Musa Şimşekçakan'ın kaleminden: Fitneden Kurtulmak
Follow @dusuncemektebi2
Bir insan düşünün; İslam ülkelerinin sosyal, ekonomik ve kültürel tablolarına bakıyor. Suç işleme oranlarını tarıyor. Adalet, eşitlik ve özgürlükle ilgili kafasındaki soruları cevaplamaya çalışıyor. Gerçekten dini doğru anlamak ve iyi bir müslüman olmak ne kadar zor. Öyle değil mi?
-İman her şeyden önce gelir-
Sure, doksan birinci sırada nazil olmuş, Medenî bir suredir. Mekke’nin fethine hazırlık aşamasında indiğinden şüphe yoktur. Zira Hudeybiye anlaşmasından doğan hukuki sürecin kadınlar lehine yorumlanarak onların imtihan edilmesinden bahsedilir. Ancak surede bütün diğer konuların etrafında örüldüğü asıl tema; kişinin, imanı ile müşrik coğrafyada ikamet eden yakınları arasında birini diğerine feda edecek şekilde fitneye düşmesidir.
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّٖى وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فٖى سَبٖيلٖى وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتٖى تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَاَنَا اَعْلَمُ بِمَا اَخْفَيْتُمْ وَمَا اَعْلَنْتُمْ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبٖيلِ
1. Siz ey imana ermiş olanlar! Size gelmiş olan bütün hakikatleri inkâr eden ve [yalnızca] Rabbiniz Allah’a inandığınız için Elçi’yi ve sizi (yurtlarınızdan) süren düşmanlarımı -ki onlar aynı zamanda sizin de düşmanlarınızdır- şefkat göstererek dost edinmeyin! Eğer Benim yolumda cehd göstermek için ve Benim rızamı kazanmak arzusuyla [evlerinizden] çıkıp gitti[ği]niz [doğru] ise, onlara gizli bir şefkatle yaklaş[arak dostluk yap]mayın: çünkü hem açıktan yaptığınız hem de gizlemiş olduğunuz her şeyden tamamıyla haberdarım. Ve içinizden bunu her kim yaparsa doğru yoldan sapmış olur. (1)
Ayette geçen “düşmanlarımı” tabiri, konunun vahametini ortaya koyar. Müminlerden istenen Allah’ın düşman addettiğini onların da aynen kabul etmeleridir. Zira gerçeğe düşman olanlar, buna kıymet verip taşımak isteyenler için de tehlikelidirler. Ayet, aynı zamanda bir tenezzül kokar. Allah’ın gücü düşünüldüğünde onun için bir düşman vehmetmek olasılık dışıdır. Buna rağmen O, aynı pasaj içinde insanların düşmanlarını, kendi düşmanları olarak da isimlendirir. Böylece düşmanlarına karşı inananlara destek verir.
Klasik kaynaklarda rivayet edildiğine göre bu ayetin nüzul sebebi şudur:
“Kureyş’in azatlı kölelerinden Sara adında bir kadın vardı. Sara, Mekke’den Medine’ye geldiğinde Rasulullah (sav) da Mekke’ye fetih hazırlıkları içerisinde idi. Bu gelişinin Hudeybiye antlaşmasının barış döneminde olduğu da söylenmiştir. Rasulullah (sav) ona: “Ey Sara, hicret edici olarak mı geldin.” diye sordu. Sara: “Hayır.” dedi. Bu sefer: “Peki müslüman olarak mı geldin?” diye sordu. Sara yine: “Hayır.” dedi. Bu sefer: “Peki geliş sebebin ne?” diye sorunca, şu cevabı verdi: “Akraba, efendiler, asıl yakınlar ve aşiret sizlerdiniz. Efendiler gitti -yani Bedir’de öldürüldüler- Şimdi ben de çok ileri derecede ihtiyaç içindeyim. Bana bir şeyler veresiniz ve beni giydiresiniz diye yanınıza geldim.” Peygamber (sav): “Mekkelilerin gençleri ile aran nasıl?” diye sordu. Sara, şarkıcı bir kadın idi ve şu cevabı verdi: “Bedir vakasından sonra benden hiçbir şey istenmedi.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) Abdulmuttaliboğulları ile Muttaliboğullarını ona bir şeyler vermeye teşvik etti. Ona elbiseler verdiler, bağışlarda bulundular ve ona binek verdiler.
