Sosyal Medya

Ademoğlunun değişmez yazgısı olarak 'Yabancılaşma'

Vaad edilmiş ülke ya da Kutsal Topraklar aslında tabii ki bizde, yani insan olabilendedir. Baba evinden çöle çıkmak üzere uzaklaşan, ancak bulduğu verimli toprakların aslında yuvası olduğunu ayırt eden, kendisi değişen ve dönüşen insan…



Ä°lk olarak 11. ve 14. yüzyıllar arasında Latince ve Orta Dönem Ä°ngilizcesinde karşımıza çıkan “alienation” sözcüÄŸü, “mülkün e.d. sahipliÄŸin el deÄŸiÅŸtirmesi” anlamında kullanılıyordu. Daha sonra “bağıntı eksikliÄŸi”, “oyalama”, “aldatma” olarak da karşılanan sözcüÄŸün, günümüzde kullanılan en geliÅŸmiÅŸ anlamları “soyutlanma ve ayrılık hissi”, “yabancılaÅŸma”, “kendilik ve nesnel dünya arasında bir uzaklaÅŸma” veya “kiÅŸiliÄŸin farklı fakülteleri arasındaki yabancılaÅŸma” olarak özetlenebilir.
 
Peki, 14. yüzyılda dile giren, 18. yüzyılda ise ancak tam yerini bulan bu kavram, daha önce yaÅŸantımızda yok muydu? Ä°nsan doÄŸduÄŸu günden öldüÄŸü güne dek zaten çeÅŸitli biçimlerde yabancılaÅŸma yaÅŸamıyor muydu?
 
Marksist terminolojiye göre yabancılaÅŸma, insanın içinde bulunduÄŸu gerçekliÄŸe yabancılaÅŸmasıdır. Oysa insan tam da içinde bulunduÄŸu gerçeklikten dolayı kendine yabancılaÅŸmaz mı? Bilinçdışı edimleri kendine yabancı deÄŸil midir? Ben özdeÅŸliÄŸinden “ben” ve “öteki” ayrımıyla çıktığımız anda her ötekileÅŸtirme, zorunlu da olsa “ben”imizden biraz daha uzaklaÅŸmayı getirmez mi? Modernizm öncesi yabancılaÅŸma yoktu da, modernizmin getirilerinden mi doÄŸmuÅŸtu? SanayileÅŸme öncesi insan içinde bulunduÄŸu gerçekliÄŸe ve emeÄŸine yabancılaÅŸmıyor muydu?
 
Bütün bu sorular ve daha nicesi aslında bu yazının tartışma konusu olmalıydı. Ancak tek bir yazıda bu kadar kapsamlı bakabilme imkânımız yok, ne yazık ki. Bizim bakacağımız yan; yabancılaÅŸma kendimizi tanımamız için zorunlu bir kıpı mıdır sorusunu sormak ve bununla ilgili bir im verebilmek. Bütünlenmek için önce eksilmek mi lâzım, baba evine geri dönmek için önce çıkıp gitmek mi gerekli? Kavramın sorguladığımız yanı bu.
 
Feuerbach’a göre insan, insani niteliklerini –daha sonra bu nitelikleri için tapacağı– bir Tanrı’ya yükleyerek, kendi özsel varlığına yabancılaşır. Dolayısıyla insanlar Tanrı’ya taparken aslında kendi özlerine taptıklarının farkında olmazlar. Bundan dolayıdır ki, Feuerbach, “din”in insanları kendi türsel varlıklarını gerçekleÅŸtirmekten alıkoyan bir yabancılaÅŸma biçimi olduÄŸunu öne sürer.
 
Oysa dinin ardında yatan da aslında bana göre yine bireyin tarihi veya insan olmanın sürecidir, zira zaten dinin çabası, yaÅŸamın içinde zorunlu olarak kendi hakikatine yabancılaÅŸan kiÅŸiyi kendi özüyle buluÅŸturmak deÄŸil midir? Ancak dinler de kurumsallaÅŸtıkları anda ya da karmaşıklaÅŸtıkları ve özlerinden uzaklaÅŸtıkları oranda bir bakıma kendi özlerine yabancılaÅŸmakta ve asıl çabalarından uzaklaÅŸmaktadır.
 
Oysa dinlerin ezoterik yanı olarak adlandırdığımız, kurumsal olandan farklı olarak, herkesin yalnızca kendisinin yürüyebileceÄŸi yol, iÅŸaret ve levhaların olmadığı çöle giden yoldur. Ancak mürÅŸidini (kuzey yıldızını) bulanlarca içte (gece) yürünebilen bu yol, Ä°brahimî dinlerin tümünde (Musevilik, Hristiyanlık ve Ä°slam’da) “baba evinden gitmek”, “çöle çıkmak” ve bu maddi-manevi yolculuÄŸun sonunda kendini (rabbini) bulmak kavramları ile simgeselleÅŸir.
 
Jung, kendi çöle çıkmasını anlattığı Kırmızı Kitap’ta sorar: “BenliÄŸim neden bir çöl? Kendi dışımda, insanlar ve olaylar içinde çok mu yaÅŸadım? Kendime sevgi göstermedim mi?” Aslında hepimiz kendi dışımızda yaÅŸarız, insanlar ve olaylar içinde kendimizi unuturuz. Öyle deÄŸil mi? Kaldı ki salt “din” deÄŸil, ancak dindarca baÄŸlandığımız tüm yaÅŸam edimleri ve nesnelerinin onlara olan bu baÄŸlılığımızdan dolayı bir anlamda görevleri zaten bizi bizden (kendiliÄŸimizden) uzaklaÅŸtırmak deÄŸil midir?
 
