Sosyal Medya

Kemal Sayar: Üstümüzdeki en güzel gölge: Baba

Bir sinema filmi nedeniyle gündeme gelen baba-oğul ilişkisi, psikanaliz ve psikiyatrinin de ilgi alanlarından birisini oluşturuyor. Freud’un babayı oğula rakip gören ‘Ödip karmaşası’ düşüncesi bugün evrensel bir durum olarak tanımlanmıyor. Babalık için ‘toplumsal bir kaza!’ diyen Margaret Mead’in görüşleri de rağbet görmüyor. Artık babalık, çocukların büyüme sürecinde duygusal ve zihinsel anlamda büyük sonuçları olan, karmaşık ve eşsiz bir olgu olarak hak ettiği değeri buluyor.



Babalık üzerine yapılan araÅŸtırmalar, baba-çocuk bağının, anne-çocuk bağından nasıl farklılaÅŸtığını gösteriyor. Bu yazıda önce baba-çocuk etkileÅŸimine deÄŸinecek, daha sonra babalar ve oÄŸullar arasındaki o ‘yakıcı’ iliÅŸkiyi konu edineceÄŸim. Bu yazıyı bir oÄŸul olarak yazıyorum; kendisinin de iki oÄŸlu olan bir oÄŸul.
 
Bir babanın daha oyuncu yapıdaki etkileÅŸim biçimi, çocuÄŸa duygusal özdenetimi öÄŸreten bir alan olabilir. Baba-çocuk etkileÅŸimi, çocuÄŸun ileriki hayatında da kendisini güçlü ve etkin hissetmesini saÄŸlayacak bir anahtardır. Fakat babalık davranışını, annenin yöntemlerinden ayırmak o kadar da kolay bir mesele deÄŸildir. Baba-çocuk baÄŸlanmasının özü farklıdır. Özsaygısı düÅŸük olan babaların çocukları üzerinde gösterdikleri olumsuz etki, kendiyle barışık olmayan annelerin olumsuz etkisinden daha fazladır. Ayrıca ebeveynler arasındaki çatışma boyunca, baba-çocuk bağı daha soÄŸuk, daha kolay bozulabilir nitelikte görünmektedir.
 
ÇocuÄŸun bilinç ve cinsel kimlik geliÅŸiminde babanın önemli bir yeri olduÄŸunu savunan Freud, çocuÄŸun hayatının ilk üç yılındaki babanın yerini hesaplamamıştır. Ondan sonra pek çok kuramcının tartıştığı gibi, aslında baba figürü, evin dışında varolan bir dünyada -gerçek dış dünyada- disiplinin, erkek rol modelinin kazanılması gibi noktalarda önemli bir role sahiptir. Anneler çocuklarını her türlü olumsuzluktan koruma çabası gösterirken, babalar daha gerçekçi davranır ve dış dünyanın sert bakış açısını öÄŸretmeyi hedefler.
 
1920’lerde anne merkezli görüÅŸlerde yaÅŸanan kırılmalar sadece deneysel bulgulara baÄŸlı olarak yaÅŸanmamıştır; bu döneme kadar çocuklarda yaÅŸanan her türlü duygusal ve davranışsal problemin sebebi annede aranırken; giderek babanın sorumlulukları da tartışılmaya baÅŸlanmıştır. 1950’lerde ise bilim, erken çocukluk döneminde babanın çocuk üzerindeki etkilerini tartışmaya baÅŸlarken, bunlar boÅŸanma ya da babanın yokluÄŸu gibi hep negatif içerikli durumlar üzerinden yapılmıştır. 1970’lerde, araÅŸtırmalar bakım verme konusunda babanın yeterliliÄŸinin anne kadar olup olamayacağını sorgulamaya baÅŸlamıştır. Bu soruya verilen cevap, herkesin ÅŸaÅŸkınlığına raÄŸmen “evet” olmuÅŸtur. Ancak burada eksik olan bir ÅŸey vardır; babalar da anneler kadar iyi bir bakım veren olabilirler, ancak onlar bazı görevleri annelere bırakma eÄŸilimi taşırlar. Bundan sonraki araÅŸtırmalar, buradan hareketle kadın ve erkeklerin ebeveyn stratejilerinin nasıl ve niçin farklılaÅŸtığına ve bunun çocuk için ne anlama geldiÄŸine odaklanmıştır.
 