Bu arada aslen Yemenli olan Hâtıb b. Ebi Beltaa kadına gelerek: “Ben sana on dinar ve birtakım giyecekleri şu mektubu Mekkelilere ulaştırman şartı ile veriyorum.” dedi. Ardından kadın, Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı.
Rasulullah (sav) bu durumdan haberdar olunca içinde Ali, Zübeyir gibi sahabelerin de olduğu bir grup atlıyı kadının arkasından gönderdi. Onlara şu talimatı verdi: “Ravdatu Hâh denilen yere varıncaya kadar gidiniz. Orada hevdecinde bir kadın bulacaksınız, O kadınla birlikte müşriklere yazılmış bir mektup vardır. O mektubu ondan alınız ve kadını serbest bırakınız. Şayet mektubu size vermeyecek olursa, boynunu vurunuz. Kadına yetiştiler ve ona: “Mektup nerede?” diye sordular. Kadın beraberinde mektup olmadığına dair yemin etti. Eşyalarını tetkik ettiler, beraberinde mektup bulamadılar. Geri dönmeye karar verdiklerinde Ali: “Allah’a yemin ederim. O bize yalan söylemedi ve hiçbir zaman biz de onu yalanlamadık, dedi. Kılıcını çekti ve: Mektubu çıkart, aksi takdirde Allah’a yemin ederim üzerinden elbiselerini soyar ve boynunu vururum.” dedi. Kadın işin ciddi olduğunu görünce, mektubu saç örgülerinin arasından çıkardı. -Bir rivayete göre ise beline bağladığı kuşak arasından çıkardı.- Mektubu verdikten sonra kadını serbest bıraktılar ve mektubu alıp Rasulullah (sav)’a götürdüler. Mektup: “Hâtıb b. Ebi Beltaa’dan…” diye başlıyor ve Mekkelilerden birtakım müşriklere Rasulullah (sav)’ın bazı durumlarını haber veriyor ve şöyle yazıyordu: “Rasulullah (sav) üzerinize gelmek istiyor, siz de tedbirinizi alınız.” Rasulullah (sav), Hâtıb’a haber göndererek: “Mektuptan haberin var mı?” diye sordu, o da: “Evet.” dedi. Hâtıb: “Acele etme ey Allah’ın Resulü.” dedi. “Ben Kureyş’e sonradan yamanmış bir kişi idim. -Hâtıb Kureyşlilerle antlaşmalı birisi idi. Bizzat Kureyşlilerden değildi- Seninle birlikte bulunan muhacirlerin kendileri vasıtasıyla ailelerini koruyacakları akrabalık bağları vardır. Benim onlar ile böyle bir nesep bağım olmadığından ötürü, kendisi sebebiyle yakınlarımı himaye edecekleri bir iyilikte bulunmak istedim onlara. Ben bu işi ne kâfir olduğum, ne dinimden döndüğüm, ne de müslüman olduktan sonra küfre rıza gösterdiğim için yaptım. Peygamber (sav): “Doğru söyledi.” diye buyurdu. Ömer: “Ey Allah’ın Resulü! Beni bırak da şu münafığın boynunu vurayım.” dedi. Peygamber: “O Bedir’e katılmış bir kimsedir, Allah’ın Bedir’e katılanlarla ilgili olarak: “İstediğinizi yapınız, ben size mağfiret buyurdum demediğini nereden bilebilirsin ki?” dedi. Bunun üzerine yüce Allah: “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları… veliler edinmeyin.” ayetini indirdi.
Yine rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) -biri Sara olmak üzere dört kişi dışında- fetih günü bütün insanlara em’an vermiştir.
اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ
2. Onlar eğer size üstün gelselerdi [yine] düşmanınız olarak kalırlardı ve size karşı kötü niyetle el kaldırır, dil uzatırlardı: çünkü sizin [de] hakikati inkâr etmenizi isterlerdi.
Onların gerçek düşman olduklarına dair verilen bu bilgi, müminlerin kafir ve müşrik yakınlarıyla ilişkilerini gözden geçirmeleri açısından oldukça önem taşır.
لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَا اَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ
3. Ama [unutmayın ki] ne akrabalarınız ne de [hatta] kendi çocuklarınız Kıyamet Günü size bir fayda sağlar, [çünkü o Gün] Allah aranızda [yalnızca erdemli davranıp davranmadığınıza göre] karar verecektir: ve Allah bütün yaptıklarınızı görür.
Kişinin kendi çocukları veya akrabaları da olsa iman ölçüsünü taşıyıp taşımadıklarına dikkat etmesi gerekir. Ayet, insanın tek başına bir hesap yapmasını ve bu hesabın başkaları sebebiyle günaha batmaktan kaçınmayı öğütlediğini belirtir.
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فٖى اِبْرٰهٖيمَ وَالَّذٖينَ مَعَهُ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰؤُا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰهٖيمَ لِاَبٖيهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَیْءٍ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَصٖيرُ
4. Gerçekten İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örnek vardı: onlar kendi [putperest] toplumlarına şöyle seslenmişlerdi: “Kesinlikle biz sizden de Allah’tan başka bütün o taptıklarınızdan da uzağız; sizin inandığınız her şeyi inkâr ediyoruz; sizinle bizim aramızda, Tek Allah’a inanacağınız zamana kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret vardır!” Tek istisna, İbrahim’in, babasına: “Senin için [Allah’tan] bağışlama dileyeceğim, ama senin adına Allah’tan herhangi bir şey elde etmek benim elimde değil” demesiydi. [Ve İbrahim ile ona uyanlar,] “Ey Rabbimiz!” diye yalvardılar, “Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz: çünkü bütün yolların varışı Sanadır.” (2)
Müminler, muhatapları tek olan Allah’a inanıncaya kadar onlarla dostluk kuramazlar. İbrahim (as)’in kendi kavmi ile arasında söz konusu edilen diyalog bu hususta çok önemli bir örnektir.
رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذٖينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ
5. “Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkâr edenler için bir oyun ve eğlence aracı yapma! Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz: çünkü Sensin tek kudret ve hikmet sahibi!” (3)
“Rabbimiz bizi inkâr edenler için fitne konusu kılma!” demek, “düşmanımıza bize karşı üstünlük verme! O vakit onlar kendilerinin hak üzere olduklarını sanacaklar ve imanı hâkir görerek küfre bağlılıkları artıp fitneye düşecekler.” ya da “Onları bize musallat kılma, böylelikle onlar bizi fitneye düşürecek (dinimizden çevirmek isteyecek), bize azap ve işkence edecekler.” veya “Müslümanların cahiliye insanlarında görüldüğü gibi ahlaki zaaf içine düşmelerine izin verme ki şeref kâfirlere ait olmasın.” şeklinde anlaşılmıştır. Bütün bunlar, kâfirlere galibiyet müslümanlara da mağlubiyet tattırma anlamına gelir.
Hâlbuki burada asıl konu, müminlerin kâfir ve müşriklerle dostluk üzere ilişki kurmasıdır. Ayetin arka planında Hâtıb b. Ebi Beltaa’nın başına gelen fitne, imanı ile ailesinin sevgisi arasında kalmasıdır. Sure başından itibaren müminlerin kâfir olan akraba ve yakınlarına karşı sevgi beslediklerini, fakat bu sevginin yerini bulmadığı için doğru olmadığını anlatır. Kâfir olan yakınlarının onları yurtlarından çıkmak zorunda bıraktıklarını ve fırsat bulsalar daha da kötü davranacaklarını hatırlatır. Akraba da olsalar bu kötü insanların, inananların inkâr etmesini arzuladıkları ve en yakınları da olsa kimsenin kimseye ahirette bir faydası bulunmayacağı vurgulanır. Bundan sonra İbrahim (as) örnek gösterilerek müminleri yakınları dahi olsalar inkâr edenlerle ilişkilerinde tutarlı ve ilkeli olmaya çağırır. Ancak müminlere düşmanlık etmeyen ve onlarla savaşmayanlara karşı iyilik yapmaktan veya adil davranmaktan kaçınılmayabileceği belirtilir.
