Gökhan Özcan: Zamanın uğultusu
Follow @dusuncemektebi2
“Her şey öylece gelip geçiyor” dedi meczup, “sen geçme!”
“Hayat, papağanı kuyruğundan çekerek aşağı sürükleyen kediydi; başı tüm basamaklara çarpıp duruyordu” diyor ‘Zamanın Uğultusu’nda Julian Barnes.
İnsanın hayattan bir şeyler öğrenmek konusunda ciddi güçlükler yaşıyormuş gibi geliyor bana son zamanlarda. Öğrenmemiz gereken birçok şeye erişimimiz kolaylaştı, evet… Belki de bu yüzden, öğrenmemiz gerekenleri kendimize katmak yerine etrafımızda bulundurmayı seçer olduk. Ne zaman lazım olursa, iki tıkla ulaşırız diye düşünüyoruz büyük ihtimal… Evet, ulaşabiliriz ama ulaştığımız her şey kuru bilgilerden oluşur kaçınılmaz olarak. Mesela bilgisayar formatlamayı, mercimek köftesi yapmayı, filanca şehre gidersek nerede kalabileceğimizi ve bunun gibi pek çok şeyi iki tuşa basarak kolayca öğrenebiliriz. Ama hayat sadece bu tür pratik bilgilerle sürdürebileceğimiz bir şey değil. Deneyerek, başararak, başarısız olarak, kazanarak ya da kaybederek, ayrıntıları arayarak, bulduklarımızı zihnimize kazıyarak, kalbimize, insanlığımıza ekleyerek, yani yaşayarak öğrenmemiz gerekiyor bazı şeyleri. Her geçen gün yaşamayı ama gerçekten yaşamayı daha az dener hale geldik, geliyoruz sanki. Elbette nefes alıp veriyoruz, günlerin içini bir şeylerle dolduruyoruz. Ama bizi gerçekten etkileyeceğinden, savunmasız hale getireceğinden, yaralayacağından korktuğumuz hayat risklerini almaktan kaçınıyoruz artık çoğumuz. İçine kapananların, kendini geçerli kimlikler ardına gizleyip ortalamaya oynayanların, insanlarla temas etmekten kaçınanların sayısı giderek artıyor. Oysa yaşamak dediğimiz şey bunlarla inşa ediyor kendini. İnsanın ancak yenilmeyi, sarsılmayı, yaralanmayı, acı çekmeyi göze alarak kazanabileceği şeyler, edinebileceği tecrübeler var. İnsan olmaya dair birçok zenginliği bütün bu riskleri alarak ve bazen gerçekten kaybederek kazanabiliyoruz. Hayat Bilgisi kitabımızın belki de en değerli, en vazgeçmek istemeyeceğimiz bilgileri bunlar… Bunlar olmadan, elimizin altında bulundurduğumuz bütün o pratik bilgilerin katabileceği çok şey yok hayatımıza. Belki dikkatli gözlerle baksak şu gerçeği göreceğiz; biriktirilebilir kuru bilgiler dağ gibi yükseldikçe hayatımızda, hayata dair derinliğine bilgimiz azaldıkça azalıyor. Bu gidişatın insanın lehine olmadığı o kadar açık ki… Belki hayata eskiden baktığımız gibi bakmanın, yaşadıklarımızı kendimize katmanın, öyle derinliğine tecrübeler edinmenin yollarını aramalıyız belki de tekrar. Çünkü hayat tecrübelerden oluşuyor daha çok, yaşamayı her şeyi göze alarak deneyebilenler için…
“Merak ettiğim şeyler var ama peşlerine düşmeye korkuyorum” dedi oturanlardan biri. “Arkasında ne olduğunu merak ettiğin bir kapının önünde bir ömür boyu beklemek gibi bir şey bu!” dedi diğeri.
Hayat önümden akıp geçen bir rutin olduğu sürece aslında tam olarak yaşıyor değilim! Baktığım şeyler değilim, izlediğim, takip ettiğim, sözlerimle, kelimelerimle, öfke ve beğenilerimle sürgit akışına, itiş kakışına katıldığım şeyler değilim. Ben uyanması gerektiği halde uyanmadığından kendi hayatını bir köşede bekleten kişi değilim. Ben bana söyledikleri kişi değilim. Ben bunlardan başka bir şeyim ve gerçekten yaşamayı göze almadıkça kim olduğumu bilemeyeceğim.
“Bir garip uyku görmede rüyam/ Olmamak üzre bir daha reklam/ Böyleymiş meğer en son yıkanmam…/ Çamaşır makinesinde bir adam…” diye yazmış Can Yücel, bir şiirinde.
Her hayalini günün başka bir saatine kuran, kendini hayallerinin sesiyle uykudan uyandıran insanlar da var.
“Her şey öylece gelip geçiyor” dedi meczup, “sen geçme!”
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.