Akdeniz'in güncel durumunda Kıbrıs'ın stratejik değeri
Follow @dusuncemektebi2
Kıbrıs demek Akdeniz demektir. Akdeniz ise kadim zamanlardan bugüne dünya siyasetine yön veren jeopolitik bir merkezdir. O halde Türkiye’nin Akdeniz siyaseti ile Kıbrıs siyaseti arasında bir eşgüdümün olması zaruridir ve bu ikisi birbirinden ayrı düşünülemez. 1974 Kıbrıs harekâtı ile 2019 tarihli Libya mutabakatına gösterilen kuvvetli direnişin köklerini burada aramak gerekir.
Dünyanın en büyük ve en derin iç denizi olan Akdeniz, coÄŸrafi olarak doÄŸu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sicilya ile Tunus arasındakalan dar bölgenin doÄŸu kısmına“DoÄŸu Akdeniz”, batısında kalan kısmına ise “Batı Akdeniz” denilmektedir. Tarih boyunca Avrupa ile Asya arasındaki ticareti, limanları ve geçitleri vasıtasıyla buluÅŸturan Akdeniz, bu nedenle çok sayıda uluslararası mücadeleye ve çatışmaya konu oldu. Ticaretin yanı sıra semavi dinlerin kutsal ÅŸehirlerinden Kudüs, Mekke ve Medine’nin bu coÄŸrafyada olması, Akdeniz’e önem katan baÅŸka bir özellikti.
Ticaretin emniyeti
Dolayısıyla ticaret ve hac yollarına hâkim olma düÅŸüncesini, Akdeniz’de çatışmaların hacmini artıran baÅŸlıca faktörler olarak deÄŸerlendirmek gerekiyor. Bu sebeple ticaretin emniyeti ile hac güvenliÄŸi, zaman içerisinde Akdeniz’in kıyıdaÅŸ devletlerinin en önemli meselesi haline geldi.
Kıbrıs’ın, deniz aşırı ticarî faaliyetlerin ve hac ulaşımının kesiÅŸtiÄŸi mevkide bulunması, bu adaya stratejik bir deÄŸer yüklenmesine yol açtı. Kıbrıs’ın bu stratejik deÄŸeri; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’a olan konumundan ileri geliyordu. BaÅŸka bir ifadeyle, Kıbrıs’ın Avrupa, DoÄŸu Akdeniz ve Batı Asya ile politik, dini ve siyasi bir eÅŸgüdüm içerisinde olması, onu diÄŸer adalardan ayıran en önemli unsurdu. Bu durum haliyle Avrupa’da meydana gelen bölgesel ve uluslararası ÅŸartların DoÄŸu Akdeniz’in en büyük adası olan Kıbrıs’ı da etkilemesine neden oldu.
Kara, hava ve deniz ulaşımında yaÅŸanan teknik ilerlemeler; kesintisiz, uzun soluklu yolculuklara imkân tanımıştır. Yine benzer ÅŸekilde silah teknolojisinde kaydedilen yenilikler, uzun menzilli silahları orduların hizmetine sokmuÅŸtur. Bu geliÅŸmeler doÄŸal olarak OrtaçaÄŸ boyunca kısa süreli deniz yolculuklarının dinlenme limanı olan Kıbrıs’ın, görece öneminin azalmasına sebep oldu. Bu deÄŸiÅŸimi referans alan birçok uzman adanın eski stratejik ehemmiyetinin kalmadığını öne sürdü. Böylesine bir varsayımın büyük ölçüde nedeni, Kıbrıs’ın çevresiyle olan iliÅŸkisinin göz ardı edilmesiydi. Hâlbuki Kıbrıs’ın stratejik deÄŸerinin kaynağı kendisi deÄŸil, konumlandığı coÄŸrafyadır.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası siyasî haritanın deÄŸiÅŸmesiyle birlikte, siyasi kalıplar da deÄŸiÅŸime uÄŸradı. Batılı güçler, DoÄŸu Akdeniz ve OrtadoÄŸu’da hiçbir aktörün geri adım atmayacağı, jeopolitik uyuÅŸmazlıkların at başı gittiÄŸi, iÅŸbirliÄŸine kapalı daha acımasız siyasibir düzen kurdular ve bölgeyi çatışmalar yoluyla kontrol altında tutmaya çalıştılar. Ä°ÅŸte bu durumdan dolayı Kıbrıs’ın jeopolitik kıymeti, canlılığını korudu. Bu baÄŸlamda Kıbrıs’ın; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’ın güvenliÄŸinde anahtar bir görev üstleniyor olması, adanın iÅŸlerine çok sayıda aktörün bulaÅŸmasına fırsat tanıdı. Kısacası, Kıbrıs’ın jeopolitik ve jeostratejik önemini çevresel dinamiklerde aramak ve bu çerçevede Türkiye’nin Kıbrıs politikasını, yalnızca Türkiye ile Kıbrıs arasına sıkıştırmamak,reelpolitiÄŸe daha uygun bir yaklaşım olacaktır.
