Diğerlerinden daha kullanışlı bir fobi: İslamofobi
Follow @dusuncemektebi2
Pazarlama tekniği bir dönem siyahlara karşı kullanılandan farklı değil: “Bize benze, kuralları kabul et, batı eksenli sisteme boyun eğ. Yoksa seni yok ederim.”
Fobi" psikolojide insanın bir nesneden ya da bir olgudan şiddetli biçimde korkması ve olağan dışı endişe hissetmesi olarak açıklanır. Çoğunlukla irrasyonel bir temele dayanan bu aşırı endişe hâli kişiye mahsustur ve bazı psikolojik sebeplere dayanır. Korku duyulan şey çoğu zaman zararsızdır.
Mesela hidrofobi sudan, klimakofobi merdivenden, zoofobi hayvanlardan korkmayı ifade eder. Bu tür vakalarda ne su, ne merdiven ne de hayvanlarda kusur aranır çünkü klinik fobilerde korkulan şeyin "korku duyulmaması gereken masum olgular" olduğu kabul edilir. Ama nedense İslamofobide bu gerçek hep göz ardı atlanır.
Göz ardı edilir çünkü İslamofobi'yi diğer fobilerden ayıran bir diğer özelliği de son derece "kullanışlı" olmasıdır. Dünya coğrafyasının tamamında rahatlıkla uygulanabilir. Kadın haklarının, ifade özgürlüğünün ya da sekülarizmin arkasına saklanarak farklı inançları toplumda kabul görecek şekilde dışlayabilirsiniz çünkü Batı'da "İslâm karşıtlığı" size toplumda pozitif çağrışımları olan bir ambalajla ırkçılık yapma şansını tanır. Öyle salt bir önyargı ya da bilgisizliğin değil; hesaplanarak üretilmiş bir hegemonya ideolojisinin ürünüdür.
Artık herkesin "ötekisinin" Müslümanlar olduğu bu çağda, İslamofobi Müslümanlara yönelik sadece bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aşmış durumda. Okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokaklarda Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir "düşmanlık" hâlini aldı.
Normalleşmiş bir ırkçılık türü
Bugün, İslamafobi Avrupa'da normalleşmiş bir ırkçılık türü oldu. Yetmedi, ete kemiğe büründü. Hollanda'da Özgürlük Partisi (PVV), Fransa'da Ulusal Cephe (FN), Almanya'da Almanya için Alternatif Partisi (AfD) olarak karşımıza çıktı.
İslam karşıtı söylemleri ve doğrudan Müslümanları hedef alan politika tarzlarıyla serbest bir şekilde siyaset yapıyor, toplumlarını Müslümanlara ve diğer yabancılara karşı radikalleştirmeye devam ediyorlar.
Bunu yaparken kullanılan pazarlama tekniği bir dönem siyahlara karşı kullanılandan farklı değil: "Bize benze, kuralları kabul et, Batı eksenli sisteme boyun eğ. Yoksa seni yok ederim."
Avrupa'da kılık değiştiren bu yeni ırkçılığın motivasyon kaynağını Müslümanlarda aramak yersiz. Ne siyahlar beyazlardan daha kirli, ne de Müslümanlar diğerlerinden daha saldırgan.
Bu, yalnızca beyazın kendi üstünlüğüne delil olarak yarattığı bir fantezi. Çünkü ırkçılık hiçbir zaman maruz kalan insanlarla alakalı olmamıştır. İnsanlar eşittir ve eşitlik özgürlük ister.
Peki, öyle mi? Avrupa'nın tam göbeğinde, dünyaya laiklik ihraç eden Fransa'da 2004'te başörtülü öğrencilerin devlet okullarına devamına yasak getirildi. 2010'da kamuya açık yerlerde peçe takılmasını yasaklayan ve burka tarzı örtüyle yüzünü tamamen kapatarak sokağa çıkanlara cezayı öngören yasa yürürlüğe girdi.
2016'da "burkini yasası" genişletilerek Fransa plajlarında "haşema" giymek de yasağa dâhil edildi. (Rahibelerin inançlarına uygun "tesettür" kıyafetleriyle denize girmesi ise tabii ki yasağa dâhil değil.)