Bu araÅŸtırmalardan çıkan sonuçlara göre, çocuklar hayatın ilk birkaç yılında babadan etkilenmeye gayet açıktırlar; bebekler beslenme ve rahatlığa dair temel uyaranları alırken, aynı zamanda zihinsel, fiziksel ve özellikle duygusal geliÅŸimleri için bunlara ihtiyaç duymaktadırlar. Babalar çocuklarıyla oyun oynarken, kovalamaca, güreÅŸ gibi fiziksel etkileÅŸimlere baÅŸvururlar; anneler ise, oyuncaklarla etkileÅŸim ve sözel deÄŸiÅŸ-tokuÅŸlar gibi iletiÅŸim türlerini kullanırlar. Buna göre babalar, pozitif veya negatif, memnuniyeti olduÄŸu kadar korkuları da içerecek ÅŸekilde çocuklarını duygularını düzenlemeyi öÄŸrenmeye zorlarlar. Dolayısıyla klasik teorinin tartıştığı gibi, babalar çocuklarının anne-çocuk iliÅŸkisi dışındaki dış dünyaya hazırlanmalarını saÄŸlar; ancak bundan daha fazlasını da yaparlar: Çocukların karmaşık etkileÅŸim becerilerini, “duygusal iletiÅŸim” becerilerini geliÅŸtirmelerini saÄŸlayan ÅŸey daha çok baba-çocuk etkileÅŸimidir.
 
Bunu kazanmanın birinci basamağında, çocuk, babasının yüz ifadelerinden, sesinin tonundan ve diÄŸer sözel olmayan iÅŸaretlerinden onun duygularını nasıl “okuyacağını” öÄŸrenir ve buna göre cevap verir. Ä°kinci basamakta ise, kendi duygularını net bir ÅŸekilde diÄŸerlerine nasıl ileteceÄŸinin öÄŸrenilmesi vardır. Son olarak çocuklar, kendi duygusal durumlarını nasıl “dinleyeceklerini” öÄŸrenirler. Tüm bu zincirin doÄŸru bir ÅŸekilde iÅŸlerlik kazanması ise, çocuÄŸun ileriki yaÅŸantısında engellenmeyi yönetebilme, tutarlı bir problem çözme becerisi geliÅŸtirebilme, yeni faaliyet ve ÅŸeylere uyum gösterebilme gibi özellikleri kazanabilmesini saÄŸlar. Baba-çocuk arasında geliÅŸen bu olumlu iliÅŸki bağı, önce kardeÅŸlere, sonra da arkadaÅŸ çevresine yansır; çocuk daha iÅŸbirlikçi ve daha az kavgacı bir tutum sergiler.
 
Ebeveynlerin çocuklarıyla beraber geçirdikleri zaman dilimlerine bakıldığında ise, babaların annelerden daha fazla oyunla zaman geçirdikleri görülmektedir. Bunun bir sonucu olarak çocuklar, bir-bir buçuk yaÅŸlarında sıkıntı verici bir durumla karşılaÅŸtıkları zaman, birincil bakım verenleri olan annelerine dönmektedirler. Fakat baÄŸlılık davranışı olarak kabul edilen gülümseme, ses çıkarma gibi davranışlarda çocukların tutumları babalardan yana olmaktadır.
 
ÇocuÄŸun ilerleyen yaÅŸlarında bu baÄŸlanma biçimlerinde bazı deÄŸiÅŸiklikler yaÅŸanmaktadır. AraÅŸtırmalara göre, onlu yaÅŸlarına gelen her iki cinsiyetten çocuklar için duyarlılık, güven ve ihtiyaçlar söz konusu olduÄŸunda tercih edilen ebeveyn, bebeklikte olduÄŸu gibi anne olmaktadır. Fakat buna karşıt olarak, babaların sunduÄŸu ÅŸakacı ve oyuncu tarz çocukları babalarından uzaklaÅŸtırmaktadır. Bu tarz, ileri yaÅŸtaki çocuklarda, babalarının onların ihtiyaçlarını ve düÅŸüncelerini ciddiye almadıkları gibi bir izlenim oluÅŸturabiliyor.
 