Åžayet Kıbrıs’ın bölgesel ve küresel ölçekteki jeopolitik anlamı tam manasıyla kavranamazsa, o zaman DoÄŸu Akdeniz’e yönelik bütüncül bir siyaset tanzim edilemez. Ä°ÅŸin özü, Kıbrıs demek Akdeniz demektir. Akdeniz ise kadim zamanlardan bugüne dünya siyasetine yön veren jeopolitik bir merkezdir. O halde Türkiye’nin Akdeniz siyaseti ile Kıbrıs siyaseti arasında bir eÅŸgüdümün olması zaruridir ve bu ikisi birbirinden ayrı düÅŸünülemez. Zaten uluslararası aktörlerin algısı her daim bu minvalde olmuÅŸtur. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs harekâtı ile 2019 tarihli Libya mutabakatına gösterilen kuvvetli direniÅŸin köklerini burada aramak isabetli bir tutum olur. Her iki olayı Batılı aktörler Akdeniz’deki çıkarlarını hedef alan bir tehdit olarak algıladı ve bu yüzden her iki olaya da ÅŸiddetli tepki gösterdiler.
Tek uzlaşı modeli
Yeri gelmiÅŸken ÅŸunu da hatırlatmakta fayda var. Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz’de çatışmalardan uzak durabilmesinin tek yolu, kurulmak istenen uluslararası politik düzeni kabul etmesinden ve bu düzeni koruyup kollamasından geçer. Böylesi bir durumda Türkiye’ye düÅŸen vazife, kendi menfaatlerinden vazgeçip, yeni uluslararası politik düzenin çıkarları uÄŸruna mücadele etmektir. Bunun tersi her durumda Türkiye, çatışmayı göze almak mecburiyetindedir.
Hal böyleyken, Türkiye üzerine yapılan analizlerde Ankara’ya çatışma yerine ittifak telkinlerinde, mevcut koÅŸullar altında gerçekçi deÄŸildir. Zira Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çizilen yapay sınırlar ile inÅŸa edilen suni devletler, bölgesel ittifakları önleyici siyah ve beyaz bir ÅŸekilde tanzim edilmiÅŸlerdir. Bugün DoÄŸu Akdeniz’de Türkiye’nin önüne koyulan çözüm önerisi, Amerikan hegemonyasına uygun bir biçimde tasarlanmış ve Türkiye’ye, ne bağımsız ne de herhangi bir özerk alan bırakmayan bir modeldir. Ankara’nın bu modeli kabul etmeyen itirazlarının ve eylemlerinin, Amerikan üstünlüÄŸüne meydan okuma ÅŸeklinde yorumlanmasının bir nedeni de bu siyasal bakış açısıdır.
