Sosyal Medya

Abdurrahman Arslan: Küreselleşme ve Kuşatma Altındaki Dünya

Müslümanların bir "ümmet" olduklarını yeniden hatırlayarak, küreselliğe karşı yeni entelektüel imkanlar oluşturabileceklerini söylemeliyiz. Küreselleşmenin belirgin bir süreç ve bir düzen olduğu kadar, aynı zamanda bir belirsizlik ve bir kırılganlık içerdiğini de unutmamamız gerekiyor.



I
 
MeÅŸhur devrimi; bu devrimle beraber kendi parçalanma tarihini insanoÄŸlunun izlemesi gereken kaçınılmaz bir kader olarak bütün dünyaya yayıp kendine benzeten; üstelik kendisi bütün bu deneyimin eÅŸsiz "müzesi" olarak görülürken; farklı amaçlar ve araçlarla da olsa, bu defa kendini "merkez" haline getirerek; bütün dünyayı bu merkeze göre yeniden örgütleme "gayreti" ve "baÅŸarısı" hiç te ihmal edilecek gibi deÄŸildir. Zira bütün bunların neticesi olarak Batının "bugünü" Batı dışındaki toplumların "yarını" olmak gibi bir özellik kazanmıştır.
 
Bu sebeple Batının 1789 ile; hatta Rönesans/Reformasyon dönemine kadar uzanan bir ümmet olarak kendi içindeki parçalanma tarihini, aynı zamanda dünyanın küreselleÅŸmeye uzanan yolunun baÅŸlangıcı saymak gerekiyor. Batı bu haliyle kendisi olarak sadece Hıristiyan bir ümmetin "parçalanmasının" deÄŸil; eÅŸ zamanlı olarak dünyayı "birleÅŸtirmenin" de çatışıklı iki deneyimini muhtevasında barındıran bir tarihi temsil ediyor. KüreselleÅŸme dediÄŸimiz süreç nihayette Batılı öznenin kendine ait bu tarih deneyiminin hasılası olarak ortaya çıkmakta; fakat bu deneyim oryantalizm ve kolonyalizmin imkanları ile dünyanın diÄŸer toplumları üzerinde kurulmuÅŸ olan ekonomik, kültürel, siyasal bir hegemonyaya aynı zamanda iÅŸaret eder.
 
Batıya ait hususiyetler taşıyan bu tarih deneyimi kendi dışındaki hiç bir tarihin sahip olmadığı kadar bir "zenginliÄŸi" bünyesinde barındırmasıyla önem taşımakta. Bu zenginlik Kadim Grek'ten baÅŸlayan, Roma Ä°mparatorluÄŸuyla kuvvet kazanıp kapsamını geniÅŸleten; Hıristiyanlıkla yeni bir anlam ve zenginlik, modern dönemde de kolonyalizmle beraber dünya ölçeÄŸinde kazanılmış sofistike bir tecrübenin toplamından oluÅŸur. Söz konusu edilen tecrübe Batı dışındaki toplumlar baÄŸlamında düÅŸünüldüÄŸünde; bu toplumların Batı merkezli yeniden inÅŸaya tabi tutuldukları bir süreç olma özelliÄŸi taşımakta. Sürecin cereyan ediÅŸ tarzı, dünyadaki toplumların parçalanma ve yeniden inÅŸa edilmelerini ulus- devlet olma halleriyle koÅŸutluk içinde olduÄŸu görülmekte.
 
Bu sebeple toplumların ulus-devlet haline gelme süreçleri dünya topraklarının ve bu topraklar üzerinde yaÅŸayan insanların küreselliÄŸe imkan verecek bir örgütlenme tarzı içinde yeniden inÅŸa edilmeleri olarak tezahür etmiÅŸtir. Bu haliyle her ulus-devlet küreselliÄŸe giden yolda bir uÄŸrak niteliÄŸi taşımakta. Bunu diÄŸer toplumların Batı tarihine eklemlenmesi; veya bütün "tarihlerin" Batı tarihi içinde erimeleri olarak deÄŸerlendirilmesi gerektiÄŸini söyleyebiliriz.
 
Söz konusu deneyimin hasılası olarak bugün dünyanın halihazırdaki sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik örgütlenmesi Batıdan bağımsız, kendi başına anlaşılamayacağı gibi; yeryüzünde bu türden bir örgütlenmeyi meÅŸrû hale getirmiÅŸ olan "egemenlik" gibi bir kavramın da yine Batı tarafından insanlığa sunulan düÅŸsel bir "ideal" olduÄŸunu belirtmemiz gerekiyor. Batı tarafından mecbur kılınan bu türden bir örgütlenmenin karşılığı olarak, bizim bir gün bu "ideale" sahip olabileceÄŸimiz "düÅŸü" gerçekleÅŸmemiÅŸ olsa da; bu ideali ciddi ÅŸekilde tahlil edip sorgulamamış olmak bir trajedi olarak hala ortada durmaktadır. Ne var ki, bütün bunların yine Batının ellerinde ve küreselleÅŸmeyle beraber bugün aynı zamanda aşınma sürecinden geçmekte olduÄŸunu görmek; ancak bir ideale sahip olmanın bir "özne" olma halini gerektirdiÄŸini bize yeniden hatırlatmakta. Teritoryal temelde Batı bugün insanlığa siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel bir model sundu. Ne var ki Batı dışındaki beÅŸer bu modeli daha yeteri kadar "tüketemeden", bugün yine Batının bizzat kendisi bütün bunları elimizden almakta; söz konusu olan küreselleÅŸme de zaten bu duruma iÅŸaret etmekte. Bu sebeple bugün içinde yaÅŸadığımız dünyanın halihazırdaki her çeÅŸitten örgülenmiÅŸ halini Batıdan ayrı düÅŸünemeyeceÄŸimiz gibi; bugün küreselleÅŸme olarak tanımlanan süreci de aynı ÅŸekilde Batıdan bağımsız ve onun tarihsel kimliÄŸine müracaat etmeden anlamak asla mümkün deÄŸildir. Zira ÅŸimdilerde dile getirilen küreselleÅŸme öncelikle hem Batılı tarihsel deneyiminin hasılası, hem de günümüze uzanan açılımıdır. Bu deneyim kendi doÄŸal geliÅŸimini her ÅŸeyden evvel kendine has bir "ötekileÅŸtirme" kavramsallaÅŸtırımında bulunmasıyla dikkat çeker; ve bu özelliÄŸiyle kendi dışındaki bütün kültürlerinkinden farklılık taşır.
 
Åžüphe yok ki her kültürün kendine has bir "ötekileÅŸtirme" mantığı bulunmakta; ne var ki Batıya ait olan mantık diÄŸer bütün kültürlerden farklı olarak aşılması imkansız ilkeler üzerine kurulu olma özelliÄŸi taşımaktadır. Batı kültürü içinde "öteki" her kültürde gördüÄŸümüz "farklı olan birinden" ziyade, Batının ona yüklediÄŸi özel sıfatlar taşıyan biridir. Öteki, Batılı zihniyet içinde bir "topluluÄŸun" hedef grup olarak seçilmesi; Batının kendine ait bütün olumsuzlukları ona atfederek ondan kurtulmasına vesile kıldığı bir "ötekiliÄŸin" inÅŸâsıdır. Bu ötekilik inÅŸası aynı zamanda Batılı özneye rahatlama imkanı sunmakta. Zira rahatlama "ötekiliÄŸi" deÄŸiÅŸtirmek üzere onu "asimile" etme çabası ÅŸeklinde tezahür etmekte ve mesiyanik özellik taşımaktadır. ÖtekileÅŸtirme mantığı "hoÅŸgörü" için boÅŸluk bırakmaz; belki de bu yüzden hiçbir toplumun kültüründe bulamadığımız "tolerans"a reformasyon döneminden bu yana aşırı vurgu yaparak gelmektedir.
 
