Sosyal Medya

Devlet, şiddet, terör ve eğitim sloganları

Bir antichrist modeli olarak –kimler eliyle beslenilip geliştirildiği pekala bilindiği halde dillendirilmeyen- uluslararası terör örgütleri son derece elverişlidir. Onun karşısında Aydınlanma döneminden postmodern zamanlara varana değin Avrupa medeniyetinin ürettiği tüm değerlerin Ortadoğu distribütörü olarak melekleştirilen PKK/YPG vardır.



Avusturya’da geçirmiÅŸ olduÄŸum on sene zarfında orta Avrupalı dostlarımızla dünyanın ve dünya siyasetinin ve OrtadoÄŸu’nun genel gidiÅŸatına dair gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz fikir alışveriÅŸlerinde sezinlediÄŸim, ancak adını ÅŸiddet ve iktidar meseleleriyle daha yakından ilgilenmeye baÅŸladıktan sonra koyabildiÄŸim bir his zihnimi meÅŸgul ediyordu. Kendi iç kamusal düzenini demokratik ve hukuki bir temele oturtmuÅŸ, geliÅŸmiÅŸ bir toplumsal refah düzeyine ulaÅŸmış ülkelerin dış politika dizaynında da ÅŸiddetten arınmış olduÄŸuna duyulan aşırı bir güven duygusu söz konusuydu. Bu açık seçik cümlelerle ifade edilmemekte idi elbette. Ancak muhataplarımın bahsi geçen Avrupa devletlerinin dünya kamuoyundan çok da gizli kapaklı olmayan bir takım siyasi cinayet, terör örgütlerine eÄŸitim ve dorudan/gizli silah desteÄŸi verme gibi faaliyetlerini duydukları zaman gösterdikleri doÄŸal ÅŸaÅŸkınlık bu düÅŸüncelerini ele vermekteydi. Bu samimi bir güvendi ÅŸüphesiz, özellikle ikinci dünya savaşı sonrası –özellikle Almanya’da ve Avusturya’da- inÅŸa edilen yeni toplum düzeninde yetiÅŸen akademisyen nesiller devlet ile çok sıkı bir özdeÅŸlik kurmuyorlardı, yani duydukları ÅŸaÅŸkınlık bir kusuru gizleme çabasından kaynaklanmamaktaydı.
 
 
Akademik körlük
 
Bununla birlikte söz konusu devletlerin Kuzey Irak’taki faaliyetleri, Suriye meselesinde terör örgütlerine doÄŸrudan silah yardımı ve eÄŸitim desteÄŸi saÄŸlayarak doÄŸrudan taraf olmaları gibi sarahaten bilinen meseleleri ÅŸaÅŸkınlıkla karşılamış olmaları bugün aklıma ÅŸu soruyu getirmektedir: Noel pazarlarında sakin sakin sıcak ÅŸarap içen insanların vatandaşı oldukları ülkelerin koca koca beton binaları çocukların üstüne yıkamayacağına, vekalet savaÅŸlarında terör örgütlerini modern silahlarla teçhiz edemeyeceÄŸine yönelik bu güçlü güven nereden gelmektedir?
 
Ä°kinci Dünya Savaşı sonrası yaÅŸanan restorasyon dönemi söz konusu ülkelerin siyasetini olduÄŸu kadar akademik camiasını da temelden dönüÅŸtürdü. Ülkelerinin ÅŸiddet konusundaki sterilliÄŸine inanan insanlar restorasyon sürecinde geçmiÅŸtekinden farklı ilkeler etrafında yeniden örgütlenen bir toplumun içinden çıkmıştı. Bu ülkelerin kendi kamuoyunda restorasyon sürecinin baÅŸarıyla tamamlandığına ve sürecin artık militan demokrasi yoluyla rayına oturtulmuÅŸ olduÄŸuna dair var olan kanaat, bu ülkenin bir daha demokratik hukuk devleti çizgisinin sınırları dışına çıkmayacağına yönelik sınırsız güveni beslemektedir. Bu kabul günümüzde enteresan bir akademik körlüÄŸe neden olmaktadır. Bu körlüÄŸün tesirlerini siyaset bilimi alanında doktora yapmış ÅŸahıslarda bile sıklıkla gözlemlemek mümkündür. Mesela Almanya’nın yurtdışı operasyonları, kitlesel provokasyonları, terör örgütlerine dolaylı yolla silah yardımları gündeme geldiÄŸinde sanki bir üçüncü dünya ülkesinin ücra bir köÅŸesinde gerçekleÅŸmiÅŸ ve daha önce duyulmamış bir olaydan bahsedilmiÅŸ gibi gözler fal taşı gibi açılmaktadır. Bu tavır “benim de kulağıma çalında ama tüm denge unsurlarının girift hale geldiÄŸi bu dünyada bu mesele siyasi bilinçaltımın iÅŸime gelmiyor“ ÅŸeklinde bir denkleme oturtulabilecek türden bir yaklaşım deÄŸil. Zira yukarıda da vurgulamaya çalıştığımız gibi kimliÄŸini devlet ile çok fazla özdeÅŸleÅŸtirmiÅŸ bir kuÅŸak –tüm emellerini devletin siyasi programına endekslemiÅŸ bir grubu hariçte tutarsak- deÄŸildir söz konusu olan. Dolayısıyla “iÅŸime gelmiyor“ tarzı yorumların olabileceÄŸine ihtimal vermekte zorlanıyoruz.
 
