Kemal Sayar: Bir ruhumuz kaldı mı?
Follow @dusuncemektebi2
Yüzlerce ÅŸehit veriyoruz, acı ve yas tütüyor ülkemizin dört bucağında. Gencecik fidanlar vatan için topraÄŸa düÅŸüyor, ama Türkiye hâlâ Survivor seyrediyor. Tuhaf bir empati yoksulluÄŸu, sanki bütün bu acılar hiç yaÅŸanmıyormuÅŸ gibi, sanki ruhumuzun acıya ayarlı bütün duyargaları felç olmuÅŸ gibi. Benzeri bir yarışmada ünlü olan birisi zamanında (Avrupa’da) ÅŸunu söylemiÅŸ; ‘Zengin ve ünlü oluyoruz; fakat bunu hak etmiyoruz. Ülkemiz için hiçbir ÅŸey yapmadık!’ Artık zenginlik, ün ve aldığımız övgüler, yapılan iÅŸin deÄŸerinden daha önemli. DeÄŸersiz bir iÅŸ size bir servet kazandırabilir, yeter ki raÄŸbet görsün. Neden bir televizyon yapımcısı veya sunucusu veya popüler bir ÅŸarkıcı söz gelimi, bir yoÄŸun bakım hemÅŸiresinden, ücra bir daÄŸ köyünde çocuklara okuma yazma öÄŸreten öÄŸretmenden yüz veya bin kat daha fazla kazanıyor? Neden onurlu ve erdemli bir hayat süren insanları bu kadar kolaylıkla gözden kaybediyoruz? Televizyonlardan ruhumuzun en kuytu hücrelerine dek sokulan bir yarışma ahlâkı her yeri çölleÅŸtiriyor. Kazananların dünyasında olmak için kaybedenleri, tutunamayanları, yarıştan berî duranları lanetliyoruz. Rekabet etmediÄŸimiz bir dünyada adeta yokluÄŸa mahkûm ediliyoruz.
Kapitalist piyasa ekonomisinde deÄŸerli olduÄŸumuz kadar kazanmıyoruz, kazandığımız kadar deÄŸerli oluyoruz. Oysa popüler kültür ekran yarışmalarıyla bütün sıradanlığımıza raÄŸmen özel, keÅŸfedilir ve baÅŸarılı olabileceÄŸimizi anlatır bize, hepimiz hayatımızın hikayesini deÄŸiÅŸtirebilir, bir kahramana dönüÅŸebiliriz. Zaten sosyal medya minyatür ÅŸöhret ve kahramanların adeta geçit resmi yaptığı bir yer. Bu yüzden durmamak gerekir, hayat madem bir fırsatlar kataloÄŸudur, o halde eyleme geçmek, anlamsızlığın yaratabileceÄŸi boÅŸluk duygusu ve sıkıntıyla baÅŸa çıkmak gerekir. Çünkü durup da etrafa bakabilmek, kendine bakabilmek bu fare yarışının anlamsızlığını izhar edebilir, yalancı bir dünyaya uyum saÄŸlamakta kullandığımız yanlış bilincimizin farkına varmamızı saÄŸlayabilir. “Bugün kimin hala bir ruhu var?” diye sorar Julia Kristeva, “Kendimize bir ruh katmak için ne zamanımız ne de vaktimiz var. Temelden mesafeli bir duruÅŸu olan modern insan belki acılı, ama piÅŸmanlığı olmayan bir narsisttir!’’
Artık bireyin benliÄŸi onun aynı zamanda sermayesi ve verimli kılınması gerekiyor. Özel alan iÅŸin istilasına uÄŸramış ve ailenin saatleri telefon görüÅŸmeleri ve e-posta yazışmalarına terk edilmiÅŸtir. ‘BoÅŸ zaman’ın kâr getirmesi icap etmektedir. Sadece yetiÅŸkinlerin deÄŸil çocukların boÅŸ zamanı da tıka basa doldurulur ve müstakbel baÅŸarı için gerekli olduÄŸu varsayılan donanımlar bu boÅŸ zamanda çocuÄŸa boca edilir. Eh, ne de olsa çocuk artık bizim için Allah’ın bir bağışı ve emaneti deÄŸil, verimli kılınması gereken bir sermayedir. Çocuklarımıza yatırım yaparız. Çocuklarımızın baÅŸarı veya baÅŸarısızlığından tek başına biz mesulmüÅŸüz gibi davranıyor, onlar bu saçma sapan sınav sisteminde, saçma sapan konular ezberleyip istedikleri okullara giremezlerse, narsistik yaralar alıyoruz. Çocuklarımızın yüreÄŸine saplanan kurÅŸun, bizi de öldürüyor.
Birkaç on yıldan beri terapiye baÅŸvuran insanlarda bir deÄŸiÅŸim gözleniyor Batı ülkelerinde. Ä°yi giyimli, baÅŸarılı, sosyal hayatları iyi kiÅŸiler fobiler veya takıntıları için gelmiyorlar terapiste, bu yeni türün sorunu, hiçbir ÅŸey hissedememeleri. Bir hissetme yoksunluÄŸu, boÅŸluk ve kronik sıkıntı. Toplumun yeni bireyinin vebası bu. Bir uyuÅŸma ve mutsuzluk hali.