Ankara’nın DoÄŸu Akdeniz’de, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuka dayalı meÅŸru haklarını savunduÄŸu apaçık ortadadır. Fakat buna raÄŸmen Türkiye, DoÄŸu Akdeniz’de bölgesel hegemonya kurmakla itham edilmektedir. Türkiye’nin, DoÄŸu Akdeniz’deki etkinlik alanı kuÅŸkusuz büyüktür. Ama bu etkinlik alanının derinliÄŸi iç ve dış dinamikler nedeniyle azdır. Dolayısıyla Türkiye’ye, savunduÄŸu hakların teslim edilmesiyle eksik kalan bu derinliÄŸin saÄŸlanacağından, ciddi düzeyde endiÅŸe duyulmaktadır. BaÅŸka bir ifadeyle Türkiye’nin denizden Libya ve Mısır ile komÅŸu olduÄŸunu kabul etmenin siyaseten bir bedeli olacağını hesap eden aktörler, bunu engellemek üzere birlikte hareket etmektedir.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ısrarla Türkiye ile Kuzey Afrika arasına sokulmaya çalışılması, Batı’nın uluslararası lügatinde yer alan tampon devlet/bölge uygulamasının güncel izdüÅŸümü olduÄŸu ortada durmaktadır. Uluslararası hukuk açısından Türkiye, gerek DoÄŸu Akdeniz’deki gerekse de Kıbrıs’taki davasında haklı olduÄŸundan dolayı sürekli ekonomik ÅŸantaja maruz bırakılarak haklı davasından geri adım atması beklenmektedir. Çünkü Avrupa’nın geleneksel düÅŸünce biçimine göre, Türkiye imparatorluk hülyasına kapılabilecek siyasi bir güçtür.
Caydırıcı deniz gücü
DoÄŸu Akdeniz’de yaÅŸanan kriz, siyasi coÄŸrafyanın uluslararası iliÅŸkilerde hayati bir unsur olduÄŸunu yeniden ortaya koydu. DoÄŸu Akdeniz’de doÄŸalgaz kaynakları olmasa da bu bölgenin jeopolitik deÄŸerinde bir azalma meydana gelmez. Zira DoÄŸu Akdeniz, ezelden beri jeopolitik açıdan bir çekim merkezidir. Bu baÄŸlamda Kıbrıs müzakereleri ele alındığında Rum/Yunan tezlerinin nihai amacının, Türkiye’yi bir daha geri gelmemek üzere DoÄŸu Akdeniz’in kalbinden geri göndermek hedefi taşıdığını idrak etmek mühimdir. Demek ki Kıbrıs’ta Türkiye karşıtı siyasi aktörlerin çözümden kast ettikleri, Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz’deki varlığına son vermektir.
Bu nedenle Türkiye’nin, DoÄŸu Akdeniz’deki jeopolitik çıkarlarının uzun süreli yönetimi için ara oyunculardan ziyade ana oyunculara odaklanması ve sahayı doÄŸru analiz etmesi gerekmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin karşısında iki seçenek durmaktadır. Birincisi DoÄŸu Akdeniz’de tüm riskleri göze alıp Amerikan politikalarını boÅŸa çıkaracak eylemlerde bulunmaya devam etmektir. Ä°kincisi ise Amerika’nın hayati çıkarları ile kendi çıkarlarını melezleÅŸtiren bir jeostrateji ortaya koymaktır. Fakat her hâlükârda Türkiye’nin caydırıcı bir deniz gücüne sahip olması kaçınılmazdır.
Kafalar karışık
Åžurası bellidir ki, günümüzde hiçbir devlet DoÄŸu Akdeniz’in bütün politik yükünü tek başına taşıyabilecek kadar güçlü deÄŸildir. O yüzden DoÄŸu Akdeniz’de yeni tip ittifak yapıları gün yüzüne çıktı. Bu durum sadece doÄŸalgaz meselesiyle izah edilemez. Mesela, Ä°srail’in DoÄŸu Akdeniz’deki siyasi denklemi ÅŸekillendirmesinde, doÄŸalgaz kaynaklarının kontrolü kadar geleneksel ve içgüdüsel güvende olmama duygusu da yatar. Keza ABD’nin DoÄŸu Akdeniz’de Sovyet tehdidini önleme stratejisi, Rusya üzerinden kaldığı yerden devam etmektedir. Buna bir de Ä°srail’in güvenliÄŸi meselesi eklendi. Rusya ise Akdeniz’deki nüfuzunu artırıcı stratejileri ön plana çıkarıyor.