Buna göre “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne kılma.” cümlesi, “Ey Rabbimiz! Akrabalarımız ve yakınlarımız konusunda bizi onları sevmek ile sana iman etmek arasında bırakma. Bu konuda bizi imtihan etme, fitneye düşmemize izin verme, bize yardım et.” anlamına gelir. Yani burada “Bizi kâfirlere karşı fitneye düşürme” demek, “Bizim onları (hakikat düşmanlarını) severek imandan uzaklaşmamıza müsaade etme.” demektir. Duada söz konusu edilen şey, bağlam açısından surede bir müminden beklenen şeyin ta kendisidir. Burada inananların İbrahim (as)’in ağzından ifade edilen talepleri/duaları, inançlarının gerektireceği teslimiyet dışında bir eylem içinde olmamalarıdır. Ayette inananlar, imanlarına zarar verecek sevgiyi fitne olarak isimlendirir ve bu anlamda ayaklarının kaymasını istemezler.
O hâlde ayetin meali şu şekilde verilmelidir:
“Rabbimiz! Bizi, yakınlarımızdan inkâr edenlerle (seni kızdıracağımız ve onların kazanacağı şekilde) imtihan etme ve bizi (düşmemiz muhtemel hata ve günahlarımız için şimdiden) bağışla. Rabbimiz! Zira (her şekilde) galip ve (bütün emirleriyle hüküm ve) hikmet sahibi olan ancak sensin.”
Fitne, sözlük anlamından hareketle altının ateşte eritilerek, karışımında bulunan diğer değersiz madenlerin ondan ayrılmasına ve böylece saf altının elde edilmesine benzetilmiştir. Buna göre ayetteki söz konusu ifade, kişinin bu zor imtihana tabi tutulmak istemediğini ve eğer tutulacaksa da imanın gerektirdiği tercihi yapmayı Allah’tan nasip etmesini anlatır.
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖيهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِىُّ الْحَمٖيدُ
6. Onlarda, Allah’ı ve Ahiret Günü’nü [ümit ve korku ile] bekleyen herkes için güzel bir örnek bulursunuz. Eğer biriniz yüz çevirirse, [bilsin ki] Allah hiç kimseye muhtaç değildir, bütün övgülere tek layık olandır.
İbrahim (as)’ın kavmiyle arasında cereyan eden ilişki biçimi, bütün müminler için bir örnektir. Allah’ı ve ahireti bekleyen kişi adalet ve merhamet isteyen müminlerdir. Onların bu ihtiyacı İbrahim (as) gibi imanı öncelemek suretiyle giderilebilecektir.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذٖينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةً وَاللّٰهُ قَدٖيرٌ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
7. [Ama] belki Allah, [ey müminler,] [şimdi] düşman olarak gördüğünüz kimseler ile sizin aranızda [karşılıklı] bir yakınlık oluşturabilir: çünkü Allah her şeye kâdirdir ve çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (4)
Bilindiği gibi Mekke fethi gerçekleşmiş ve önce düşman olanlar bu zaferle birlikte müslüman olmuşlardır. Dolayısıyla fetih öncesi müminleri tehlikeye atacak şekilde müşrik yakınlara sevgi beslemenin ne kadar anlamsız olduğu bir kere daha anlaşılmıştır.
لَا يَنْهٰیكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذٖينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِى الدّٖينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا اِلَيْهِمْ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطٖينَ
8. İnanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen [inkarcılara] gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: çünkü Allah adil davrananları sever.
Allah savaş zamanında düşmanlık yapmayan ve kılıç çekmeyen kişilere karşı adil davranmayı ve iyilik yapmayı da hiçbir zaman yasaklamıştır.
اِنَّمَا يَنْهٰیكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذٖينَ قَاتَلُوكُمْ فِى الدّٖينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُولٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
9. Allah, yalnızca, inanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşan ve sizi anayurdunuzdan süren veya [başkalarının] sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar; ve [içinizden] onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler işte onlardır!
Müminler kendileriyle inançlarından dolayı savaşanları asla dost edinmemelidirler. Çünkü onlar zalimdirler.