21 . Yüzyıl mantığına nüfuz eden özgüven takıntısı, çocukları ‘özel ‘ ve ‘biricik’ kiÅŸiler olarak yetiÅŸtirmemize, orta sınıfın kendilerini kendine yardım kitap ve kurslarına gömmelerine yol açtı. “Kendini sev, arkası gelir.” Ün ve servet pek çok kiÅŸi için hayatın amacı haline gelirken reklamcılık her türlü arzuyu doyurmanın faydasına bizi ikna etti. Bu kendine gömülme ve kendiyle aşırı meÅŸguliyet hali zamanımızın ahlâki iklimini oluÅŸturdu. Sanki yarın diye bir ülke yokmuÅŸ gibi her türlü arzuyu hemen ÅŸimdi ‘özgürleÅŸme’ adı altında doyurma düÅŸüncesi, bu iklimin belirgin özelliÄŸi. Sınır yok. GeçmiÅŸ yok. Kimse yüzyıl sonrası için meÅŸe aÄŸaçları dikmiyor artık. GeleceÄŸi olmayacağından korkan bir toplum gelecek nesillere ne verebileceÄŸini de hesap edemiyor. BaÅŸarı açlığı ve hırsı, sevme ve sevilme ihtiyacının önüne geçtiÄŸinde bir kültür cinnet geçiriyor demektir. Daha yüksek hayat standartları uÄŸruna havayı ve suyu kirlettiÄŸimizde, kendi ruhumuzu tanıyıp ona bakamaz hale geldiÄŸimizde ve nihayet bütün bir hayat bir iktisadi iÅŸletmeye dönüÅŸtüÄŸünde, hepimiz ecinnileriz demektir.
Kapitalizm sayısız vasıta yığıyor önümüze ama bir amaç yok. Nihai bir hedef, bir gaye, hayatlarımıza renk verecek bir menzil-i maksud yok. Her zamankinden daha fazla güzeli teneffüs etmeye muhtacız, insana ve maneviyata muhtacız. Bizim büyük açlığımız, ‘Neden?’ sorusuna bir cevap verememekte yatıyor, bu hayatın mihnetine neden katlanıyoruz? Bedenler semiriyor ama ruh aç kalıyor. Onca bolluÄŸun içinde açlıktan kıvranıyor ruh. Kontrol edilemez ve trajik olan kapımızı çaldığında, onu daha iyi anlamamızı ve hayatımızı yerli yerine koymamızı saÄŸlayacak bir tutarlık ve bütünlük duygusuna ihtiyacımız var. Anlamdan muaf ve ‘büyüsü bozulmuÅŸ’ bir dünyada insanın bir gaye ve aidiyet bulması da zor. Kainattan kutsalı kovanlar, ‘aradığın ÅŸey sadece senin içindedir’ diyerek insanın iç dünyasını kutsuyor. Ä°yi ama dışarıda göremediÄŸimi içimde nasıl görebileceÄŸim? Psikoloji toplumunda güzellik, gaye ve iyilik; insanın mahrem ve öznel dünyasına ait kuruntulardır. Hep içine bakan, içindekini aÅŸikar etmek için çırpınan insan aleme ve varlığa bakmayı unutuyor.
Özgür modern birey gayeyi sadece kendisinde arıyor. Geleneksel ahlak ve göreneklerin yetkesi aşınıyor, hayata temel teÅŸkil edecek yeni bir ahlak ve deÄŸerler sistemi oluÅŸmuyor. Alın size ‘deÄŸerler krizi’ ! YaÅŸam koçları, iyi yaÅŸam gurmeleri, her ÅŸeyi bilen kiÅŸisel geliÅŸim uzmanları derken seküler rahipler çoÄŸalıyor. Artık neyin iyi bir hayat olduÄŸunu yeni ahlaki yetkeler olarak bize onlar söyleyecek. Kendi ahlak evreninin merkezinde insanın kendisi var artık. Tevazu, kanaat, diÄŸerkamlık, merhamet, itidal, teenni…
Bunlar çok eskiden gördüÄŸümüz bir rüyanın arada bir ruhumuzu yoklayan gulyabanileri. Kadere rıza gösterme sakın, sev kendini, parlat kendini, göster kendini, kendine yet, kendini rahatlat. Bir sarkaç gibi, kıyıcı deÄŸersizlik duygusuyla büyüklenmecilik arasında gidip geliyoruz. Adaletsizlik karşısında, ‘Evet, isyan!’ diye sakın yumruklarını sıkayım deme, bunlar ‘çalışılması’ ve ‘çözümlenmesi’ gereken endiÅŸe ve düÅŸmanlıklar. Sen sadece içine bak ve kendinden bahset. Hep kendinden bahset. Dışarıya bakacaksan Survivor ne güne duruyor, oraya bak, orada ol, orayı yaÅŸa. Bu sığ kültür, hepimizi bakıma muhtaç çocuklara çeviriyor. Hayatımızın amilleri deÄŸil, kurbanlarıyız artık. Acıyla baÅŸ edemeyen, acıya bakamayan, ‘acıyla uÄŸraÅŸacak yerlerini yok eden’ bir toplum çocuklaşır. Ne olur bir ruhumuz olsun, çünkü o varsa, her ÅŸey yanıp yıkılsa bile oradan yeni bir dünya inÅŸa edebiliriz. Tepeden tırnaÄŸa uyuÅŸmuÅŸ da olsak, uzaklarda bir hücre sızlamaya devam etsin. Biz de ona bakarak, onu izleyerek evin yolunu bulalım.
Kaynak: Gerçek Hayat / Haziran 2016
Henüz yorum yapılmamış.