Umutlarla Birlikte İnsanlığın da Yok Olduğu Gemi: Struma Faciası
Follow @dusuncemektebi2
24 Şubat 1942’de içinde sekiz yüze yakın Yahudi göçmenin bulunduğu ve “yüzen tabut” olarak nitelendirilen Struma adlı gemi Karadeniz’de bir Rus denizaltısı tarafından torpillendi. Bir devrin kara lekesi olarak kalacak olan Struma, II. Dünya Savaşı’nda yaşanan kör dövüşünün kurbanıydı aslında.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı Avrupa’nın her yerindeki Yahudileri hedef almıştı, bu yüzden bütün Yahudiler kendilerini tehdit altında hissediyorlardı. Almanya’nın 1940’ta Romanya’yı işgali üzerine Yahudi aleyhtarlığı bu ülkeye de sıçramış, Yaş’ta 4000 kadar Yahudi katledilmişti. Korkuya kapılan Yahudiler için o dönemde İsrail’e dönüştürülmek istenen İngiliz yönetimindeki Filistin’e gitmek bir kurtuluş yolu olabilirdi. Üstelik “Yahudi Aliyah” örgütü Filistin’e göçü teşvik ediyordu. Bu sıralarda gazetelerde gemiyle Filistin’e yolcu taşınacağı ilanları görülmeye başladı. 791 Yahudi yüklü miktarlarda paralar ödeyerek bu yolculuğa katılmaya karar verdiler. Yolculuk için dönemin ileri model gemilerinden olan İngiliz “Queen Mary” transatlantiğinin fotoğrafları kullanılarak ilanlar verilmişti. Gerçekte ise yolcuları taşıyacak olan gemi bir transatlantik değil, bir yük gemisiydi ve hayvan taşımacılığında kullanılıyordu. Bu yüzden insan taşımacılığına uygun olmayan koşullar barındırıyordu. Hayvan taşımak için kullanılan ahırları ve olanaksız yerleri kamaralara dönüştürerek yolcuları buralara yerleştirmişlerdi.
Panama bandıralı bir gemi olan Struma, aslında 1880 yılında Werft Palmers Company tarafından Newcastle’da “Cornelia” adıyla üretildi. Bu gemi ilk defa 1911 yılında olmak üzere sırasıyla; Avusturya-Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan ve son olarak da bir borsa şirketine satıldı.
Gemiye bineceklerden kişi başı bin dolar ile on bin dolar arası bilet parası alındığı için daha çok para kazanma amacıyla kapasitesinin çok üstünde kişiye bilet satılmıştı. Yolcular gemiyi gördüklerinde kendilerine anlatılan gemiyle hiçbir alakası olmayan, nerdeyse suyun üstünde bile zor duran bir gemi gördüklerinde büyük hayal kırıklığına uğradılar ancak öldürülmekten kurtulma ve Filistin’e kaçabilme umutlarıyla başlarına geleceklerden habersiz gemiye bindiler. Nihayetinde Struma, kapasitesi aslında 150-200 kişi olmasına rağmen 791 yolcu ile 12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence Limanı’ndan yola çıktı.
Gemi zaten eski olduğu için motor bakımları da yapılmamıştı ve harap durumdaydı. Bu yüzden de daha yola çıktığının ertesi günü geminin motorlarından biri arızalandı. Açık denizde uzun süre sürüklenen geminin tamiri için yüklü miktarda para istendi ancak bu paranın karşılanması imkânsızdı. Yolculardan toplanan paralar ve değerli eşyalarla istenilenden çok düşük bir paraya motor tamir edildi. Ama asıl sürpriz onları İstanbul’da bekliyordu.
Tamir edildikten sonra tekrar yola çıkan gemi İstanbul’a yaklaştığı sırada motoru tekrar arızalandı. Ancak asıl sorun bu değildi. İstanbul Boğazı o dönemde Ruslara yiyecek taşıyan gemileri engellemek için mayınlanmıştı ve bu mayınlar akıntıyla beraber sürükleniyordu. Struma gönderdiği acil durum fişekleriyle limandakileri durumdan haberdar etti ve gemi bir römorkör yardımıyla İstanbul açıklarında mayınlardan uzak bir bölgeye çekildi ve tam 72 gün boyunca içindeki yolcularla birlikte orada bekledi.