ÖrneÄŸin Moskova, Suriye’de perçinleÅŸen gücünü Kuzey Afrika ülkelerine taşımaya çalışarak, DoÄŸu Akdeniz ve OrtadoÄŸu’da ABD ve AB’nin pozisyonunu boÅŸa çıkarıcı bir tutum izliyor. Rusya’nın Libya’da Hafter destekçisi Arap ülkelerini koordine ederek Libya’ya paralı asker sevk etmesinin altında yatan en önemli faktör, Kuzey Afrika (Mısır) ve Körfez ülkelerinde (BirleÅŸik Arap Emirlikleri) Suriye’dekine benzer güç elde etme stratejisidir. Bu vaziyeti, sadece Türkiye karşıtlığı çerçevesinde okumak eksiklik olur. OrtadoÄŸu ve DoÄŸu Akdeniz’deki görüÅŸ ayrılıklarından beslenmek ve uzlaÅŸmazlığı devam ettirmek, Rusya’nın Karadeniz ve Baltık Denizi’nin daha güvenli bir enerji tedarik merkezi olduÄŸu görüÅŸünü güçlendirmektedir.
Yine Fransa ve Almanya’nın, DoÄŸu Akdeniz’deki krize yönelik bakış açılarında ciddi farklılıklar vardır. Fransa, Almanya’nın Rusya ile Baltık üzerinden kurduÄŸu enerji iÅŸbirliÄŸine karşıdır. Almanya ise Fransa’nın AB ÅŸemsiyesi altında Akdeniz’de siyasi, ekonomik ve askeri gücünü artırmasından kaygı duymaktadır. Ayrıca her iki ülkenin Avrupa BirliÄŸi’nin geleceÄŸi ve Amerika’yla olan iliÅŸkileri konusunda derin ayrılıkları bulunmaktadır. Londra ise tamamen oyunun dışına çıkmış bir vaziyet sergilemekte ve Brexit bilmecesiyle uÄŸraÅŸmaktadır. Fakat her zamanki gibi sıkı bir ABD destekçisidir. O halde DoÄŸu Akdeniz’de, Batılı aktörler arasında politik bütünleÅŸme henüz gerçekleÅŸmiÅŸ deÄŸildir. Fakat birleÅŸtikleri tek nokta,“Türkiye’nin statükonun dışına çıkmaması” ile “Rusya’nın Akdeniz’de güç kazanmamasıdır.”
Tüm bu belirsizlikler içerisinde Türkiye’nin yoÄŸunlaÅŸması gereken soru, Rusya ve ABD’nin DoÄŸu Akdeniz’de nasıl bir denge için çaba harcadığıdır. Sonuçta Türkiye’nin, DoÄŸu Akdeniz’de ABD ve Rusya’nın yön verdiÄŸi baskılara maruz kaldığını kabul etmek gerekiyor. Belki Avrupa BirliÄŸi bir denge ortaya koyabilirdi. Fakat o da tarafsızlığını yitirmiÅŸ bir vaziyette hareket ediyor.
Nihayetinde DoÄŸu Akdeniz’de katı ittifakların var olması ve buna karşın dengeyi saÄŸlayacak veya taviz verecek herhangi bir devletin bulunmaması, krizin büyümesine ve diplomasinin sertleÅŸmesine yol açıyor. Silahlanma yarışı ve kuvvet gösterileri, uzlaÅŸma sanatı olarak diplomasinin iÅŸlemediÄŸini gösteriyor. En büyük beklenti, Türkiye’nin geri adım atması ve taviz vermesidir. Türkiye’nin bu ahvalde en büyük kozu ve gücü, “her bedeli ödeyecek, her yükü çekecek kadar” kararlı bir duruÅŸ sergilemesinden ileri gelmektedir.
Müellif: Doç. Dr. Ä°smail Åžahin / BANÜ Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölüm BaÅŸkanı / Star Açık GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.