Sosyal Medya

Günümüz dünyasında nefis muhasebesi

Din tarifine ‘akıl sahipleri…’ diye başlar. Bu aklı Şer’î Şerif’in akıl tanımına koyarak hareket etmezsek; bu, her insanda hatta hayvanda bulunan hesapçı akıldır. ‘Ne yaparsam kazanır, ne yaparsam kaybederim’ mantığıyla çalışır. Bu ‘nefsin aklı’dır. Oysa insanda ikinci bir akıl var, o da ‘kalbin aklı’dır.



Cemaatlar, vakıflar, dernekler (gönüllü müesseler/kurumlar) ihtiyaçtır olmalıdır. Ancak geçmiÅŸteki “Allah Rızası” kaybedilmiÅŸ, menfaatler öne çıkmış; masum ve mahfuz sadece Peygamberler olduÄŸu halde (hâÅŸâ) kendi büyüÄŸünü, mürÅŸidini, idarecisini (Åžeriat ölçüsü kaybedildiÄŸi için) o “Peygamberlik Makamı”na konulur hale gelmiÅŸ/getirilmiÅŸlerdir.
 
Bütün bu zümrelere düÅŸen vazife baÄŸlılık iddiasında oldukları ‘tarikat ve tasavvuf’ tariflerinden baÅŸlayarak o ilke ve prensipleri hayatlarına yansıtmaktır. 
 
Din tarifine ‘akıl sahipleri…’ diye baÅŸlar. Bu aklı Åžer’î Åžerif’in akıl tanımına koyarak hareket etmezsek; bu, her insanda hatta hayvanda bulunan hesapçı akıldır. ‘Ne yaparsam kazanır, ne yaparsam kaybederim’ mantığıyla çalışır. Bu ‘nefsin aklı’dır. Oysa insanda ikinci bir akıl var, o da ‘kalbin aklı’dır. Kalbin aklı, iman ile çalışmaya baÅŸlar. Bugün Müslüman olmayanlarda da akıl vardır ama o nefsin aklıdır. Müslümanda ise hem nefsin aklı, hem de kalbin aklı vardır. Bu akıl doÄŸruyu, iyiliÄŸi, merhameti, cömertliÄŸi, diÄŸerkâmlığı emredici akıldır. O yüzden müminin bir iÅŸi tasavvur etme, dinimizi yayma tarzı, mümin olmayana benzemez. O, kalbin aklına dayandığı için Allah’ın yaratma muradını kavramıştır. Allah Teala yokmuÅŸ gibi davranamaz. O yüzden aklı insanları aldatmaya, yalana, ikiyüzlülüÄŸe deÄŸil; insanlara ikram etmeye, hizmete, hak ve hakikate, samimiyete çalışır. Toplum olarak, devlet olarak, millet ve ümmet olarak psikolojik bir maraza düçarız. Bunun adı ‘kendini kaybetmek’tir. Kendimizi bulmamız gerekiyor. Peki, kendimizi bulmak nerede? Mümin olan için kullukta. Bizi tarif eden ÅŸey bütün bu saydıklarımızın da kökü olan ve onlara hususiyet kazandıran Allah’a kulluktur. Ahlakımız kul ahlakı olmalıdır. Yani düÅŸüncemiz de iÅŸimiz de duygumuz da Allah’ı unutmamak, O’nun ve Resulüllah Efendimizin emirlerine ittibâ etmek olmalıdır.
 
Söyledikleriniz çerçevesinde dünyadaki yerimiz neresi? Ä°çinde yaÅŸayıp, nefes aldığımız, bir arada ekmeÄŸi, aşı, sevinci, kederi paylaÅŸtığımız mekânlar mı? Kulun dünyada belirli bir mekânı, bölgesi, coÄŸrafyası yok. Bu yüzden ‘Ä°slam âlemi’ kavramını belirli siyasi sınırlara hapsetmek çok yanlış. Rabbimiz DoÄŸu’nun da Batı’nın da Rabbi. Bu bize büyük bir ufuk açısı kazandırmalı, enginlik vermeli. Fakat kendi koyduÄŸumuz sınırlar yüzünden imanı belirli yerlere sığıştırmaya çalışıyoruz. Oysa bütün âlem müminin vatanıdır. Hicret sünnettir, bir hikmeti de budur. Her yerde Allah-u Teâlâ’ya secde edilir. Bu da baÅŸka çok önemli bir hatırlatıcıdır bize. Dünyadaki gerçek yerimize kavuÅŸmak istiyorsak önce dünyanın tamamının bize açık olduÄŸunu bilmemiz gerekir. Bunu bilmek için de imanımıza yaslanmak, imanımıza dayanarak bilmek, kılmak ve olmak gerekir. Gönül dünyamızın sınırı olmaz! Misakı Milli sınırlarını da kutsallaÅŸtırmamak gerekir. 
 
