÅŸlamıştır.
Günümüz gelenekçiliÄŸinde, “gelenekler içinden tek gelenek seçmek ve sadece bunu tek makbul gelenekmiÅŸ gibi göstermek” ÅŸeklinde tezahür eden operasyonelliÄŸe dair Kur’an’daki “zebîh” (kurbanlık evlat) kıssasını anlama ve yorumlama ÅŸekli örnek verilebilir. BilindiÄŸi üzere Kur’an’da Hz. Ä°brahim ve “kurbanlık” (zebîh) evladıyla ilgili bir kıssa yer alır. Ancak kurbanlık evladın Hz. Ä°shak mı yoksa Hz. Ä°smail mi olduÄŸu meselesi tartışmalıdır. Klasik tefsir kitaplarına, sözgelimi Kurtubî’nin el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân’ına bakıldığında, sahabe devrinden itibaren erken dönemlerdeki müfessirlerin büyük çoÄŸunluÄŸunun “Kurbanlık evlat Ä°shak’tır” görüÅŸünü savunduklarına dair çok açık ifadelerin bulunduÄŸuna ÅŸahit olunur. Ancak bugün herhangi bir gelenekçinin “erken dönem tefsir geleneÄŸindeki hâkim görüÅŸ, kurbanlık evladın Hz. Ä°shak olduÄŸu yönündedir” dediÄŸine ÅŸahit olmanız pek mümkün deÄŸildir. Çünkü çaÄŸdaÅŸ gelenekçimizin bugün doÄŸru kabul ettiÄŸi ÅŸey, yegâne doÄŸru olduÄŸu için, gelenekteki baÅŸka bir görüÅŸ sahabe ve tâbiîn tarafından benimsenmiÅŸ olsa dahi makbul gelenek deÄŸildir, hatta salt gelenek bile deÄŸildir. O halde, bugünkü gelenekçilik, “Biz ne diyorsak o” gelenekçiliÄŸidir.
Karar
Henüz yorum yapılmamış.