II
 
Acaba bir "ÅŸeyin" insanlar tarafından benimsenmesi veya bir "ÅŸeyin" taraftarı olmak; ya da sözgelimi, bir dinin insanlar tarafından benimsenmesini, dünya genelinde insanlar arasında yaygınlık kazanmasını "küreselleÅŸme" olarak nitelendirebilir miyiz? EÄŸer "yaygınlaÅŸma" ile "küresellleÅŸmeyi" birbiriyle iliÅŸkili, fakat aynı ÅŸeyler olarak nitelendiremiyorsak; bu durumda küreselleÅŸmeyi, bazı Batılı düÅŸünürlerin açıklamaya çalıştıkları gibi sadece "zaman-mekan" baÄŸlamında yaygınlık kazanan; veya "zaman-mekan" daralması olarak anlamak, oldukça zor görünüyor. Zira bu tanımlama meseleyi öncelikle fiziksel gerçeklik düzeyinde ele almakta; küreselliÄŸin mahiyette öngürdüÄŸü deÄŸiÅŸikleri olduÄŸu kadar, onun zaman-mekan anlayışının Batı merkezli özelliÄŸini ise ihmal etmektedir. Günümüzde artık yaygın bir ÅŸekilde dile getirilen küreselleÅŸmeye katılım, herÅŸeyden evvel dine katılım gibi kiÅŸisel bir tercih içermediÄŸi gibi; yeni yeni ÅŸahit olmaya baÅŸladığımız ve muhtemelen sonraki zamanlarda kendine dair daha belirgin özellikler üzerinden tanımını yapabileceÄŸimiz yeni bir hegemonyanın neticesinde ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
 
Söz konusu edilen katılımı dünyadaki farklı kültürlerin ve toplumların homojenleÅŸtirilmesi olarak; veya televizyonlardaki filmlere, müziÄŸe, yiyeceÄŸe, giyeceÄŸe kısaca tüketim nesnelerine bakarak küreselleÅŸmeyi bir AmerikanlaÅŸma olarak anlayabilir; hatta kültürel düzeyde dile getirilen haklı kaygıların toplumlara ve mevcut hayat tarzlarına karşı bir tehdit olarak algılanmasının doÄŸru bir teÅŸhis olduÄŸunu söyleyebiliriz.
 
Ne var ki küreselleÅŸmeyi kökenini ihmal ederek yanıltıcı bir ÅŸekilde, ne sadece dünyanın AmerikanlaÅŸması olarak görebilir; daha önemlisi, ne de Amerikanın baÅŸlattığı bir süreç olarak anlayabiliriz. Her ne kadar küreselleÅŸmeye ve onun taşıdığı deÄŸerlere Amerika'nın önderlik ettiÄŸi ve yaygınlık kazandırdığı görülse de; arka-planına, yani kendini besleyen kültürel, ideolojik, teknik ve ekonomik kökenine baktığımızda, bunun Batıda en azından "Aydınlanma" dönemine kadar uzanan bir tarihi ve süreci kapsadığını ifade etmemiz gerekiyor. Aydınlanma evrenselliÄŸi ve ulus-devlet projesi özü itibariyle Batının kendi deneyimiyle elde ettiÄŸi doÄŸruların en azından siyasal olarak dünyanın geri kalanına dayatması ÅŸeklinde ortaya çıkıyor. KüreselleÅŸmenin bu dayatma ile ilk defa kendine dünya ölçeÄŸinde maddi bir temel inÅŸa ettiÄŸini; bunun yanında ilkelerini kendinin belirlediÄŸi yeni bir hukuku da inÅŸa ederek Batı dışındaki toplumlara kabul ettirerek yaygınlık kazandığını görüyoruz.
 
Bu sebeple küreselleÅŸme nedir sorusuna; teknolojik, ekonomik, kültürel, siyasal gibi bir çok kavramla cevap verilmeye çalışılsa da; bu sorunun cevabı kendi asliyeti içinde Avrupa'nın yaklaşık 13. yüzyıldan itibaren oluÅŸturduÄŸu düÅŸünsel/tarihsel mirasın kültürel dokusunda saklı bulunmakta. Bu kültürel miras, her ÅŸeyden evvel, hiç de kolay sayılamayacak kavram ve gerçeklik olarak bir "Avrupa" fikrinin; ve bununla eÅŸ zamanlı olarak yeni tür bir hegemonya biçiminin inÅŸasıyla birlikte baÅŸlıyor. BaÅŸlangıcında, "Avrupalılığı" inÅŸa etmek olarak bir içe kapanma ÅŸeklinde tezahür eden; bu yüzden de her ÅŸeyden evvel sahibi olduÄŸu dinin "kutsal" merkezine, diÄŸer iki büyük semavi dinin aksine, "ihanet" ederek onu "Roma"ya taşımakla kendini oluÅŸturuyor. Bundan sonraki uzun tarih içinde Batının her ÅŸeyden bir merkezilik üretme çabası; kendini referans alınacak bir "merkez" ÅŸeklinde görme isteÄŸinin, bu inÅŸaya hakim "mantığın" özelliÄŸi olarak karşımıza çıktığını görmek ÅŸaşırtıcı deÄŸildir. Bu deneyim, hem içeride hem de dışarıda kendisi için bir "tez" olmaya aday her "ÅŸeyi"; müÅŸahede edilebileceÄŸi gibi, gösterdiÄŸi uzun bir "sabrın" neticesinde zararsız hale getirmeyi baÅŸarmış bir deneyim olarak önem taşımakta. Bu inÅŸa çabasında "Avrupa"nın, sade parçalanmanın deÄŸil, eÅŸzamanlı olarak birleÅŸtirmenin de çatışkılı iki deneyimini bünyesinde barındıran bir tarihi temsil ettiÄŸi görülür. Bu tarihin sahibi olarak Avrupa'yı, yeryüzünün bütün ahalisini varlıklarını sürdürebilmek için ulus-devlet olmaya mecbur eden; ya da insanoÄŸlunun devlet olma imkanını sadece ulus-devlete indirgeyen hegemonyacı bir deneyimin "müzesi" olarak görmek mümkün.
 
Sözü edilen hegomonik özelliÄŸi cihetinden baktığımızda küreselleÅŸme iki kutuplu bir süreçte ortaya çıkmakta. Bir tarafta küreselleÅŸmeyi baÅŸlatan gücün ve zihniyetin sahibi olarak "merkezi" temsil eden Batı; diÄŸer tarafta ise sonu gelmez bir çaba ve sabırla kendisini ne pahasına olursa olsun "merkeze" benzetmeye çalışan Batı dışındaki toplumlar yer almakta. Dolayısıyla burada dünyanın halihazırdaki siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve tenitoryal örgütlenmesinin "Avrupa"dan bağımsız anlaşılamayacağını hatırlamak gerekiyor.
 