ModernleÅŸmeyle beraber ev ve iÅŸ arasında oluÅŸan uçurum, babanın evden kaybolmasına yol açmıştır. Pek çok çocuk için baba, artık eve o uyuduktan sonra gelen bir gölge varlıktır. OÄŸullar için babadan ayrılık, erkek kimliÄŸinin oluÅŸması bakımından elzemdir. Babanın anahtar rollerinden birisi, oÄŸlan çocuÄŸunu erkeklik rolüne, erkeklerin dünyasına, kimliÄŸini bir erkek olarak kurgulayacağı yere hazırlamaktır. EÄŸer bunu yapamazsa kadınlarla iliÅŸki kurmakta çok zorlanacak; ya onlara yapışacak ya da onlardan çok uzak duracaktır. Kimi yazarlar endüstri devriminden en fazla yara alan sevgi biriminin baba-oÄŸul bağı olduÄŸunu yazmaktadırlar. EndüstrileÅŸme öncesi oÄŸullar babalarını tarlalarda veya ticarette görüyor, erken yaÅŸta onlara katılıyor iken, artık babalarını bu biçimde görme ÅŸansları kalmamıştır. PederÅŸahi toplumumuzda gizli saklı bir maderÅŸahilik hüküm sürüyor; iliÅŸkiler, duygular öne çıkıyor ve oÄŸul babayı duygusuzluÄŸun o gri dünyasından çıkıp gelen bir yabancı olarak deÄŸerlendiriyor. Bazı erkekler erkek kimliÄŸine kolayca geçebiliyor; çünkü babaları onlarla yeterli bir baÄŸ kurmuÅŸtur, onlarla kendi yaratıcı dünyasının bir bölümünü paylaÅŸmıştır. Bazı insanlar da erkek kimliÄŸine adım atar; ama babalarının o iliÅŸkisizliÄŸini, duygusal ceset olma halini kendi hayatlarına kopya ederler. Bazı erkekler, kadınların dünyasında kalır ve onların deÄŸerlerini benimser; erkeklerin dünyasındaki sevgisizlikten nefret ederek yaÅŸarlar. Bir oÄŸlun, annenin kendisi için ve kendisinin annesi için taşıdığı tehlikeye karşı babaya ihtiyacı vardır. EÄŸer ana-oÄŸul iliÅŸkisi çok yalıtık kalırsa çok yoÄŸun ve tahripkâr bir hâle bürünebilir.
 
OÄŸulların öyküsü babaların öyküsünün tam kalbinden geçer. Babalarımız hayatta kim olduÄŸumuzu, nasıl durduÄŸumuzu, nereye ve nasıl baktığımızı tayin ederler. Statükocu babaların oÄŸulları devrimci olabilir; büyük inanmışlardan inançsız evlatlar zuhur edebilir. Erkek çocukları için hayat, baba ve annenin çocukluÄŸa attıkları ilmeklerin çözüldüÄŸü bir serüvendir. Sözgelimi baba, oÄŸlun ruhunda öyle kocaman bir yara açmış, onu varlığıyla o kadar sindirmiÅŸtir ki oÄŸul bir türlü büyüyemez, ebedî bir ergen olarak kalır. Etrafından hep bir baba azarı yiyebileceÄŸi korkusuyla hayatı kıyısından köÅŸesinden yaÅŸar, içinde babayla yaÅŸanmış ve maÄŸlubiyetle bitmiÅŸ bir savaşın ukdesi dolaşır; bu ukde ruhun kıyılarını döven depresyon dalgalarıyla varlığını hatırlatır. Babalar kimileyin o kadar kuvvetli bir gölge düÅŸürürler ki oÄŸulların hayatlarına, ayrımlaÅŸmayı ve bağımsızlaÅŸmayı baÅŸaramayan oÄŸul, babanın bir uzvu, bir uzantısı olarak yaÅŸamaya devam eder.
 