Ä°çeride çoÄŸulcu ve demokratik bir temelde örgütlenmiÅŸ ülkelerin müdahil olduÄŸu ÅŸiddet olayları ezkaza ortaya çıktığı durumlarda bahsi geçen sterilliÄŸe duyulan itimadın sarsılmaması için durumun realist bir okumasını yapmayı tercih etmek yerine muhtelif meÅŸruiyet kazandırma mekanizmaları devreye girmektedir. Bunlardan bir tanesi –özellikle iç siyasette- cinayet, yaralama ve benzeri ÅŸiddet olaylarını marjinal ve radikal gruplara mal ederek vahim olaylara bir “istisnailik” atfetmektir. DehÅŸetengiz olaylar belirli aralıklarla sürekli vuku bulsalar da bu istisnailik etiketi ortadan kalkmamaktadır. Sorumluluk evin kötü çocuÄŸuna yüklenip mesele zihinlerde halledilmektedir. Oysa rasyonel düÅŸünce bize ÅŸeffaf örgütlenmiÅŸ ve kurumları birbiriyle uyumlu çalışan, geliÅŸmiÅŸ devlet aygıtlarına sahip ülkelerde devletlerin radikal grupların aldığı her nefesten dahi haberi olduÄŸunu söyler.
 
Antichrist modeli
 
Ä°kinci bir meÅŸruiyet mekanizması ise –bu daha ziyade dış siyasetle alakalı meselelerde gündeme gelmektedir- bir güruhun ÅŸeytanlaÅŸtırılması ve/veya melekleÅŸtirilmesi ÅŸeklinde ortaya çıkmaktadır. Elbette bu durumda da her türlü rasyonel düÅŸünce ve uluslararası hukuk ilkeleri devre dışı bırakılmaktadır. Mesela bir antichrist modeli olarak –kimler eliyle beslenilip geliÅŸtirildiÄŸi devletleri yöneten dar kadrolar tarafından pekala bilindiÄŸi halde dillendirilmeyen- uluslararası terör örgütleri son derece elveriÅŸlidir. Onun karşısında Aydınlanma döneminden postmodern zamanlara varana deÄŸin Avrupa medeniyetinin ürettiÄŸi tüm deÄŸerlerin OrtadoÄŸu distribütörü olarak melekleÅŸtirilen PKK/YPG. Elbette bu iÅŸi kotaranlar nabza göre ÅŸerbet vermesini iyi bilmektedirler, çocuk yaÅŸtaki kızların zorla militan hale getirilmiÅŸ olmalarını zerre kadar umursamadan feminizm kartını oynayarak YPG belgeselleri dolanıma sokulmaktadır. Otuz sene buyunca katledilmiÅŸ onlarca insan Almanya yahut Fransa vatandaşı olmadığına göre çetelesini tutmaya çok da gerek yoktur. Elbette meselelerin konuÅŸulduÄŸu jargon da konuya mutabık bir temele oturtulmaktadır. Burada bir parantez açarak asker ölümleri ile sivil ölümleri arasında yapılan manasız ayrımın –bu maalesef viral biçimde Türk medyasının da politik lehçesine sinmiÅŸtir- altını çizme zorunluluÄŸu hasıl olmaktadır.
 