Hegel’e göre insan, edimleri yoluyla bir kültür yaratır. Ve bu kültür onun yüzleÅŸme ve dolayısıyla yabancılaÅŸma aracıdır ki Hegel, insanın edimselliÄŸinde insandan yansıyanın da yine zamanın tini olduÄŸunu söyler.
 
Dolayısıyla, Jung’un özetlediÄŸi gibi: “Bu çağın ruhu benzer zamanın tinleri gibi kendini son derece zeki görür. Oysa bilgelik sadece basit deÄŸil, basit fikirlidir… Zekilik dünyayı, basit fikirlilik ruhu fetheder. O zaman ruha katılmak için, ruhta yoksulluk yemini edin.” [1] YabancılaÅŸmaktan kendine yakınlaÅŸmaya giden yol, alçakgönüllülükle yürünebilen yalın bir yoldur.
 
Çöle çıkanın rehberi –onu vaad edilmiÅŸ ülkeye götürmek üzere– örtük olarak rabbidir. Bahsi geçen vaad edilmiÅŸ ülke, Torah’da ÅŸöyle anılır:“Tanrınız Rab sizi verimli bir ülkeye götürüyor. Öyle bir ülke ki, ırmakları, pınarları, derelerden tepelerden çıkan su kaynakları vardır, buÄŸdayı, arpası, üzümü, inciri, narı, zeytinyağı, balı vardır. Sıkıntısız ekmek yiyebileceÄŸiniz, hiçbir ÅŸeye gereksinim duymayacağınız bir ülkedir. Öyle bir ülke ki, kayaları demirdir, daÄŸlarından bakır çıkarabilirsiniz.” [2]
 
Rebbe Schneerson’un anlatımında: “Gelenek Mesih’in döneminde tüm aÄŸaçların meyve vereceÄŸini anlatır, Meyve vermeyen bir aÄŸaç mükemmel olmayan bir dünyanın göstergesidir. Zira aÄŸacın nihai amacı meyve vermektir. Torah, aÄŸacın ulaÅŸtığı en yüksek noktanın meyve vermesi olduÄŸu gibi, insanın da hasat etmesi gereken yedi meyvesinden bahseder. Bunlar, Kutsal Toprakların verimliliÄŸini de simgeleyen yedi ürün, eÅŸ deyiÅŸle yedi meyve: BuÄŸday, arpa, üzüm, incir, nar, zeytin ve hurmadır.” [3]
 
Vaad edilmiÅŸ ülke ya da Kutsal Topraklar aslında tabii ki bizde, yani insan olabilendedir. Baba evinden çöle çıkmak üzere uzaklaÅŸan, ancak bulduÄŸu verimli toprakların aslında yuvası olduÄŸunu ayırt eden, kendisi deÄŸiÅŸen ve dönüÅŸen insan… Ä°nsanın kendine uzaklaÅŸması zorunlu olarak bebeklikten çocukluÄŸa adım atarken, ben ve öteki ayrımında baÅŸlar. Bu zorunlu kıpı gerçekleÅŸmezse ne ben bilinci ne kendi ayrımı ne de düÅŸünmek mümkün olabilir. ÖzdeÅŸ kalmaktan çıkabilmek için zorunlu olan bu uzaklaÅŸma ve yabancılaÅŸma, yaÅŸadığımız gerçekliÄŸin, çevrenin, kültürün içinde bir biçimiyle hep devam eder. Ancak bu sefer bilinçli bir seçim yapmamız ve yabancılaÅŸmamıza uzaktan bakabilmemiz, yani baba evinden gitmemiz gerekir.
 
Ä°nsanın kendi hakikatine, yaÅŸamının asıl amacına yakınlaÅŸabilmesi için önce uzaklaÅŸması, içinde bulunduÄŸu gerçeklikle ve edimleriyle yüzleÅŸmesi gerekir. Ä°nsanın asıl emeÄŸi bu yüzleÅŸmedir. Ancak bu yüzleÅŸmenin sonucunda yukarıda adı geçen: YaÅŸamımızın yedi kalitesi olarak; insanlığımız (buÄŸdayımız), tutkumuz (arpamız), sevincimiz (üzüm), farkındalığımız (incir), iyi edimlerimiz (nar), çaba ve mücadelemiz (zeytin), barış, dinginlik ve kemâlat (hurma) Kutsal Topraklarda hakkıyla yeÅŸerir, ürün verir. Gerisi gerçekten de boÅŸ ve rüzgârı kovalamaya kalkışmak gibidir [4].
 
 
Müellif: Arzu Cengil DüÅŸünüyorum dergisi
 
_______________________________________________________________________________________________
 
[1]  C.G. Jung, Kırmızı Kitap, Kaknüs Yayınları
 
[2]  Torah, Devarim 8:7-9
 
[3]  Alıntı: http://www.chabad.org/therebbe
 
[4]  Tanakh, Kohelet 4:15
 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.