Struma Yahudi göçmenlerle İstanbul’a geldiğinde İngiltere, Türk Hükümeti’ne ve dönemin başbakanı Refik Saydam’a bir nota vererek, yolcuların düşman bölgesinden geldiğini ve düşmanı desteklemek için çalışıyor olabilecekleri iddiasıyla geminin Filistin’e gitmesine izin verilmemesini istedi. Gerçek şuydu, İngilizler, II. Dünya Savaşı şartlarında Arapları kışkırtacak bir problem istemiyorlardı. Aynı zamanda bu durumun emsal teşkil ederek gelecekte büyük bir mülteci akınına sebep olabileceğinden çekiniyorlardı. Bu yüzden 1939’da manda yönetiminde tuttukları Filistin topraklarına Yahudi göçüne kısıtlama getirmişlerdi. Daha da önemlisi, Yahudilerin Filistin’e göçünü organize edenler bu durumu yolculardan gizlemişlerdi. İstanbul Boğazı’ndan geçiş için bekleyen gemide yiyecek sıkıntısı baş göstermiş ve ikmal imkânları bulunmuyordu.
Türkiye gemide yaşanan dram ile İngiliz baskısı arasına sıkıştığından zaman kazanmak istiyordu. Geminin motorlarından birinin arızalı oluşu iyi bir bahane olabilir ve bu süre içinde yeni bir durum belirebilirdi. Öyle de oldu. Motor arızası sebebiyle gemi limanda tutulmaya başlandı. Bu arada İngiltere Büyükelçisi gemiye geçiş izni verilmemesi ama Çanakkale’ye doğru açılmasına da ses çıkarılmaması gibi garip bir açıklama yaptı. İngiltere parlamentosu bu açıklamayı sert bir dille eleştirdi. Görünen o ki, aslında Türkiye’ye hiçbir alternatif denememesi söyleniyordu.
Bu sırada İstanbul’da demirlemiş olan Lily adlı lüks bir Yahudi gemisi daha bulunuyordu. 200 kişilik bu gemi gerçekte göçmen organizasyonları için satın alınmıştı. Ne var ki, onlar da yolcuları taşımaya yanaşmıyorlardı. Gemidekiler için şimdi tam bir belirsizlik doğmuştu. İstanbul’da Yahudi cemaatinin önde gelenleri yeni bir yol aramaya başladılar. Acaba İstanbul’dan karaya çıkıp demiryolu ile Filistin’e ulaştırılması söz konusu olabilir miydi? Bu fikir iyi gibi görünüyordu. Ama bu defa da Nazi Almanya’sı, Türkiye ile iletişime geçerek “Gemide salgın hastalıkların olduğu kimsenin karaya çıkarılmaması ve geminin karantinaya alınması gerektiği” hususunda uyardı. Bunun anlamı gemidekilerin her ne olursa olsun Filistin’e gitmesine Almanya’nın da karşı çıktığıydı.
Türkiye, İngiltere ve Almanya tarafından tam bir kıskaca alınmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsızlık politikası izleyen Türkiye, 1941’de İngiltere ile imzaladığı dostluk ve saldırmazlık anlaşması gereği de dengeleri korumaya çalışıyor ve herhangi bir saf tutmuyordu. Bu yüzden gemiye müdahale etme konusunda çekimser davranıyordu. Yaklaşık 2.5 ay boyunca kıyıda bekleyen gemiye Kızılay ve İstanbul’daki Yahudi cemaati yardımda bulunuyor ver her gün düzenli erzak götürüyordu.
Geminin akıbeti ile ilgili müzakereler devam ederken gemiden çıkarılan ve hayatlarını kurtaran üç kişi vardı. Bunlar Standart Oil Company şirketinin Romanya Müdürü Martin Segall ve ailesiydi. Aynı şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç’un hükümet nezdinde girişimleriyle Segall ve ailesi gemiden indirildi. Ayrıca doğum sancılan tutan bir kadın da indirilenler arasındaydı.
Vehbi Koç Almanya’ya yapılan krom ihracatında en büyük paya sahip olan Koç Grubu’nun kurucusuydu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın Türkiye’den aldığı kromları silah yapımında kullanması, İngiliz şirketlerin Koç Grubu’yla ticaret yapmasına yasak getirilmesine sebep oldu. Vehbi Koç, İngilizlerin kara listesinden çıkabilme amacıyla Martin Segall ve ailesinin gemiden çıkarılmasına yardımcı oldu.