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِذَا جَاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِاٖيمَانِهِنَّ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ وَاٰتُوهُمْ مَا اَنْفَقُوا وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْپَلُوا مَا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْپَلُوا مَا اَنْفَقُوا ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ حَكٖيمٌ
10. SİZ EY imana ermiş olanlar! Mümin kadınlar her ne zaman zulüm ve kötülük diyarını terk ederek size gelirlerse, Allah onların inancından tam haberdar [olduğu halde] siz yine de onları sınayın; eğer mümin olduklarına tam emin olursanız, onları inkârcılara geri göndermeyin, [çünkü] onlar [artık] eski kocalarına helal [değiller], ve ötekiler de bunlara helal [değiller]. Ayrıca, onlar [hanımlarına mehir olarak] ne verdilerse hepsini iade edin. Ve [ey müminler,] siz bu kadınlarla mehirlerini verdikten sonra evlenirseniz bir günah işlemiş olmazsınız. Diğer taraftan, hakikati inkâr [etmeye devam] eden kadınlarla evlilik bağınızı sürdürmeyin ve onlara [mehir olarak] ne verdiyseniz [iade etmelerini] isteyin, aynı şekilde ötekiler, [hanımları size gelmiş olanlar da,] harcadıkları her şeyi[n iadesini] talep etme hakkına sahiptirler. Bu, Allah’ın hükmüdür: O, sizin aranızda [adaletle] hükmeder; çünkü Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. (5)
Allah mümin olduklarını söyleyen kadınların imtihan edilmesini istemiştir. Eğer iman iddiaları doğru onların kâfirlere geri gönderilmemeleri esastır. Zira onlar artık kâfir kocalarına helal değildir. Elbette bütün bunlar kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları seçimlere dayanır. Aynı şekilde mehirlerini verdikten sonra onlarla evlenmenin günah olmayacağı belirtilir. Burada belirleyici olan imandır. Fakat bu durumda dahi onların mehirlerini kocalarına ödemek, dinini adalete verdiği değeri gösterir.
Söz konusu imtihanın; kadının Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmeleri ya da “Kocalarına olan nefret yahut başka bir ülkeye gitme arzuları sebebiyle veya dünyevî bazı menfaatler sağlama ümidiyle ayrılmadıklarına; Allah’a ve Elçisine duydukları sevgiden başka bir sebeple gelmediklerine Allah’ın huzurunda yemin etmeleri.” Şeklinde gerçekleştiği bildirilmiştir.
وَاِنْ فَاتَكُمْ شَیْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذٖينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَا اَنْفَقُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى اَنْتُمْ بِهٖ مُؤْمِنُونَ
11. Eğer hanımlarınızdan biri (sizi bırakıp) hakikati inkâr edenlere giderse ve siz de buna üzülürseniz o zaman hanımları bırakıp giden (koca)lara [hanımlarına mehir olarak] harcadıklarına eşit bir şey verin ve inandığınız Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! (6)
Bu ödemeler, beytülmalden karşılanmaktaydı.
يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِذَا جَاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْپًا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْنٖينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَاْتٖينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرٖينَهُ بَيْنَ اَيْدٖيهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْصٖينَكَ فٖى مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
12. Ey Peygamber! Mümin kadınlar ne zaman sana gelip [bundan böyle] Allah’tan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacaklarını, hırsızlık yapmayacaklarını, zina etmeyeceklerini, çocuklarını öldürmeyeceklerini, hiç yoktan yalan uydurarak iftira atmayacaklarını ve [bildireceğin] hiçbir hakikate karşı çıkmayacaklarını [taahhüt ederek] sana bağlılıklarını bildirirlerse, onların bağlılık taahhütlerini kabul et ve Allah’tan onların [geçmiş] günahlarını affetmesini dile: çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.
Kadılardan alınan bu bey’at, onların hükmü şahsiyetini kabul anlamına gelir. Bu o zaman aralığında kadınların lehine gerçekleşen bir devrim niteliğindedir.
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ
13. SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah’ın gazabına uğrayan toplum ile dost olmayın! Onlar[ı dost edinenlerin] öteki dünya ile ilgili hiçbir ümitleri kalmamıştır; tıpkı bu hakikat inkârcılarının, [şimdi] mezarlarında yatanları [tekrar görme] ümitlerini kaybetmiş bulunmaları gibi.