Bazen de baba yoktur. Ya fiziksel olarak orada deÄŸildir ya da fiziksel olarak orada olsa bile ruhsal olarak yoktur. OÄŸul bir baba açlığı içinde dış dünyadan babaya ait bütün simgeleri ruhuna emer. Babasız büyümek çocukların iç dünyalarına bitmek bilmeyen bir gurbet acısı olarak tercüme edilir. Babadan gurbet, bir oÄŸul için gurbetlerin en yakıcısı, en iç paralayıcısıdır. SoÄŸuk ve mesafeli babalar, çocuk ruhunun biricik gıdası olan ÅŸefkat ve sevgiyi oÄŸullarından esirger ve onları hayat boyu telafi etmekte zorlanacakları bir açlığa mahkum ederler. Güçlü babaların ihmale uÄŸramış oÄŸulları, geçmiÅŸin yaralarını iyileÅŸtirmek için babalarının tam aksi politik duruÅŸlar, inanışlar ve yaÅŸayışlara yelken açar; farklı olmayı baÅŸarmak ve savaÅŸa devam etmek suretiyle, erkeklik ülkesine girmek isterler.
 
OÄŸulların davası erkek olabilmektir; yetiÅŸkin bir erkek olarak ayakta durabileceklerini, babalarına ve hemcinslerine göstermek. Endüstri toplumuyla birlikte geleneksel ritüeller kayıplara karışmış, erkekliÄŸe adım atışın yegâne simgesi baba evinden ayrılmak olmuÅŸtur. Bugün Batı toplumlarında pek çok genç, yetiÅŸkinliÄŸe adım atmanın olmazsa olmaz koÅŸulu olarak görülen bu modern ritüelle, anne-baba sevgisini doyasıya yaÅŸayamadan, anne-baba ile iliÅŸkileri tam olarak çözümleyemeden erken bir biçimde hayata atılmakta, bu durum da ruhsal anlamda ‘bitmemiÅŸ bir iÅŸ’ bırakmaktadır. Türkiye’ye baktığımızda ise tam tersine, anne ve babanın sunduÄŸu güvenlik duygusundan vazgeçmeye yanaÅŸmayan, hayatın sorumluluklarını hep erteleyen, ebedî ergenler görüyoruz. Zalim bir dünyada oÄŸulların erkekliÄŸe kabulü de acımasız ÅŸartlara baÄŸlıdır: Ä°ncinmeksizin incitebildiklerinde, üzüntü ve kayıp hissetmeksizin ayrılabildiklerinde erkek kabul edilirler.
 
Bir baba çocuklarına hayatın kurallarını, beklentilerini, kaçınılmazlıklarını öÄŸretir. Bunu zamanın sınırlarını ve gerçekliÄŸini öÄŸreterek yapar. Bunu “uzlaşılamaz öteki” olarak öÄŸretir. Bunu gereken yer ve zamanda iktidarını kullanarak öÄŸretir; böylece çocuk, dünyanın bütünüyle kendisinin o sınırsız zannettiÄŸi gücüne tâbi olmadığını fark eder.
 
Kimi babalar vardır, en büyük aÅŸkları kendileridir; böyle bir babanın oÄŸlu olarak dünyaya gelmek çileli bir ömür demektir. Onlar yarım kalmış bütün düÅŸlerini oÄŸullarının tamamlamasını yani oÄŸullarının kendi hayatlarını tamamlamasını isterler. Ya da, eÄŸer hayatta dikiÅŸ tutturmuÅŸ iseler, isterler ki oÄŸulları kendi tahtlarına otursun; onların ÅŸöhret, iktidar ve mirasını devam ettirsin. OÄŸullarına farklı ve özgül bir hayatı çok gören babalar, istekleri yerine gelmezse küser ve bir ömür boyu konuÅŸmazlar. BenliÄŸin bu abidevî yükseliÅŸi, yeryüzünün en güçlü kan bağını ezer geçer. Üstelik baba ve oÄŸul arasında çatışma varsa, orada bir galip bulmak zordur.
 