Bu tespitten hareket ederek; küreselleÅŸmenin yeni bir "vak'a" olmadığını, geçmiÅŸe yönelik olarak küreselleÅŸmenin maddi alt yapısının en azından Batıda ulus-devletin kuruluÅŸuyla; Batı dışında ise toplumların bir kaç yüzyıldan beri uluslaÅŸtırma süreçleriyle hazır hale getirildiÄŸi açıktır. KüreselleÅŸme kendine ait ve/veya uygun kuralları yine kendisiyle beraber getirmekte ve yaygınlaÅŸtırmakta olmasını bu sürecin hasılası olarak saymamız gerekiyor. Batı dışındaki toplumların modernleÅŸme tarihleri aynı zamanda küreselleÅŸmeye ait tarihin bir parçasını temsil etmekte; bu düÅŸünce, hayat ve dünya ölçeÄŸinde Batılı düzenin bütün dünyayı kuÅŸatmasının tarihi olarak ortaya çıkmakta.
 
Bundan dolayı Avrupa "müzesi" modern zamanlarla beraber baÅŸlayan; ama bu üstü fazlaca cilalı ve hayli cazip resmin arka tarafında tahakküm ve kolonyalizm bulunan uzun bir tarih ve bu tarihten elde edilmiÅŸ zengin ve sofistike deneyiminden teÅŸekkül etmekte. Deneyimi gerçekleÅŸtiren "merkez-özne" bu zenginliÄŸi muhafaza etmekte, dönüÅŸtürerek her defasında yeniden kullanmakta; deneyimin "nesnesi" ise her dönüÅŸtürüm sonrasında hafıza kaybına uÄŸramakta; aynı zamanda kışkırtılmış umutların sahibi olarak unutkan/zayıf bir hafızayı temsil etmekte.
 
III
 
KürselleÅŸmeyi her ÅŸeyden evvel modern Batı tarihi içindeki tecrübelerle elde edilmiÅŸ bir "ÅŸeyin" dünya ölçeÄŸinde yaygınlaÅŸ(tırıl)ması sayabiliriz. Sebebi ne olursa olsun bu "yaygınlaÅŸtırma" iÅŸlemi, kabul etmemiz gerekir ki oldukça baÅŸarılı ÅŸekilde yürütülmüÅŸtür. Sürecin bugün yeni bir açılımı olan küreselleÅŸme; kavram ve gerçeklik olarak 1980'li yıllardan itibaren dile getirilmeye ve yaygınlık kazanmaya baÅŸlıyor. Yeni tür teknolojilerle beraber yaygınlaÅŸan yeni bilgi çeÅŸidinin toplumsal ve kültürel evrenimizde yaptığı niteliksel deÄŸiÅŸikliklerin önemini burada zikretmemiz gerekiyor. Bunun yanında zaman ve mekan algımızda meydana gelen dönüÅŸümlerle beraber iletiÅŸim imkanlarının açtığı ufuk içinde kavram kolayca kabul görür hale geldi. BaÅŸlangıçta neredeyse tanımlaması çok kolay; gayet vazıh, oldukça kullanışlı üstelik çok ÅŸeyi açıklama gücüne sahip bir kavram olarak anlaşılmakta. Daha baÅŸlangıçta evrenselliÄŸine vurgu yapılarak kavramın ne olduÄŸunun tarife çalışıldığı görülmekte. Fakat meselenin hiç de göründüÄŸü gibi olmadığı söylenebilir.
 
Kavram öncelikle söz konusu olan "yaygınlaÅŸtırmanın" bilinen "öznesini" gizlemekte; bunda kendisine eÅŸlik eden post-modern felsefenin katkısının olduÄŸu inkar edilemez. Post-modernitenin imkanlarını kullanarak öznesi olmayan, yani merkezsiz bir "kültür", "kimlik" ve sürece iÅŸaret etmekte; bunu yaparken iÅŸin merkezindeki özne olarak Batıyı perdeliyor. Halbuki kendi tarihselliÄŸi içinde küreselleÅŸmeye varan uzun yolun maddi, siyasi, kültürel, ekonomik ve teknolojik temellerinin Batıda oluÅŸup geliÅŸtiÄŸi bilinmekte; ama buna raÄŸmen yine de söz konusu süreç kendi içinde belirgin olmayan bir boyut taşımasıyla dikkat çekiyor.
 
Modern döneme ait bir çok kavramsallaÅŸtırma gibi küreselleÅŸme de hem kavram hem de gerçeklik olarak çok ÅŸeyin açıklayıcısı olan bir anahtar gibi görünmekte; hatta baÅŸlangıçta bir istikrara iÅŸaret etmekte; meselelerin eskiye nispetle daha kolay çözüleceÄŸine dair bir kanaat oluÅŸturduÄŸu açıktır; ama herhangi bir meselede kesinlik içeren bir cevabı henüz bulunmamakta; zira kesinlik içermeyen bir dünya görüÅŸünü temsil etmekte olduÄŸundan bizi belirsizliklerle karşı karşıya bırakıyor. Sözgelimi siyasette saÄŸ ve sol ayırımlamalarının aşıldığını söylemekte, ama hepsi bu kadarla sınırlı kalıyor. GeçmiÅŸte dünya hakkındaki tahayyülümüz toprakla iliÅŸkili ve mekana baÄŸlıyken; küreselliÄŸin bize önerdiÄŸi dünya tahayyülünde "mekanı" ortadan kaldırıyor.
 
Bu sebeple kavram kendini fazlasıyla "nötr" göstermek istemesine raÄŸmen aslında hiç de masum bir özelliÄŸe sahip bulunmamakta; insan zihnini yanlış yönlendirerek bir çok ÅŸeyi gizlemekte, üzerini örtmektedir. Bunun neticesi olarak muhtevasındaki tahakkümü, hegemonyacı bir özellik taşıdığını kolayca gözlerden uzak tutulabilmektedir. Aslında bu kadar kolay ÅŸekilde bunu yapabilmesini saÄŸlayan; kendinin, her ne kadar ekonomik ve teknolojik bir süreç olduÄŸu söylense de bir "kültür" ve "hayat biçimi" olarak ortaya çıkıp yaygınlık kazandıran gücüdür. Ne var ki günümüzün dünyasında ÅŸu aÅŸamada ifade ettiÄŸi haliyle küreselleÅŸme; daha çok iktisadi bir durumu, kültürel bir süreci sonra da teknolojik/enformatik bir sirkülasyonu ifade etmesiyle dikkat çekiyor. Bu haliyle küreselleÅŸme, bazılarına göre Batı hegemonyasının, emperyalizminin aldığı yeni ÅŸekil olmakta bazılarına göre de dünyanın AmerikanlaÅŸması/McDonald'laÅŸması sayılmakta.
 
