Sosyal Medya

Roger Garaudy'ye göre İslamın aynası camiler

Fransız Müslüman düşünür Roger Garaudy tarafından kaleme alınan “İslâm’ın Aynası Camiler” üç kıtaya damgasını vuran İslâm sanat ve mimarisinin felsefî ve estetik açıdan değerlendirmesini yapıyor.



Fransız Müslüman düşünür Roger Garaudy tarafından kaleme alınan “İslâm’ın Aynası Camiler”  üç kıtaya damgasını vuran İslâm sanat ve mimarisinin felsefî ve estetik açıdan değerlendirmesini yapıyor. Garaudy bu eseriyle İslâm sanat ve mimarisinin muhteşem güzelliğini görebilmeyi, en basit motifinde bile ne derin anlamlar olduğunu kavrayabilmeyi mümkün kılıyor. 
 
Kâbe, dört ufkun kavşağındaki o kristaldir. Küp şeklindeki bu sade binanın duvarları dört ana yöne bakar. Sabit bir kutuptur. Kâbe, İslâm inancının kalbidir. Müslümanlar hac için dünyanın dört bir yanından buraya akın ederler. Bütün camilerin kıbleleri ona dönüktür. Bütün namaz seccadeleri ona çevriktir. Ruhi hayatın bu kutbu tarafından mıknatıslanıp çekilircesine bütün müminler ona dönerler. İçinin boş oluşu da her şeyden önce ruhunu şahsi menfaat ve ihtiraslardan arındırarak Allah’a ulaşmak isteyen bir ruhu sembolize eder. Hacı, tavafını ve sayını yapıp da altın kapı tarafındaki Makam-ı İbrahim’in arkasında akşamla yatsı namazı arasında, tavaf namazını kıldıktan sonra bu boşluğu, bu çekimi ve bu sihri fiziken de hissedebilir. Karşısında gurubun son kızıl korları soluklaşır, sonra da söner ve gecenin perdeleri iner. İşte o zaman Kâbe, altın işlemeli siyah ipek örtüsünün altında, tabiatüstü bir hayatı yaşamaya koyulur. Karanlık her şeyi silip yok etmiştir.
 
Kaynağı bulmak istercesine
 
“Sana, tek ve biricik olan ibadetimde hiçbir şeyimi ortak koşmadığım Sana geldim. Çünkü Senden başka İlâh yoktur. Sana verdiğin bütün nimetlerden dolayı şükretmek için geldim. Çünkü Senden başka İlâh yoktur. Geldim Yüce Allah’ım geldim.”
 
Ve bu sözler sürekli tekrarlanır. Bu haykırış şimdi, o kalabalığın kendisini de aşan ve onu çepeçevre saran şu sessiz şekli almıştır: Kâbe etrafında bulutu andıran bu kütlenin ağır ağır dönüşüyle sürekli bir bilinçlenme… Saatin akrep ve yelkovanının tersi istikametinde sanki tarihin akışının tersine zamanı hep birlikte yeniden kuruyormuşçasına dönen bir çark… Hz. Peygamberi, Hz. İsa’yı, Hz. Musa’yı ve dahası Kâbe’yi inşa eden Hz. İbrahim’in ilk imanına kadar uzanan o kaynağı tekrar bulmak istercesine dönen bir çark… Medine şehri ve Mescid-i Nebevi Hz. Peygamberin kabrinin etrafına inşa edilmiş gibidir. İçinde şimdi kabri ile birleşmiş ilk camide bulunmaktadır.
 
Kubbetüssahra, ilk İslâm şaheseri Kubbetüssahra, gerçekte 687 yılında Hz. Peygamberin vefatından yarım asır sonra inşa edildi. Deruni ve ruhi anlamını yakalamak için bu abideyi dikkatle okursak esas itibariyle Kur’an imanının ifadesi olan İslâm sanatının ana temasını tohum olarak kendisinde taşıdığını görürüz. Kubbetüssahra, işte bu sanatın en parlak örneğidir. Yükseldiği yer, binanın yapısı, boyutları, onu saran şekiller, iç mekânın senfonisi, dış silueti… Hepsi kaynağını inşasına ilham veren imandan alır. Kubbetüssahra, Eski Ahit’in Moriya Dağı adını verdiği tepenin üstüne inşa edilmiştir. Orada Hz. İbrahim, biricik oğlunu kurban ederek, imanı gereği en yüce fedakârlığı yapmaya hazırlanıyordu ki Allah onu durdurdu.
 
 
Altın ipe dizilmiş kırk dört tesbih
 
Samarra, kumlar üzerinde bir serap gibi yükseldi. Altın kum, altın ihata duvarı ve minare, güneşte erimiş bu altının içinde, bu aynı kumdan bu aynı renkten doğup tomurcuklanmış… Etrafı saran sur, harikulade bir tespihi andırıyor. Altın ipe dizilmiş kırk dört tespih tanesi mesabesindeki kule ve burçlarının tespihini çekmekte. Sanki oraya, evet gökteki yıldızlardan oraya, kumlar üstüne, asırlardan beri dünyanın en büyük kutsal mekânını, eni 160 metre, boyu 240 metre olan o mübarek alanı belirlemek için düşmüş. Ana avlu ve namaz alanı Hz. Peygamberin Medine’de ki evi esas alınarak yapılmıştır.
 
İbn Tulun Camii demek, her şeyden önce onun aslını yani ruhunu oluşturan geniş avlusu demektir. Ahenkli, büyüleyici tekrarlarıyla bir başka sonsuzluğu ilham eden ve sayısız kapılarıyla sınırsız bir âleme açılan kemerlerinin güzelliğiyle, uçsuz bucaksız güzellikten ibaret bir çöl fragmanıdır… Ey İbn Tulun, geçmişin iki büyük medeniyeti Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri arasındaki diyaloğun mekânı, ilk imanın diriliş yeri, Doğu ile Batı arasında, hayatın bütün güçlerini bir yakadan öbür yakaya taşıyan sen! Biz senden, mümin olmanın tevazuu ve Allah’ın yeryüzünde ki halifesi insan olmanın övüncüyle, hayatlarımızın anlamından daha bir emin olarak ayrılıyoruz…
 
Ezher Camii avlusu bize dünyanın dışındaymış ve sanki uçan bir halı gibi bizi üstüne çekip alıyormuş duygusu verir. Yapının unsurları havayı andırır bir hafifliğe sahiptir. 970’te inşasına başlanan ve ilk Cuma hutbesinin 972’de okunduğu bu cami, Kahire şehri ile yaşıttır. 988’de ise orada bir üniversite kurulmuştur. Kur’an ayetlerinin kemerler üzerinde arabesk şeklinde uzayıp gittiği ve her yan avlunun köşe süslemeleriyle bezendiği bu büyük ve sessiz taş kitabın ortasında zamanın ötesine gittiğimiz hissi ile dolarız.
 
Müellif: İkbal Çobanoğlu, “Üç Kıtaya Yayılmış İslâm Şaheserleri”
Kaynak: Kitabın Ortası dergisi, Ocak 2020, sayı 34.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.