Sonunda 22 Şubat 1942’de geminin Şile açıklarına çekilmesi kararı verildi. Struma’yı mayınlardan kurtaran römorkör gemiyi Şile’nin üç mil açığına bıraktı.
23 Şubat 1924’de kendilerine, denizde gördükleri Rus amblemi taşımayan her geminin vurulması emri verilen ShCh-213 Sovyet denizaltısı, Türk gemisi Çankaya’yı vurarak batırmıştı. 24 Şubat 1942’ye gelindiğinde ise yine ShCh-213 Sovyet denizaltısı devriye attığı sırada bu kez de Struma’yı torpilleyerek batırdı. Bu facia II. Dünya Savaşı’nın en büyük sivil deniz felaketi olarak tarihe geçti.
Gemide bulunan yaklaşık 800 kişi hayatını kaybetti. Kimisi patlama anında, kimisi de denizin soğuk sularında hipotermi nedeniyle öldü. Gemiden sadece David Stoliar adlı 19 yaşındaki bir genç kurtuldu. Stoliar tahta bir kirişe tutunarak ve yolculuktan önce babasından aldığı kalın bir palto sayesinde hayatta kalmayı başardı. Olaydan 24 saat sonra da bir Türk kurtarma kayığı ile karaya çıkarıldı. Stoliar olayın ardından yaptığı bir açıklamada: “Patlamadan hemen sonra denize atladım. 24 saat kadar denizde kaldım. Bir Türk cankurtaranının gelip beni kurtardığını hatırlıyorum” dedi.
David Stoliar yıllar sonra verdiği bir röportajda ise şunları söyledi: “Sardalye konservesinde gibiydik, yattığımız yerde dönemiyorduk dahi. Durumumuz gittikçe kötüye gitmeye başlamasına rağmen umudun yarattığı güçle yaşadığımız ortamın felaketine dayanabiliyorduk… Kimse bizi insan olarak görmüyordu. İnsan olarak görmediklerine neden yardım etsinlerdi ki? Yaşamam için hiçbir sebep yoktu. Bütün ailem, nişanlım herkes yok olmuştu. Neden bir tek ben hayatta kalmıştım? Neden diğerleri ölmüştü? Kendimi suçlu hissediyordum.”
Gemiyi hangi devletin batırdığı uzun yılar tartışıldı. Herkes birbirini suçladı. Yıllar sonra yapılan araştırmalarla ve Sovyet arşivlerinden çıkan belgelerle Struma’yı ShCh-213 kodlu Rus denizaltısının batırdığı belirlendi.
Sovyet arşivlerinde olaydan şu şekilde bahsedilmiştir: “ShCh-213 denizaltısı 24.02.1942 sabahı korumasız vaziyetteki düşman gemisi Struma’ya rastladı. Gemi 1118 metreden başarıyla torpidolandı ve batırıldı. Genç subaylar, gemi komutanı ve astsubaylar ve torpidoyu ateşleyen Kızıl Filo denizcileri cesaret örneği sergilemişlerdir.”
Struma’nın yolcularına Filistin’e giriş vizesi vermeyen Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı Lord Moyne, Struma faciasından sorumlu olduğu gerekçesiyle 1944 yılında bir suikast sonucu öldürüldü.
3 Eylül 2000 tarihinde Struma’da hayatını kaybedenlerden 60 kişinin ailesi, Türkiye’deki Yahudi cemaati temsilcileri, İsrail büyükelçisi, İngiltere ve ABD’den gelen delegelerin katıldığı bir tören düzenlendi. Ancak Struma felaketinden sağ kurtulan tek kişi olan David Stoliar kişisel nedenlerden dolayı törende yoktu.
“Struma bir güneş gibi battı. Tek farkı ‘Güneş her gün doğmaya yeminliydi, suçluları bir an önce o çetin güne kavuşturmak için.’ Struma ise bir dahası olmamak üzere derinlere gömüldü, insanlığın ayıbını örtmek için.”
Müellif: Muaz Vural / Düşünce Mektebi
Henüz yorum yapılmamış.