Din/dil/tarih ÅŸuuru ÅŸarttır. Tarih, yaÅŸayan zamandır, bugündür. Fakat biz tarihe hep olmuÅŸ bitmiÅŸ olaylar, ölmüÅŸ gitmiÅŸ adamlar, savaÅŸlar, devletler yığını olarak bakıyoruz. Tarihde, aslında kendimize gelmemiz için iyi ve güzel kul olmayı esas almalıyız. Tarih, Allah-u Teâlâ’nın insanlara verdiÄŸi nimetleri insanların nasıl istimal veya suiistimal ettiklerini bize gösteren bir ibretler ve dersler mecmuudur. Böyle bakıldığında nebilerin, ariflerin, salihlerin olduÄŸu kadar; mütekebbirlerin, zalimlerin, gafillerin de sahnesi olduÄŸunu görürüz. Mesele, her ÅŸeyin olduÄŸu gibi tarihin de anlamını, ibretini elde etmeye çalışmaktır. Kendimiz olmadıkça, yani kulluÄŸu hayatımızın her alanının merkezi yapmadıkça konuÅŸulan, yazılan, çizilen ÅŸeyler hep havada kalıyor. Peki, kendimize gelebilecek miyiz? 
 
Hayırlı insanlar, gayretler, halkalar hariç genelde bir gaflet, hatta Müslümanlarda dalalet hâkim. DoÄŸru yolda olduÄŸunu iddia edenler bile bakıyorsunuz ya Kur’an’dan, ya sünnetten, ya edepten, hürmetten, güzellikten, iyilikten uzak. Demek ki sözümüzün adamı deÄŸiliz henüz. Kendimize gelmemiz için iyi ve güzel kul olmayı esas almalıyız. Dünyada da ahirette de bizim yüzümüzü ak çıkaracak budur. Hem Ä°slam âleminde hem ülkemizde gönül ve zihin dünyalarımızda ciddi kırılma noktaları yaÅŸandı, yaÅŸanıyor. Durumdan tasavvuf ve tarikatlar da nasibini aldı. Söz ile öz, dava ile eylem arasındaki boÅŸluk çok büyük. Bu boÅŸluÄŸu ancak kalbi, yani imanı canlandıran, onun hayatın merkezi olduÄŸunu bize hayatlarıyla, kiÅŸilikleriyle hatırlatan arifler, adam gibi adamlar, mütefekkirler, gerçek müminler doldurabilir. Rehber arıyorsak Kur’an ve sünnete tam ittibâ eden, ahlakları bu olan insanlara bakmalıyız. Sadece metin okumakla adam olunmaz.
 
Tasavvuf budur. Ne ÅŸiir söyleme sanatı, ne felsefe, ne mistisizmdir. Sünnetin yaÅŸanmasına ‘tasavvuf’ denir. Tarikat da Åžeriatın güzel yaÅŸanmasının yoludur. Kimi yalan dolandan, kimi geleneÄŸi devam ettirmek için, kimi meÅŸhur olmak, kimi menfaat yolu olarak tasavvufu suiistimal ediyor. Ama suistimal edenler var diye gerçek mutasavvıflar, arifler, yollar yoktur da denemez. Onlar varlar ve hâlâ birçok insanı hak yola sevk etmeye (hidayetlerine vesile olmaya) devam ediyorlar. Tabii ‘tek yol benim yolum’ denilmez. “Müslüman olarak “Sabreden ve ÅŸükredenlerin yeri Cennettir” âyetini de; Tarikat/tasavvuf büyüklerinin ‘Allah için çalış, Allah için sabret’ tavsiyelerini hiç unutmam. Hâlâ böyle yapmaya gayret eden birisi olarak ben de bu âyeti ve sözü herkese tavsiye ederim. Takdir, teÅŸekkür beklemeden çalışalım. Karşılık, ecir Allah’tandır. Halkın takdiri dünya kadardır. Bugün vardır, yarın yoktur. Hakkın takdiri ise ebedîdir.
 
Mevla bizi imandan, Resulüllah Efendimizin sünnetinden, Allah’ı ve Resulü sevip tam ittibâ edenlerin yolundan ayırmasın. (Âmin)
 
 
Müellif: YaÅŸar DeÄŸirmenci / Yeni Akit

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.