Taşımakta olduÄŸu belirsizlik özelliÄŸine raÄŸmen küreselleÅŸmenin yine de dünya ölçeÄŸinde giderek deneyimlenen bir "hayat biçimi" olduÄŸu kadar; yine dünya ölçeÄŸinde teÅŸekkül etmeye baÅŸlayan, diÄŸer bir ifadeyle giderek daha somut hale gelen bir "düzen"e de iÅŸaret etmekte olduÄŸunu belirtmeliyiz. Bu yüzden bizim çevremizle, bilhassa biribirimizle olan iliÅŸki biçimimizi, neredeyse tekrar eski haline getirilemeyecek kadar dönüÅŸtürmekte; bu iliÅŸkileri kendinin öngördüÄŸü dünya düzenine uygun düÅŸecek tarzda yeniden düzenlemektedir. Yeni iliÅŸkiler ve küreselleÅŸmenin kurmak istediÄŸi yeni düzenin öngördüÄŸü deÄŸiÅŸim; her ÅŸeyden evvel Batı dışındaki toplumların din ve hayat pratiÄŸini; sonrada siyasal/sosyal cihetten ulus-devletin klasik yapısını çözmekte, en azından mevcut halini yeni deÄŸiÅŸime uygun hale gelmesi için zorlamaktadır. Bunun hasılası olarak ortaya çıkan çözülmeyle artık bugün insanları kilise, devlet, etnisite ve kültür ekseninde bir arada tutmak giderek zorlaşıyor. Öngörülen deÄŸiÅŸim bu haliyle ulus-devletin klasik örgütlenme yapısı içinde kalmasını zorlaÅŸtırıyor. Kendi tarihselliÄŸi içinde düÅŸündüÄŸümüzde ulus-devlet bu haliyle küreselliÄŸe uzanan süreçte bir durağı temsil etmekte; küresellik ulus-devleti inÅŸa eden bir çok deÄŸer ve kabulü geçersiz kılan veya anlamsızlaÅŸtıran bir süreç olma özelliÄŸi taşımakta.
 
Bu yüzden günümüze hakim süreç ulus-devletin egemenlik anlayışı, hudutların geçirimsizliÄŸi ve homojen bir ulus inÅŸa etme istek ve çabasını; ulusal kültür ve ulusal kimliÄŸin inÅŸa imkanlarını aynı zamanda dönüÅŸtürmekte, içlerini boÅŸaltarak bunları anlamsız hale getirmekte. Dolayısı ile ulus-devlet ve onunla iliÅŸkili bulunan bir çok "unsur" artık ÅŸimdilerde ulusal hudutlar içinden çok, küresel ölçekte ifadelendirilmekte; sözgelimi küresel kültür, küresel toplum, küresel siyaset, küresel hukuk, küresel ekonomi gibi yeni kavramlarla karşılanmakta; ekonomik cihetten artık çok uluslu ÅŸirketlerin egemenliÄŸinden bahsedilmektedir. Tabii ki bu durumda önce klasik "toplum" kavramı ve toplum tahayyülü; sonra da hakim "sosyal/siyasal bilim" anlayışında bir mahiyet deÄŸiÅŸimi kaçınılmaz görünüyor. Bunun yanında ulus-üstü bir hukukun yaygınlık kazanması; ulus-devletin mecburen kendini, vatandaşını ve kendisiyle vatandaşı arasındaki iliÅŸkilerini yeniden tanımlamak ve düzenlemekle karşı karşıya bırakıyor.
 
Bu durumda küreselleÅŸmenin giderek dünyanın kendi kendine iÅŸleyen bir düzen halini aldığını çaÄŸrıştıran anahtar bir kavram olmaya baÅŸladığı görülmekte. Büyük çoÄŸunluÄŸu içinde fertler ve toplumlar bu özerk statü kazanmış "yapının" dışında kalmak istememektedir. Daha sonra deÄŸinmeye çalışacağımız halde yeri gelmiÅŸken söylememiz gerekir ki; Müslümanlardan önce, Ä°slam; bütün haÅŸmetiyle bu "yapının" dışında durmakta; bu yüzden de küreselleÅŸmenin sahipleri onu ve "taraftarlarını" tehdit kategorisi içinde deÄŸerlendirmektedir. KüreselleÅŸme dışarıdan gelen ve müdahale edilmesi mümkün olmayan bir süreç; toplumu daha ideal ÅŸekilde yeniden kurucu bir fail olarak anlaşılmakta. Zira bir kısım insanlara göre küreselleÅŸme kader gibi bir ÅŸey; özünde iyi ve eklemlenmesi gereken bir "durum/süreci" temsil ediyor. KüreselleÅŸmeyi kutsama eÄŸilimindeki bu tutumlar; küreselliÄŸin yapmış olduÄŸu ve çok masum gibi görünen "evrensel-tikel" yada "küresel-yerel"gibi ayırımlardan birini kabul etmek gerektiÄŸine vurgu yaparak, insanları bir dayatma ile karşı karşıya getirmekte. Halbuki bu ayırımlamalar bizzat küreselliÄŸin inÅŸa ettiÄŸi kategoriler olarak, zorunlu bir tahlili gerektiriyor. Aksi halde küreselliÄŸin kendisiyle beraber getirdiÄŸi olumsuzlukları ve gerilimleri görmek, alternatif yaklaşımlara kapı açmaya mani olmakta; dolayısı ile küresellik iki kutup arasında bir tercih yapmak olarak anlaşılmaktadır.
 
Öte yandan küresellik, fert ve topluma "raÄŸmen" kendini kabul ettiren bir süreç olarak anlaşılmakta. Bunun altında yatan sebebin büyük nisbette hakim toplumsal kültürün kendisiyle alakalı olduÄŸunu söylemeliyiz. Åžüphe yok ki küreselleÅŸmeye hız kazandırdığı gibi, esas önemlisi insanların zihinlerinde onu geri döndürülemez olarak gösteren, buna inandıran bilimsel bilgi, teknolojik geliÅŸmeler ve bunların yaygınlaÅŸmasıyla oluÅŸan kültürel ortamdır. Bu ortam geleneksel deÄŸerlerin/kültürlerin direnç gösterme ve alternatif kapasitelerini kendi kodları içinde dönüÅŸüme uÄŸratmaktadır. Bunun yanında tahayyül dünyamıza hakim zihniyet yapısı, küresel durumu tahlil etme hususunda yeterli imkan sunmadığı gibi, bu türden bir çabayı da farklı ve sahici olmayan hedeflere yönlendirmekte. Bu sebeple modern bilginin küreselleÅŸmeye baÅŸlangıç yapan ve yol açan özelliÄŸini ve gücünü burada hatırlamamızda fayda bulunuyor.
 
Günümüzde sürmekte ve yakın gelecekte vuku bulması muhtemel deÄŸiÅŸikliklere kısmen deÄŸindikten sonra; baÅŸta sormamız gereken soruyu ÅŸimdi sorabiliriz: Nedir küreselleÅŸme? KüreselleÅŸme, teknolojik/enformatik bir süreç midir; sermayenin, emeÄŸin, tüketim nesnelerinin dünya ölçeÄŸinde sirkülasyonu mudur; çok-uluslu sermayenin/ÅŸirketlerin kurduÄŸu sömürü evreni midir; yeni bir sömürgecilik biçimi midir; belirli bir bilgi biçiminin dünyada hakim duruma gelmesi midir; dünyadaki bütün toplumların aynı/ortak bir hayat ve yönetim tarzı altında bir araya toplanma süreci midir; ve acaba küreselleÅŸme yeni bir tür hegemonya ve sömürü içermekte midir?
 