Allah’ın gazablandığı bir toplumu dost edinmek, tabi oldukları küfür ve şirki kabul etmek ve ardından günah sarmalı içinde yaşadıkları hayat tarzını benimsemek anlamına gelir. Ancak ahirette hesap vermeyeceğine inanmayanlar böyle yapabilir. Onlar, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmadıkları için hiçbir sorumluluk üstlenmezler. Böyle olunca bir dosttan beklenen güvene de layık değildirler.
Sonuç
Mümtehine suresi, müminlerin imanı ile ailesi ya da yaşadıkları coğrafyada hüküm süren küfür söylemi arasında sıkıştıklarında imanı tercih etmeleri gerektiğini dile getirir. Elbette bu sadece inananlara karşı aktif şekilde düşmanlık yapanları kapsar. Buna karşılık Sad suresi ise kırk altıncı ayetinde “Biz onları yaşadıkları bölge halklarını düşünen, ihlaslı (Tevhid Ehli) kimseler yaptık.” denilerek her peygambere tevhid fikri çerçevesinde yaşadığı coğrafyayı dikkate alıp ora halkını öncelikle düşünmeyi sâlık verir. Bu bir dengedir. Buna göre inanan biri, açıkça düşmanlık yapanlar dışında hem imanını hem de birlikte yaşadığı toprakları, içindeki insanlarla birlikte düşünmek ve korumakla mükelleftir.
Peygamber (sav)’in diğer bütün elçiler gibi öncelikle akrabalarını ve yaşadığı toplumu uyarmaya çalıştığı bundan sonra tebliğini çevre kabilelere yönelttiği bilinmektedir. Doğal olan da budur. Verilen mücadele, kişinin yaşadığı coğrafyayı ve mümkünse buradan ilerleyerek dünyayı Tevhid bilinciyle buluşturmakla ilgilidir.
İmanın gerektirdiği sorumluluklar, insan açısından en öncelikli ölçüdür. Fakat bunun hemen altında kişinin yaşadığı toprakları ve beraber yaşadığı insanları sevmek ve onlara merhamet göstermek gelir. İnsanın imanı ile ailesi veya halkı arasında sıkışması, büyük bir imtihandır ve ağırlığı/zorluğu sebebiyle ve fitne olarak isimlendirilir. Bu fitne, hakikati inatla reddeden hemşeriler sayesinde doğar ve gelişir. O hâlde imanı tercih etmek, kişinin yaşadığı kültüre, coğrafyaya ve bunu temsil eden halklara küsmesini gerektirmemelidir. Çünkü bunların hiç biri topyekûn kâfir olup şirk koşmaz. Bu nedenle inatla ve küstahça gerçeğin üstünü örtenleri dışarıda tutan ve onlarla dostluk kurmamaya gayret eden bir bilinç taşımak, önemini hâlâ korumaktadır.
Dipnotlar:
1. Bu çalışmada M Esed’in meali kullanılmıştır. Birinci ayetle ilgili olarak M. Esed şu açıklamayı yapmaktadır: “Bu surenin 7-9. ayetlerinde de gösterildiği gibi, inanmayanları dost edinmenin yasaklanması, sadece inananlara karşı aktif şekilde düşmanlık yapanları kapsamaktadır.”
