Sosyal Medya

Cinnetin genelleştirilerek meşrulaştırılması

Muhakeme kaybının yol açtığı olumsuzluk, ancak onun ters-yüz edilmesiyle olumluluğa tebdil edilebilir; yitirilen şey, değerinin yeniden farkedilmesi yoluyla bizzat yitikliğinden bulunmayı tekrar hak edebilir.



Hırstan, hınçtan, kanaatsizlikten, büyüklükten, sömürücülükten, kavmiyetçilikten, mezhepçilikten, iktidarını kaybetme korkusundan, politik rekabetten... baÅŸları dönmüÅŸ yöneticilerin dünyasında yaşıyoruz.
 
Bu yüzden uyandığımız her sabaha “eyvah, üçüncü dünya savaşı mı çıkacak?” sorusuyla baÅŸlıyor, ülkemizin güvenliÄŸine mahsus olarak alınan sınır-içi ya da sınır-dışı hemen her tedbire karşı bozguncuların, içimizdeki satılmışların baÅŸlattıkları yeni kampanyaların saldırılarına maruz kalıyoruz.
 
Hızla deÄŸiÅŸen olayların, internet ve medya ortamından üstümüze boca edilen onca olumsuz kampanyaların etkisinde, giderek durup düÅŸünebilme imkanını da yitirdiÄŸimizden, söz konusu durumları, insan olmak bakımından kendi gerçekliÄŸimizle doÄŸru bir deÄŸerlendirmeye tabi tutamadığımız gibi, onları ait oldukları insani maya bakımından tasnif etmekten ve dolayısıyla tashihe, tamire yönelmekten de yoksun hale geliyoruz.
 
Muhakemenin kaybı olarak özetleyebileceÄŸimiz bu sonucun, mahkeme tutkusunu beraberinde getirdiÄŸi ise malumdur. Çünkü, Sokrates’in söyleyiÅŸiyle, “mahkemelerde hiçbir zaman kimse hakikatlerle ilgilenmez, herkes ikna edici olanlarla ilgilenir.”
 
Muhakeme, “Bir konuyu dikkatle inceleme, iyice düÅŸünme, akıl süzgecinden geçirerek karar verme; bilinen ve kabul edilenler üzerinde düÅŸünüp gerekli incelemeleri yaparak yeni yargılara varma iÅŸi, akıl yürütme”dir (Misalli sözlük).
 
Sosyal medyadaki iÅŸleyiÅŸe bakarak söyleyecek olursak, oradaki mahkemede herkesin kendisini cezalandırma heyetinden sayması, önceden kesinleÅŸtirilmiÅŸ bir hüküm doÄŸrultusunda iknaya memur olarak davranması ve bu minvalde infaza kalkışması ancak muhakemenin kaybıyla açıklanabilir.
 
Gerçekte ise muhakemenin kaybı, bir cinnet halidir ve buna maruz kalanların, toplumun selameti bakımından, muhakemelerini yeniden kazanıncaya kadar tecrit edilmeleri gerekir.
 
Bu noktada, sosyal medyanın toplumu temsil ettiÄŸini var saymak en büyük tehlikedir, zira bu varsayım cinnetin genelleÅŸtirilerek makulleÅŸtirilmesini beraberinde getirir, diÄŸer bir söyleyiÅŸle toplumun tümü cinnette ortak hale gelirken, yazmızın başında zikrettiÄŸimiz yönetici tiplerinin varlığı da bir kadere dönüÅŸür: Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuÅŸtur. Bu buluÅŸta, toplumun mu yöneticiye, yoksa yöneticinin mi topluma tencere ya da kapak olduÄŸunun hiçbir önemi yoktur.
 
Bizim açımızdan asıl önemli olansa, yukarıda zikrettiÄŸimiz ÅŸekliyle maruz kaldığımız (deÄŸerlendirme yoksuluÄŸu, düÅŸünme güçlüÄŸü vb.) olumsuzlukların kapımızı aşıp, hepimizi içine çekmeye baÅŸladığı bu süreçten, ilk etapta korunmanın ve devamında kurtulmanın imkanlarını bulmaktır.
 
Bu manada aklımıza ilk gelen, sosyal medya ortamında yer almamaktır. Bu korunma bakımından uygun görülse de, kurtulmaya bitiÅŸik olmadığı sürece yetersizdir. DiÄŸer bir söyleyiÅŸle, bu yolla korunma, bizi bir süreliÄŸine selin dışında tutar ama seli ortadan kaldırmadığı gibi, onun bizim seyrettiÄŸimiz yere eriÅŸmesini de engellemez.
 
YaÅŸadığımız hayatın ÅŸartlarınca kuÅŸatıldığımıza, modernleÅŸme terimiyle makulleÅŸtirmeye çalışsak da teknolojinin esaretine tabi olmaktan kaçınamayacağımıza göre, mezkur ÅŸartları insanileÅŸtirebileceÄŸimiz, teknolojiyi esaret nesnesi olmaktan çıkartıp, yararlılık esasına tabi kılabileceÄŸimiz bir yol ve yönteme muhtacız.
 
Muhakeme konusu burada da öne çıkmaktadır zira, muhakeme kaybının yol açtığı olumsuzluk, ancak onun ters-yüz edilmesiyle olumluluÄŸa tebdil edilebilir; yitirilen ÅŸey, deÄŸerinin yeniden farkedilmesi yoluyla bizzat yitikliÄŸinden bulunmayı tekrar hak edebilir.
 
Buna mahsus bir gayreti, felsefenin içinden baktığımızda Delfi’deki Apollan tapınağının giriÅŸinde yazılan “kendini tanı” düsturundan baÅŸlatabileceÄŸimiz gibi, “kendini bilen Rabbini bilir” düturundan baÅŸlatmak da mümkündür. Çünkü hakikat daima birdir ve özü itibariyle deÄŸiÅŸmez, ancak ÅŸekli itibariyle deÄŸiÅŸebilir.
 
Kendini tanıma, bilme cihetinden muhakeme etmek, ÅŸeylerle olan iliÅŸkilerini muhakeme etmek, diÄŸer bir söyleyiÅŸle baÅŸkasının, ötekinin varlığını farketmek ve kendini onlara göre konumlandırmaktır. Bu konumlandırma her durumda, nefs yoluyla nefisleri tanımaktır.
 
Tasavvufun nefs terbiyesinden iÅŸe baÅŸlaması, ilk mutasavvıfların eserlerini nefs hakkında vermeleri bu bakımdan çok önemlidir.
 
Söz konusu metinlerde, “Kendi nefsin için yapılmasını istemediÄŸini, sen baÅŸkasına yapma” düsturunun ortaklaÅŸa iÅŸlenmesi, hangi nedenle ve ÅŸekilde kurulmuÅŸ olursa olsun sair mahkemelerde ÅŸu ya da bu yönde taraf olmama deÄŸil, öncelikle bulunmama tercihini beraberinde getirir.
 
 
 
Müellif: Ömer Lekesiz / YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.