Terör örgütlerinin ve destekçilerinin baktığı noktadan asker ve sivil ölümleri farklı manalar ifade edebilir. Bunun sorgusuzca taklit edilmesi idrak tutulmasından baÅŸka bir ÅŸeyle açıklanamaz. Terör örgütleri için insan ölümleri kan, kemik ve çığlık anlamına gelmez, kuru bir takım sayısal verilerden ibarettir. Asker ve polis hayatları –her ne kadar baÅŸkaları için ölmeyi göze almış olsalar bile/ya da belki de tam olarak bu sebepten- daha deÄŸersiz hayatlar deÄŸildir. Bu meseleden bahsedilirken genellikle sorumluluÄŸun derecesini arttırmak için –yani iyi niyetle- sivil ölümleri ön plana çıkartılsa bile bu tutum son tahlilde terör örgütlerinin diskuruna verilmiÅŸ bir desteÄŸe dönüÅŸmektedir. Esasen vurgulanmak istenen ÅŸey, sivilin ölümünün sıra dışı ve çok kötü bir ÅŸey olduÄŸu iken, karşıt kavramı ile bu anlatı asker ve polisin ölümünün sıradan ve az kötü bir ÅŸey olduÄŸu ÅŸeklinde algılanır hale geliyor. Bu da topraklarında kırk yıla yakındır sürekli terör saldırılarının yaÅŸanmadığı Avrupa’da üniformalıların hedef haline gelmesinin aslında içimizden insanların hedef haline gelmesi anlamına geldiÄŸinin unutulmasına yol açıyor. Bu sebeple PKK terörünü üniformalılara yöneltilmiÅŸ saldırılar olarak normalleÅŸtiren bir anlatı o dünyanın akademik nesillerinden kolaylıkla sadır olabilmektedir. DoÄŸrudan bastırılması muhtemel terörü alttan alta destekleyerek, ÅŸiddetin süresinin uzamasına ve daha fazla sayıda insanın ÅŸiddetten etkilenmesine neden oluyor olmak bu bakımdan bu insanlar açısından rahatsız edici de deÄŸildir.
 
‘Biz dersimizi aldık’
 
Özetlememiz gerekirse mevzuubahis “medeni dünya”nın en büyük siyasal baÅŸarılarından birisi iç politika alanında çok baÅŸarılı, katılımcı ve çoÄŸulcu bir atmosfer meydana getirmiÅŸ olmasıdır. Bu baÅŸarılı dönüÅŸüm ilginç bir biçimde yukarıda resmini çizmeye çalıştığımız körlüÄŸü kuvvetlendiren bir ÅŸey haline gelebildi. Politika için dizayn edilen, yani ilkokuldan baÅŸlayarak eÄŸitim yoluyla ÅŸekillendirilmiÅŸ bir toplum olarak orta Avrupa toplumu, geçmiÅŸin suçunu günahını yüklenmiÅŸ bir bilinçle yetiÅŸtirilmiÅŸ –bilhassa Almanya örneÄŸinde- bireylerden oluÅŸan bir toplum olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla “Biz kendi tarihimizden dersimizi aldık“ söylemi hala cari bir söylem. Bu söylem doÄŸal olarak “Biz o hataları elbette tekrar etmiyoruz, zira ders aldık“ ÅŸeklinde okunuyor. Ancak akademik dünyada kendisine yer etmiÅŸ insanların böyle bir mazereti olması ve bu kabulün akademik çevrelerde de çok kolay ÅŸekilde yayılmış olması hayret edilecek ve kabul edilmeyecek bir ÅŸeydir. Zira bir insanın önüne çıkan engelleri kendi müktesebatıyla aÅŸması beklenir ve süper modernite çağında yaÅŸayan bir akademisyen buna yönelik zengin bir donanıma sahip olmalıdır. Buna karşın söz konusu entelektüellerin de vatandaşı oldukları devletler ile ÅŸiddet arasındaki iliÅŸkiye restorasyon döneminde vazedilmiÅŸ public education sloganları ile yaklaÅŸması bizler açısından sorgulanması gereken ÅŸeydir. Dolayısıyla “Böyle yetiÅŸtirildik, bu ÅŸekilde endoktrine edildik“ gibi bir mazeret kabul edilemez.
 
 
Müellif: Hüsnü Yavuz Aytekin / Star-Açık GörüÅŸ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.