IV
 
Yeni bir dünya tasavvuru olarak küreselleÅŸme, anlaşılmakta olanın aksine; bir çok farklı dinin, kültürün, medeniyetin; siyasal, sosyal, ekonomik unsurun veya farklı ırkların kendi özelliklerini koruyarak bir arada yaÅŸamaları olarak anlaşılamaz. EÄŸer iÅŸ böyle olsaydı bu tarz bir siyasal/sosyal varoluÅŸa tarihte sıkça rastlanmakta; insanlık tarihinin buna hiç de yabancı olmadığını biliyoruz. Ä°mparatorluklar düzeyinde rastladığımız bu türden bir varoluÅŸu, küresellikten ayıran önemli özellik; kendi hayat biçimlerini her ÅŸeye raÄŸmen yaÅŸayarak muhafaza ettiklerini, birlikteliÄŸin-eÄŸer gönüllü katılım söz konusu deÄŸilse-klasik hegemonya temelinde gerçekleÅŸtirilmiÅŸ olmasıdır. Burada her toplumun/topluluÄŸun kendi asliyeti içinde varlığını sürdürdüÄŸü görülmekte. Ne var ki küreselleÅŸmeden bahsettiÄŸimizde, diÄŸer bir ifadeyle küreselleÅŸmeyi tarihte gerçekleÅŸmiÅŸ olanlarla mukayese ettiÄŸimizde, her ÅŸeyden evvel onu diÄŸerlerinden kökende ayıran önemli bir sebep bulunmakta. KüreselleÅŸme, elbette ki ulusların, dillerin, kültürlerin, dinlerin veya hayat biçimlerinin yok olması, ortadan kalkması deÄŸildir. Tersine, bunlara asliyetlerini kazandıran aralarındaki sınırların çözülmesi: kendi gerçekliklerinden, içleri boÅŸalarak bir "karışım" lehine bu sınırların erimesidir. Karışımla meydana gelen unsuru, bir "melezleÅŸme"; bunların kendilerine ait hakikatin ekseni olamayacak ÅŸekilde dönüÅŸüme uÄŸraması olarak nitelendirebiliriz. Televizyon gibi kitle iletiÅŸim araçları; eskisinden farklı bir mahiyet taşıyan yeni kamusallık ve tüketim dünyası gibi "yurtsuz" bir uzamda var oluÅŸ ya da dolaşım hali, bu deÄŸerlerin kendilerine ait anlamın tekrar harekete geçmesine imkan vermemekte. Åžüphe yok ki bu, küreselliÄŸin öngördüÄŸü ve kendine has deÄŸiÅŸim biçimine iÅŸaret etmekte.
 
Aslında, kendi klasik anlaşılma biçiminin aksine deÄŸiÅŸim, modern zihniyet yapısının belirleyici boyutunu ifade eder; zira modern düÅŸünce hep "ÅŸimdi"ye yaptığı vurguyla deÄŸiÅŸimi kendisi için temel yapmış, onunla anlam ve meÅŸruiyet bulmuÅŸtur. Bu zihniyet dünyası içinde idealleÅŸtirilmiÅŸ bir "deÄŸer" olarak deÄŸiÅŸim, bütün insanların mutlak anlamda uyması gereken bir süreci temsil etmekte, Zira modern sistem baÅŸta bilgi olmak üzere ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve teknolojik düzlemde deÄŸiÅŸimin kendisi ve onun hasıl ettiÄŸi "gerilim" içinde gücünü ve varlığını sürdürür. Günümüzün küresel kültürü içinde bu deÄŸiÅŸim anlayışı artık yeni bir nitelik kazanıyor; yeni niteliÄŸi hakim bütün deÄŸerlerin içini boÅŸaltmakta. DeÄŸiÅŸim ÅŸimdilerde yeni muhtevasıyla bütün dünyayı kuÅŸatmış olarak, sürekli bir hal almakta. Ekonomik, siyasi, kültürel bütün sistemler bu yüzden ulus-devlet sınırlarını aÅŸarak homojenleÅŸmekte ve bir bütünlük içine girmekte.
 
Dünyada giderek yaygınlaÅŸmakta olan kitle iletiÅŸim teknolojileri hem belirli bir bilgi türünü hem de belirli bir hayat tarzını bütün dünyada yaygınlaÅŸtırmakta. Bütün toplumları aynı yaÅŸam biçiminin kalıpları içine dökerek ortak bir zihniyet dünyası inÅŸa ediyor. Farklı olan deÄŸerleri kendi standartları içine alarak yeniden anlam kazandırmakta. Bu standartlar içinde kendilerine ait "yerli/yerel" deÄŸerleri üretmekte ve muhafaza etmekte olduklarını zanneden toplumlar, aslında kendi deÄŸerlerinin muhtevasına bu standartların yerleÅŸmiÅŸ olduÄŸunu unutmakta. Standartlar her ÅŸeyi öngörülen yeni tür deÄŸiÅŸime tabi tutmakta; insanlar kendi yaÅŸam biçimleriyle uyumlu bir hayatı sürdürdüklerine inanırken, hayatın kendine dair ilkelerinin sözü edilen deÄŸiÅŸim tarafından dönüÅŸtürüldüÄŸünü gözden kaçırmakta.
 
Küresellik her toplumun kendine ait hayat kurucu deÄŸerlerini ve bunlara baÄŸlı olarak her toplumsal iliÅŸki biçimini, kendi mantığının öngördüÄŸü tarzda kendi potasında dönüÅŸüme uÄŸratarak yeniden ÅŸekillendirmektedir. Böyle bir mantık temelinde deÄŸiÅŸimi esas alan bir kültürü de aynı zamanda yeni teknolojilerin aracılığıyla bütün dünyada yaygın hale getiriyor. YaygınlaÅŸtırmayla beraber, aldatıcı bir ÅŸekilde, toplumlar kendilerine ait deÄŸerlerin dünya genelinde "görücüye" çıkmış olmasından, yüzyıllık yenilginin yarattığı kompleksten, ÅŸimdilerde memnun görünmekte; bu da onlar tarafından deÄŸiÅŸimi istenir kılmakta ve katılımlarını güçlü bir arzuya dönüÅŸtürmekte. Ne var ki bütün bu deÄŸerlerin aynı zamanda Batılı kodlar içinde yeniden üretime tabi tutuldukları gözlerden kaçmakta; üstelik yeniden üretimle beraber deÄŸerlerin mahiyet olarak izafileÅŸtirildiklerini anlamak giderek zorlaÅŸmaktadır.
 