2. Bu konuda şu ayetler hatırlanmalıdır: (Günah içinde ölen) kimselerin cehennemlik olduğu kendilerine açıklandıktan sonra, yakın akraba olsalar bile, Allah’tan başkasına tanrılık yakıştıran kimselerin bağışlanmasını dilemek artık ne Peygamber’e yaraşır, ne de imana erişenlere. İbrahim’in (buna benzer bir durumda) babasının bağışlanması için yaptığı duaya gelince, bu sadece o’nun berikine (daha sağlığında) vermiş bulunduğu bir söze dayanıyordu. Ama o’na berikinin Allah’ın düşmanı olduğu açıklandığı zaman (İbrahim) ondan hemen kopup uzaklaştı. Zaten İbrahim çok ince ruhlu, yumuşak huylu biriydi. (9/113, 114)
3. Bu ayetin diğer bazı meallerdeki çevirisi şu şekildedir: “Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” (Diyanet Vakfı Meali); “Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bir sınav yapma (bizi onların baskı ve işkencesi altına düşürme), bizi bağışla. Rabbimiz, yegâne gâlib, hüküm ve hikmet sâhibi, ancak Sensin, Sen!” (Süleyman Ateş Meali); “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Diyanet Meali); “Ey Rabbimiz, bizi o küfredenler için bir fitne (mevzuu) yapma. Bizi yarlığa Rabbimiz. Çünkü hakıykat gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi Sensin Sen.” (Hasan Basri Çantay Meali); “Rabbimiz, bizi inkâr edenler için deneme kılma. Bizi bağışla Rabbimiz, şüphesiz sen, güçlü ve hâkim sensin!” (Şaban Piriş Meali); “Ya rabbena! Bizleri o küfredenlerin fitnesi kılma ve bizlere mağfiret buyur çünkü sensin ancak öyle azîz, öyle hakîm.” (E. Hamdi Yazır Meali); “Ey Rabbimiz! Bizi, küfre sapanlar için bir fitne/imtihan aracı yapma! Bağışla bizi ey Rabbimiz! Sen, yalnız sen sonsuz kudretin, sonsuz hikmetin sahibisin.” (Y. Nuri Öztürk Meali); ”Ey Rabbimiz! Bizi, o kâfir olanların fitnesi kılma, (bizi onlara ezdirme); bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, Azîz’sin = her şeye galibsin, imansızlardan intikam alırsın, Hakîm’sin = müminlere zafer veren hikmet sahibisin.” (Ali Fikri Yavuz Meali)
4. İbn Abbâs dedi ki: Bu sevgi, Mekke’nin fethinden sonra Peygamber (sav)’ın Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe ile evliliğidir. Daha önce Abdullah b. Cahş’ın nikâhı altında idi. O ve kocası Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Kocası, Hristiyan oldu ve bu dine girmekte kendisine uymasını istedi. Um Habibe kabul etmeyip dini üzere sebat gösterdi. Kocası Hristiyan olarak öldü. Peygamber (sav) Necâşi’ye haber göndererek ona talip olduğunu belirtti. Necâşi, Peygamber (sav)’in arkadaşlarına; “Aranızda bu hanıma en yakın olan kimdir?” diye sordu. Onlar; “Halid b. Suid b. el-Âs’tır.” dediler. Ona: “Bu hanımı peygamberiniz ile evlendir.” dedi, o da bunu yaptı. Necâşi, kendi kesesinden ona dört yüz dinar mehir verdi.
5. İbn Abbâs dedi ki: Hudeybiye‘de Kureyş müşrikleri ile (Peygamber) kendisine gelen Mekkelileri onlara geri çevirmek üzere antlaşmış idi. Antlaşmanın yazılışından sonra ve Peygamber (sav) henüz Hudeybiye’de bulunuyor iken el-Haris kızı Eslemli Sâide geldi. Kâfir olan kocası Sayfî b. er-Râhib –bu adamın -Müsâfir el-Mahzûmî olduğu da söylenmiştir- gelip: “Ey Muhammed, dedi. Bana hanımımı geri ver çünkü sen bu şartla antlaşma yapmış bulunuyorsun. İşte henüz kitabımızın (yazışmamızın) çamuru (mührü) daha kurumadı. Bunun üzerine yüce Allah, bu ayet-î kerimeyi indirdi. Bir diğer görüşe göre Ukbe b. Ebi Muayt’ın kızı Ummu Kulsum geldi. Yakınları gelip, Rasulullah (sav)’dan onu kendilerine geri vermesini istedi. Bir başka açıklamaya göre (Um Kulsum) kocası Amr b. el-Âs’dan, beraberinde