Çocuklarının geliÅŸim evrelerinde ‘orada olan’ babalar, onlara ne büyük bir iyilik yapıyor! Babaları kendileriyle ilgilenen çocuklar duygularını daha iyi düzenliyor, daha yüksek toplumsal ve eÄŸitimsel baÅŸarı gösteriyorlar. Babalar çocukları, hayal kırıklıklarına tahammül ve iÅŸleri kendi baÅŸlarına çözme konusunda daha fazla cesaretlendiriyor. Baba sevgisini doyasıya tadan çocuklar duygusal açıdan daha istikrarlı, daha az öfkeli, kendilerine güvenen ve dünyaya daha olumlu bakan bireyler oluyor. Öte yanda ‘yok baba’ların çocukları, daha fazla bağımlılık yapıcı madde kullanımı, depresyon, intihar ve daha düÅŸük okul baÅŸarısı gösterebiliyor.
 
Günümüz dünyasında babalık da deÄŸiÅŸiyor. Erkeklikle özdeÅŸleÅŸtirilen kimi temel nitelikler ağır bir biçimde eleÅŸtiriliyor. Güç ve savaÅŸkanlığın pek çok rahatsızlığın kökeninde yattığı ve erkekliÄŸin bu ‘arkaik’ görünümlerinden uzaklaşılması gerektiÄŸi dile getiriliyor. Bu görüÅŸ bize eÅŸduyum, baÄŸlılık, duyguları hissedebilme gibi diÅŸil hasletlerin artık erkek kiÅŸiliÄŸine de katılması gerektiÄŸini anlatıyor. Günümüz toplumunda hiyerarÅŸiler de alt-üst oluyor. GeçmiÅŸte insanlar kendilerini hiyerarÅŸinin bir basamağında hissetmekle emniyet bulurken, günümüzde iktidar yapılarının daha akışkan ve deÄŸiÅŸebilir, daha uzlaÅŸmaya açık olduÄŸu görülüyor. Bugünün anne-babalarının kafası her zamankinden karışık. Çocuklarına ne demeleri gerektiÄŸini, nasıl davranmalarının doÄŸru olduÄŸunu bilmeyen bir anne-baba kuÅŸağı ile karşı karşıyayız.
 
Freud’un ‘fallosentrik’ psikolojisi, kadını erkek olma özlemi içinde bir varlık olarak tanımlıyordu. Freud’a kalırsa kadınlar erkeklik uzvuna sahip olmadıkları için haset duyarlar. Yakın zamanların ‘duyarlı erkek’ hareketi de erkekleri kadın olma özlemi içinde tanımlıyor. Bu görüÅŸ erkeklerin de kadınlar gibi daha empatik, daha baÄŸlı, daha ÅŸefkatli ve anlayışlı olmaları gerektiÄŸini söylüyor. Ancak tam da bu sırada beyaz perdede Terminatör veya Rambo gibi “hiper erkekler” görmeye baÅŸlıyoruz. Geleneksel erkek kimliÄŸinin üzerinde dolaÅŸan kara bulutlar, erkeÄŸin iade-i itibar talebiyle dağılmaya yüz tutuyor. Kimi erkekler farklılık ve fiziksel üstünlüklerinin kabullenilmesini istiyor. ErkeÄŸin serencamı babanın kafa karışıklığına dönüÅŸüyor. Otoriter mi olsun, arada bir gürlesin ve iktidarını mı göstersin, yoksa her sorunu konuÅŸarak ve uzlaşıyla mı çözsün? Geleneksel rollere mi baÄŸlı kalsın, yoksa babalığın modern hallerine mi seyirtsin?
 
Babalar ve oÄŸullar cephesinde yeni bir ÅŸey var: Ä°kisinin de kafası çok karışık!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.