Bu sebeple küreselleÅŸmeden bahsederken sürecin esas önemli boyutunu teÅŸkil eden iki noktaya deÄŸinmemiz gerekiyor. Süreç, hem yeni tür bir egemenlik ve/veya tahakküm, hem de izafileÅŸtirici özelliÄŸiyle dikkat çekmektedir. KüreselliÄŸin ÅŸüphe yok ki ideolojik boyutunu liberalizm temsil etmekte; fakat bu anlaşılmak istenenin aksine sadece iktisadi olanı deÄŸil; aynı zamanda siyasal, kültürel ve dini boyutları da kapsamaktadır. Bilhassa din(ler)in temsil ettiÄŸi hakikatin "liberalleÅŸtirilmesi" küresel kültürün önemli boyutunu oluÅŸturmakta; bu kültür böyle bir taleple yüklü bulunmaktadır. Bunun yanında liberalizmle tanımlanan klasik egemenlik anlayışından farklı olan; küresel düzeyde siyasi, ekonomik, kültürel baÄŸlamda yeni bir iliÅŸki ve egemenlik biçiminin oluÅŸturulmakta olduÄŸu görülmekte. Bu durumda ulusal egemenlik olduÄŸu kadar; ulusal siyaset, ekonomi ve kültür kullanışsız hale geliyor. Söylememiz gerekir ki bu, vatandaşı olarak ulus-devletin birey üzerindeki iliÅŸkisinden farklı bir özellik taşımaktadır. Bu egemenlik ya da yeni tahakküm türü, iletiÅŸim araçlarının imkanlarıyla bütün toplumların kendilerine ait sosyal ve ailevi yapılarını; buna baÄŸlı olarak kimliklerini köklü bir dönüÅŸüme uÄŸratmakta. Özellikle Müslümanlar cihetinden bu durum küreselleÅŸmenin en önemli boyutunun kültür alanında cereyan ettiÄŸini; sürenin bu yönünün daha çok gündeme getirilmesini gerekli kılıyor.
 
 
Günümüzde akıllı teknolojiler olarak adlandırılan yeni iletiÅŸim teknolojilerinin yaygınlık kazanmasıyla beraber bütün kültürlerin1 mahiyette kapsamlı bir dönüÅŸüme uÄŸradıkları görülüyor. Kültürlerin kendilerine ait iç yapıları, içerdikleri mantık, anlam dünyaları ve taşıdıkları alem tasavvuru deÄŸiÅŸip dönüÅŸmekte; kültürün klasik iÅŸlevi kaybolmakta; buna baÄŸlı olarak ulus ve din ötesinde yeni bir "kültürel evren" oluÅŸmakta. KüreselleÅŸme hem yeni bir kavram olarak kültürün "izafiliÄŸinden", hem de bu temelde homojenleÅŸtirici bir süreçten bahsetmemizi gerekli kılıyor. Bu yüzden küreselleÅŸmeyi, dünyanın bir "bütün" haline gelmesi ve bu ÅŸekliyle yeniden tanımlanmaya ve kavramsallaÅŸtırılmaya çalışması olarak anlamak mümkün görünüyor.
 
Dünya genelinde cereyan eden söz konusu süreci insan ve toplum baÄŸlamında ele aldığımızda; taşımakta olduÄŸu temel hususiyetinin "izafilik/izafileÅŸtirme" olduÄŸu "küresel kültür" kavramı önem kazanıyor. EÄŸer küreselleÅŸme, her ÅŸeyden evvel kültürel bir sürece iÅŸaret ediyorsa; bu süreç içinde Batılı kodlar içinde üretilen ve insanları tektipleÅŸtiren bir süreç olarak Batı dışındaki insanların ve tabii ki Müslümanların "kendi kültürlerini" nasıl yaÅŸayacağı meselesi önemli hale gelmektedir. Kültür kavramının Ä°slam cihetinden fazla bir meÅŸruiyetinin bulunmadığını kaydederek; modernist kültür ve kimlik anlayışının çözülmesiyle, insanların hangi kimlik ekseninde yeniden bir arada tutulabileceÄŸi giderek önemli bir sorun halini almakta. Ulus-devlet temelinde inÅŸa edilmiÅŸ üç önemli unsur olarak kültür, kimlik ve toplumun örgütleme biçiminin bu çözülmeyle beraber; küresellik düzeyinde artık yeni bir kültür, kimlik ve örgütlenme biçiminin inÅŸa edilmesi gerektiÄŸi söz konusu olmaktadır.
 
Burada kültür ve kimlik baÄŸlamında ortaya çıkan ve ciddi sayılması gereken sorunların, küreselleÅŸmenin karşıtlıklar üreterek çözmeye çalıştığını görüyoruz. Bu yeni karşıtlık içeren kategorileÅŸtirmelerden biri "küresel-yerel", diÄŸeri de "evrensel-tikel" ayırımlarıdır. Ayırımlar hem sorunların çözümü, hem de yeni kimlik tanımları cihetinden önem taşımakta. Zira küreselleÅŸme yeni bir felsefeyle beraber kendine entelektüel/fikri düzlemde meÅŸruiyet saÄŸlamaya çalışıyor. Yeni bir felsefi anlayış/tasavvur olarak post-modernizm, bu süreçlerde oldukça önemli iÅŸlev görmektedir. Yeni kimlik tanımlamaları ve yeni bir hakikat anlayışını dünyada yaygınlaÅŸtırmakta olan post-modern felsefe; kültürel görecelik, melezlik, merkezsizlik ve akışkan kimliklerden bahsetmekte. Bununla beraber "kimlik" ve "öteki" meselesinin; melez kültür, farklı hayat biçimlerinin çoÄŸulculuÄŸundan hem bahsetmek imkanı hem de mecburiyeti hasıl olmaktadır. Dünyanın, herhangi bir itiraza mahal bırakmadan devamı için, bu yüzden "çok kültürlülük" ya da kültürel "melezlik" önemli sayılmakta; küreselliÄŸin yaptığı kategorileÅŸtirmeler kültürle alakalı endiÅŸeleri çözmenin imkanı olarak görülmektedir.
 
Sürecin mesafe katetmesi "yerellik" kategorisinin "özgür bir alan" olarak görülmesine sebep olmakta. Ä°nsanlar kendi din ve kültürleriyle iliÅŸkili tarihsel deneyimlerinden getirdikleri birçok deÄŸer ve "alışkanlıklarını" bu kategori içinde muhafaza edebileceklerine; böylece kendilerini bir yere ait ve kimliklerini bir yere baÄŸlı kılmak arzularını gerçekleÅŸtirebileceklerine inanmaktalar. Bu istek onları kendi kültürlerine daha çok sarılmayı doÄŸurmakta; ne var ki bu kültürün, onların muhafazası için ihtiyaç duyduÄŸu kimlik ve benlik duygusunu verebileceÄŸi ise, her zamankinden çok daha belirsiz hale gelmiÅŸ durumdadır. Zira kültürün bu süreçlerde Batılı kodlar içinde mahiyet olarak biçimleniÅŸi küresel, fakat bu kültürün üretimi ise yerel olma özelliÄŸi taşıyor.
 