iki kardeşi İmâre ve el-Velid ile birlikte kaçmıştı. Rasulullah (sav) kardeşlerini geri vermekle birlikte Ummu Kulsum’u alıkoydu. Peygamber (sav)’a: “Antlaşma şartı gereği onu da bize geri ver.” dediler. Peygamber (sav) şöyle buyurdu; “Antlaşmada koşulan şart, erkekler hakkında idi. Kadınlar hakkında değildi.” Bunun üzerine yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi; M. Esed’in bu ayetle ilgili yaptığı açıklama şu şekildedir: “H. 6. yılda Hz. Peygamber ile Mekke’nin müşrik Kureyşlileri arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması’na göre, Mekkeli bir genç veya velayet altındaki başka bir kişi, velisinin izni olmadan Müslümanlara kaçarsa Kureyş’e iade edilecekti (bkz. sure 48’in giriş notu). Kureyşliler, bu hükmün evli kadınları da kapsadığını düşünüyorlardı; çünkü onlara göre evli kadınlar kocalarının “velayeti” altındaydılar. Buna göre, birçok Mekkeli kadın kocalarının arzusu hilafına İslam’a girdikleri ve Medine’ye göç ettikleri zaman, Kureyş, onların zorla Mekke’ye iade edilmelerini talep etti. Ancak Hz. Peygamber, evli kadınların “velayet altındaki kişiler” kategorisine girmediği gerekçesiyle bu talebi reddetti. Ama kadınların bir kısmının inançlarından dolayı değil, tamamen dünyevî endişelerle Müslümanlar tarafına geçmesi ihtimalinin her zaman mevcut olması sebebiyle samimiyetlerini Müslümanlara ispat etmeleri emredildi. Bundan sonra Hz. Peygamber, her kadına şöyle sesleniyordu: “Kocalarınıza olan nefretiniz yahut başka bir ülkeye gitme arzunuz sebebiyle veya dünyevî bazı menfaatler sağlama ümidiyle ayrılmadığınıza Allah’ın huzurunda yemin edin; Allah’a ve Elçisine duyduğunuz sevgiden başka bir sebeple gelmediğinize yemin edin.” (Taberî). Allah insanların kalplerindekini kesinlikle bildiğinden, bu kadınların verecekleri olumlu cevaplar, samimiyetlerinin tek mümkün -ve bu nedenle hukuken yeterli- delili olarak görülüyordu. Yalnızca Allah insanların kalplerindekini bildiği için, yetişkin bir kimse iman ettiğini açıkça beyan ettiği zaman, tersine bir kanıtın olmaması halinde, toplum o kişiyi -ister erkek isterse kadın olsun- yalnızca bu beyanına dayanarak Müslüman olarak kabul etmek zorundadır.”
6. M. Esed’in bu ayetle ilgili yaptığı açıklama şu şekildedir: “Kural olarak, inkârcıların, bu şekilde terk edilmiş olan bir kocaya tazminat ödemeleri beklenemeyeceğinden Müslüman toplumun bir bütün olarak bu yükümlülüğü yerine getirmesi gerekir. Gerçekte, Hz. Peygamber’in yaşadığı süre içinde bu şekilde yalnız altı irtidat olayı vuku bulmuştu (ki tümü Mekke’nin H. 8. yılda fethinden önce olmuştu); ve her olayda Müslüman kocaya, Hz. Peygamber’in emri üzerine, devlet hazinesinden başta kendisinin ödediği mehire eşit miktarda bir ödeme yapılmıştı (Beğavî ve Zemahşerî).”; Bunun yanısıra Es-Sa’lebî’nin İbn Abbâs’tan rivayet ettiğine göre İslâm’dan dönüp müşriklere sığınan, hicret eden müminlerin hanımları şunlardır: 1. Fihroğullarından İyad (b. Ğanm b. Züheyr b.) Ebi Şeddad’ın hanımı olan Ebu Süfyan’ın kızı Um el-Hakem. 2. Ömer b. el-Hattab’ın hanımı Ummu Seleme’nin kız kardeşi Ebu Umeyye b. el-Muğire kızı Fatıma -Ömer (ra) hicret ettiğinde o hicret etmeyi kabul etmeyip irtidad etmişti-. 3. Ömer b. el-Hattab’ın hanımı olan Cervel kızı Um Kulsum. 4. Ömer b. el-Hattab’ın hanımı olan Gaylan kızı Şehbe’dir. 5. Şemmas b. Osman’ın hanımı olan Ukbe kızı Berva. 6. Hişam b. el-Âs’ın hanımı olan Abdu’l-Uzza kızı Abde. (Peygamber (sav) kocalarına hanımlarının mehirlerini ganimetten ödemiştir.)
Tarih 14 Ağustos 2018
Henüz yorum yapılmamış.