"İslamsız Müslüman kimliği"
Geçtiğimiz günlerde ise "başörtülü annelerin, ilkokul çağındaki çocuklarına okul gezilerinde eşlik etmesini yasaklayan yasa" kabul edildi. Bu yasal düzenlemelerin her birinin elbette "liberté, égalité, fraternité" (Özgürlük, eşitlik, dayanışma) sloganına yakışır sebepleri vardı(!): "Fransa Cumhuriyeti'nin laik ve ahlaki değerlerini korumak…"
Oysa Fransa'da havuza ve denize çıplak giren natüralistlerin sayısı, haşema ile girenlerin sayısından kat be kat daha fazla. Üstelik İslamofobik saldırılara maruz kalanların yüzde 94'ü kadınlar.
Ama bunların hiçbiri Fransız yetkililerin yasakları "kadın hakları, özgürlük ve çağdaşlık" üzerinden meşrulaştıran yorumlarını etkilemeye yetmiyor. Kimlik krizinden kurtulma arayışındaki Fransa, laiklik ve cumhuriyet gibi değerlerini yaşatma bahanesiyle her seferinde yasakçılığa sığınıyor.
Fransa'nın en genç milletvekili unvanına sahip Marion Marėchal Le Pen bir röportajında şöyle diyor: "Fransa Hristiyan toprağıdır. Hristiyan geleneklerimiz vardır. Bazı yurttaşlarımız Müslümanlığı tercih etmişlerse de onların da bu geleneklere uygun davranmaları ve buna uygun bir yaşam tarzı sürdürmeleri gerekir. Jellaba giymek, başörtüsü takmak, sakal bırakmak, öyle katedral gibi camiler yapmak olmaz."
Bu kadarla da kalmıyor aşırı sağcı Le Pen ve Müslümanlara "ayar" vermeye devam ediyor: "Biz ne yiyip içiyorsak, siz de onu yiyip içeceksiniz. Ayrıca meşhur Reims Katolik ayini yapılırken duygulanmayan, Bastille Kalesi'nin zaptını kutlamayan Fransız olamaz. İşte, Müslümanların radikal İslam'la aralarına çizgi çekmeleri ancak böyle mümkün olabilir."
İşte böyle "İslamsız Müslüman kimliği" yaratma isteği bugün tüm dünya Müslümanları için zor bir sınava dönüşmüş durumda. İslam'ı Müslümanların, Müslümanları da insanlığın sırtına "kurtulmak gereken bir yük" olarak yüklemeyi amaçlayan bu politikalara en güzel cevabı ise Hz. Ali veriyor: "İnsanlar ikiye ayrılır: Ya dinde kardeş ya da insanlıkta eştir."
Yerli islamofobi
Batı dünyası dışında kalan Müslüman toplumların modernleşme süreçlerinde tepeden inme, katı laik bir çizgiyi benimsemeleri nur topu gibi bir "öteki" yarattı: Dindarlar.
İşte bu yüzden İslamofobi, artık sadece Müslümanların azınlık olduğu ülkelerin değil, Müslümanların çoğunluk olduğu ülkelerin de bir sorunu.
"Yobazlık, gericilik, medeniyet düşmanlığı" gibi birtakım klişelerin yıllar boyunca hep Müslümanlara atfedildiği ülkemizdeki İslamofobi'den bahsetmesek her şey biraz eksik kalır.
Başörtülü kızların toplumsal statüsünün bir rejim sorunu hâline geldiği o korkunç günlerin üzerinden kaç yıl geçti ki? Kapanan ikna odaları, nefret dolu kötü kalplerde başka bir kapıyı araladı: İslam düşmanlığı.
Kendi fikrini dayatarak diğer grupları tahakküm altına almaya alışan o vesayet rejiminin bekçilerini durdurmak pek de mümkün değil. Bazen yolda yürüyen gencecik kızların başından zorla örtüsünü çekiştiriyorlar; bazen dindar bir bireyin yaşadığı tekil negatif bir olayı bütün dindarlara mal ederek müthiş bir ötekileştirme kampanyası yapıyorlar. Hele sosyal medyada hâkim olan nefret dili, Avrupa'dan çok da farkı yok.
Yıl 2019… İnandığı gibi yaşamak isteyen her kadın, maruz kaldığı bir şiddet hikâyesini taşıyor yüreğinde. Fransa'da da böyle, Türkiye'de de...
Müellif: Elif Şahin Keleş / Lacivert Dergi-Ocak 2019
Henüz yorum yapılmamış.