Küresel kültürün, bilhassa Müslümanlar cihetinden ihmal edilemeyecek önemde bir muhteva taşıdığını söylemeliyiz. Bu kültür öncelikle kendini Batılı/post-modern kodlar içinde üretmekte; kültürel akışın bu sebeple Batıdan, Batı-dışına doÄŸru bir seyir izlediÄŸini görüyoruz. Burada sözü edilen "yerellik" varsayıldığının aksine, kaçınılmaz olarak Batılı/post-modern tarafından belirlenmekte; en azından dışarıdan müdahaleye maruz kalarak meydana geliyor. Ne var ki, yerellik kategorisi içinde kendine yeni bir yer bulduÄŸunu varsayan "yerli kültür" Batı kültürünün "hegemonik" ve "evrensellik" iddiasını saklamakta; böylece söz konusu süreci ve bu sürecin nihai boyutunu güvenceye almış olmaktadır.
 
V
 
KüreselleÅŸme ile beraber bugün dünyada cereyan eden hadiseleri; ulus-devlet ve onun öngördüÄŸü ekonomi, siyaset, toplum, kimlik ve gelecek tahayyülü içinde kalarak anlama ve açıklama çabası gerçekçi ve anlamlı sayılamaz. DiÄŸer bir ifadeyle küreselleÅŸmeyi anlamak, ona karşı alınacak tavır ve gösterilecek muhalefet ulus-devletin imkan ve deÄŸerleriyle mümkün deÄŸildir. Zira günümüzde "gerçeklik" anlayışı olduÄŸu kadar; bilgi ve topluma iliÅŸkin tasavvurlarımız da aşınmaya uÄŸramakta. KüreselleÅŸmeye eÅŸlik eden post-modern felsefenin/kültürün her ÅŸeyi izafileÅŸtiren özelliÄŸi, diÄŸer dinlerinkini olduÄŸu kadar Ä°slam'ın baÅŸta "hakikat" ve "ahlak" anlayışını da izafileÅŸtirmektedir; bunun günümüzde neo-liberalizm olarak ifade edildiÄŸini söylemeliyiz. Bu durum Ä°slam ve küreselleÅŸme meselesini aktüel düzeyde ve teorik baÄŸlamda kapsamlı bir deÄŸerlendirmede bulunmayı gerekli kılıyor. Ancak bundan sonra küreselleÅŸmenin öngördüÄŸü asimilasyona karşı yeni ve zengin tahliller yapabilmek, entelektüel imkanlar üretmemiz mümkün olabilecektir.
 
Meseleye küresellik ve Ä°slam cihetinden baktığımızda; küresellik Ä°slam'dan -eÄŸer hala kendisine muhalefet eden varsa, tabii ki diÄŸer dinlerden de- kendine uyum göstermesini talep etmekte; ya da baÅŸka bir ÅŸekilde ifade edersek, en azından Ä°slam'ın bu süreçlerde kendisine uyum gösterecek yeni bir "tefsirinin" imkanlarını aramaktadır. Böyle bir imkanı bulmanın, küresel iktidarın sahipleri için fazlaca bir öneme sahip olduÄŸunu söylemek mübalaÄŸa sayılmamalıdır. Aksi halde, Batı dünyasının neredeyse tartışmasız bir ÅŸekilde en güçlü kabul edildiÄŸi bir zamanda; Ä°slam'ı, günümüzün dünyasında sorun haline getiren nedir? Sorusunun cevabını bulmakta zorluk çekileceÄŸi açıktır. Bu sebeple sözünü ettiÄŸimiz "tefsir" meselesi, Ä°slam ve küresellik arasındaki iliÅŸkinin günümüzdeki esas boyutunu teÅŸkil etmektedir.
 
Bu durumda Ä°slam ve Müslüman dünyanın küreselleÅŸme karşısındaki tavrı ve ellerinde bulundurdukları imkanları yeniden deÄŸerlendirme zarureti bulunmakta. Bununla beraber her ÅŸeyden önce önemli bir noktaya deÄŸinmemiz gerekiyor: küreselliÄŸin oluÅŸması ve yaygınlık kazanması; aynı zamanda yeryüzündeki toplumların homojen, içinde yaÅŸadıkları fiziksel mekanların benzer hale gelmesiyle birlikte geliÅŸen bir süreç olarak ortaya çıkmakta. Bunun ulus-devlette olduÄŸu gibi, Hıristiyanlığın homojen bir ümmet/toplum kurma ideali ile benzerlik taşıdığını kaydetmeliyiz. Aradaki farklılık cihetinden belirtmemiz gerekir ki, Ä°slam küreselliÄŸin yoÄŸun ÅŸekilde tartışma konusu yaptığı "ben" ve "öteki" meselesini farklı biçimde deÄŸerlendirmektedir. DiÄŸer bir anlatımla Ä°slam'ın "ötekileÅŸtirme" mantığı farklı kabullerden hareket ettiÄŸi için "ötekileÅŸtirdiÄŸi" ile saÄŸlıklı bir iliÅŸkinin imkanlarını sunmakta ve bunu kurup yürütebilmektedir. Bu sebeple kurulan iliÅŸki, Batının kendi tarihsel tecrübesinde görüldüÄŸü gibi asimilasyoncu mahiyete sahip bir iliÅŸki biçimi deÄŸildir. KüreselliÄŸin asimilasyoncu kültür ve talepleri karşısında Ä°slam'ın bu hususiyeti önemli ve gözardı edilemeyecek boyuttadır.
 
Öte yandan eÄŸer Müslümanlar Ä°slam'a "raÄŸmen", küreselleÅŸme karşısında sadece bir "yaÅŸam alanı" talebinde bulunurlarsa; bu, küreselleÅŸmenin bir alt düzey olarak kendisi tarafından tanımlanmış olan "yerellik" kategorisi içinde mütalaa edilecek ve bunun memnuniyetle karşılanacağını söyleyebiliriz. Ne var ki bu tercih aynı zamanda Müslümanlar cihetinden ortaya ciddi sorunların çıkmasına sebep olacaktır. Zira "yerellik" kategorisi Müslüman "toplumların" küreselliÄŸin hegemonik yapısını kabul etmeleri anlamını taşımaktadır. Ä°slam dünyasının parçalanmışlığı bu hegemonik ve dolayısı ile asimilasyoncu süreci kolaylaÅŸtırmakta; bu da küreselliÄŸi temsil eden merkezi her ÅŸeye raÄŸmen rahatlatmaktadır.
 
Ä°slam dünyasının kendi parçalanmışlığı içinde merkezlerden "biri" olmaktan çıkartılmış olması; ÅŸimdilerde küresellik içinde Müslümanların bir "yaÅŸam alanı" aramalarını sahici bir hedef olarak görmelerine sebep olmakta. Fakat bu Müslümanların kendileri için elzem olan çözüm yollarının ve çıkarlarının nerede bulunduÄŸunu görmelerini de aynı zamanda engellemektedir. Ä°slam dünyasının küreselleÅŸme karşısında bir imkan, özgür bir diriliÅŸ alanı olarak kendi "siyasal" ve "kültürel" potansiyellerini bu durum görmesini zorlaÅŸtırıyor. Bunun sebeplerinden birisi, Müslümanların hala soÄŸuk savaÅŸ döneminin varsayımları, kabulleri, kavramları ile deÄŸerlendirme yapmakta olmalarıdır. Bu yüzden post-modern felsefeyle beraber gelmekte olan kültür, siyaset, toplum, ekonomi ve daha önemlisi bilgi ve gerçeklik telakkisi düzeyinde cereyan eden dönüÅŸümlerin deÄŸerlendirilmesinde gecikmeler yaÅŸandığını ve zorluk çekildiÄŸini kaydetmemiz gerekiyor.
 
Åžu da var ki ifade etmeye çalıştıklarımızdan muhtemelen daha önemli saymamız gereken bir baÅŸka hususu burada dile getirmekte fayda bulunuyor: küreselleÅŸme, kendini içinde düÅŸünmemizi saÄŸlayan, hatta bunu neredeyse güvence altına alan bir kültür inÅŸa etmektedir; bunda yeni iletiÅŸim teknolojilerinin "katkısını" gözardı edemiyoruz. Bu kültür Müslümanların zihnini kendinin öngördüÄŸü ilke ve hedeflere göre dönüÅŸtürmekte; her ÅŸeyi izafileÅŸtirmesiyle dikkat çekmektedir. Müslümanlar bu sebeple "kimlik", "çok-kültürlülük" ya da "öteki"yle ilgili siyasetin imkanlarını, küreselliÄŸin/post-modernitenin öngördüÄŸü baÄŸlam dışında düÅŸünme ve tartışmanın yollarını aramaları gerekiyor. Zira sürdürmekte oldukları "modern baÄŸlam" içindeki düÅŸünme alışkanlıkları onları küresel kültür ve siyasete eklemlemekte, giderek asimile olmalarını doÄŸurmaktadır. KüreselliÄŸe eklemlenmenin ele geçirilecek bir özgürlük imkanı ve alanı yaratacağı varsayımı, bu yüzden yanlış bir varsayım sayılmalıdır. Çünkü giderek kendine katılımda bulunduÄŸumuz küresel süreç ve bu sürecin inÅŸa etmekte olduÄŸu zihniyet dünyası geri çevrilebilir olmaktan ciddi ÅŸekilde uzaktır. Sözü edilen zihniyetin meÅŸruluk kazanması, sürecin kendisi için Ä°slam'ı araçsallaÅŸtırmakta, meydana getirdiÄŸi neticeler ise, kendini yeniden üretmesine imkan saÄŸlayan "ürünler" olmaktadır.
 
KüreselleÅŸmeye meÅŸruiyet saÄŸlayan post-modern felsefe; bu türden ürünler elde etmek üzere, dünyadaki her topluma ait deÄŸerlerin, hakikat anlayışlarının, kendi mantığının öngördüÄŸü tarzda "izafiliÄŸe" açılmalarını istemekte. Bu olmadan dünyanın küresel hale getirilmesinin mümkün olamayacağını söyleyebiliriz. Yeni kimlik, kültür, gerçeklik ve toplum tasavvurlarının gerçekleÅŸme ÅŸansının da burada yattığını kaydetmek gerekiyor. Müslümanlar daha farkına varmamış olsalar da; Ä°slam öncelikle küresel kültürün bu izafileÅŸtirici talebini reddetmekte; kendine ait "hakikatin" ontolojik zemininden yeni bir toplumsal gerçeklik inÅŸa edebileceÄŸine iÅŸaret etmektedir. Bunun neticesi olarak küresel sistem karşısında önemli sayılması gereken iki boyutta muhalefet sürdürmekte; küreselliÄŸin mahiyeti göz önüne alındığında bunların önemi daha çok artmaktadır. Sözünü ettiÄŸimiz iki boyuttaki itirazında Ä°slam; önce günümüzün küresel sistemine farklı bir "hayat tarzı"yla, sonra da farklı bir "hukuk sistemi"yle itiraz etmektedir. Toplumsal varoluÅŸ baÄŸlamında bu itirazın önemi ÅŸuradan gelmekte: Ä°slam dışında bugün hiçbir din, ideoloji ve dünya görüÅŸünün bu ikisini birarada insanlara sunma imkanı bulunmuyor. Bir "hayat tarzı" sunan diÄŸer "dinlerin"; "uluslar-arası"nı da kapsayan -dolayısı ile küreselliÄŸin kendine rakip olabileceÄŸi- bir hukuk sistemlerinin bulunmayışı, onları bir tehdit olmaktan çıkarmakta; bu hususiyet ise Ä°slam'ı küresel düzeyde -hatta Müslümanlara raÄŸmen- bir "sorun" haline getirmektedir.
 
Böyle bir süreç ve durum karşısında Müslümanların neler yapabileceklerini tartışmak, kanımca çok daha önemli olmakta. Bu husustaki kiÅŸisel kanaatlerimiz ya da sesli düÅŸünmemizin mecburiyeti ortadadır. Ä°slam'ın bütün insanlara seslendiÄŸini göz önüne alarak; Müslüman, küreselliÄŸin öngördüÄŸü zihniyet ve kültürel melezleÅŸme/izafileÅŸtirmeye karşı; kendi hakikatinin anlam dünyasından hareket ederek, kendisine bu dönemde fazlaca önem atfedilen "kültür"ü, bir hayat pratiÄŸi olarak yeniden tahlil edebilir; buna ciddi bir muhalefet imkanı olarak "sünneti"; üstelik hayatın bütün detaylarında yeniden ihya ederek, sünneti "hayat kurucu" imkan haline getirebilir. DiÄŸer taraftan küreselliÄŸin öngördüÄŸü üretim biçimine Müslümanların imkanları yetmese de, onun öngördüÄŸü tüketim biçimine karşı; meÅŸruiyetini ve kendi rasyonelliÄŸini kışkırtılmış nefislerde bulan bu tüketim biçiminin izafileÅŸtirici ve dünyevileÅŸtirici niteliÄŸini tahlil ve "insani" düzeyde yeni bir "ihtiyaç giderim" biçimini yaÅŸayarak inÅŸa edebilirler.
 
Bunlarla beraber küreselliÄŸin yine insanlar için öngördüÄŸü sosyal örgütlenme tarzı ve "küresel toplum" anlayışına karşı; yeni bir sosyal örgütlenme tarzıyla -insanların biraradalığı olarak- toplumu adalet temelinde yeniden kurarak; hatta Müslümanların bir "ümmet" olduklarını yeniden hatırlayarak, küreselliÄŸe karşı yeni entelektüel imkanlar oluÅŸturabileceklerini söylemeliyiz. KüreselleÅŸmenin belirgin bir süreç ve bir düzen olduÄŸu kadar, aynı zamanda bir belirsizlik ve bir kırılganlık içerdiÄŸini de unutmamamız gerekiyor.
 
Kaynak: Köprü Dergisi / Sayı: 77
__________________________________________________________________________________________________________________
 
1. Kültür kavramının modern döneme ait ve oldukça önemli yere sahip bir kavram olduÄŸunu söylemeliyiz. EÄŸer bu kavram olmasaydı ne ulus-devlete ideolojik bir temel ve meÅŸruiyet, ne de bu devletin vatandaşına kimlik kazandırmak mümkün olamayacaktı. KiÅŸisel kanaat olarak bu kavramın Müslümanlarca kullanılması her zaman ciddi sorunlar doÄŸurmakta; bunun Ä°slam cihetinden baktığımızda rahatlıkla kullanılabileceÄŸini söylemek oldukça zor. Burada geneldeki kullanım alışkanlığından dolayı maksadımızı dile getirmenin bir imkanı olarak kullanıyoruz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.