Sosyal Medya

Hamlette modern çağın iz düşümünü bulmak

‘Tarih , Bellek ve Modern Çağda Siyaset’ kitabının yazarı Halil Turhanlı “Carl Schmitt’e göre Hamlet, İngiltere’nin modernizme geçiş sıkıntılarının yarattığı istikrarsızlık ve kararsızlık döneminin bir karakteri” diyor.



Carl Schmitt modern çağın politik kurumlarının, en başta ulus-devletin doğuşunu, bunların niteliğini modernitenin tarihsel anlatılarının dışında, bu anlatılara karşı çıkarak açıklamaya çalışmıştı. Modern politik kurumların eleştirisinde bu karşı anlatıları oluştururken edebiyattan, trajedilerden büyük ölçüde yararlanmıştı. Hamlet or Hecuba bunun bir örneğidir. İtalyan düşünür Carlo Galli, Political Theology and Early Modernity (ed.G. Hammill and J.R.Lupton, University of Chicago Press, 2012) başlıklı derlemede yer alan yazısında Schmitt’in 1956 yılında kaleme aldığı bu kitabının özellikle savaş sonrası yazdıklarını anlayabilmek açısından çok önemli olduğunu ileri sürüyor. Galli’nin derlemedeki yazısı aslında Hamlet or Hecuba’nın İtalyanca çevirisin 1986  yılında yazdığı önsöz. Hiçbir ekleme ve değişiklik yapmadan derlemeye almış. Aradan geçen zamanın yazıyı daha de güncel hale getirdiği kanısında.  
 
Galli, edebi metinlerin Schmitt için ön metin (pretext) niteliği taşıdığını ileri sürüyor. Alman hukukçu modernitenin müphem kökenini, tarihsel olayları, politik kurumları, bunların geçirdiği değişimi de Shakespeare’in intikam trajedisi üzerinden okumaya ve açıklamaya çalışmıştı. Galli’ye göre Hamlet özellikle de Schmitt’in en önemli çalışması sayılan Nomos of the Earth‘deki  tezlerini anlayabilmek açısından büyük öneme haizdir. 
 
Galli’ye göre modern politik kurumların krizini açıklayabilecek ve çözüme kavuşturacak norm ve prosedürler olmadığı gibi yeterli kavramlar da mevcut değildi. Schmitt’in edebi metinlere başvurmasının, onlardan ön metin olarak yararlanmasının bir nedeni de bu yetersizlikti. Schmitt ayrıca modern politik kurumların ve temsilin dünya sahnesinde oynanan bir tiyatro oyunu olduğunu, dramatik sonuçlar doğurduğunu ileri sürüyordu. Krizi ve temsil sorununu Hamlet  üzerinden analiz etme girişiminde bu niteleme de elbette etkili olmuştur. 
 
***
 
1977’de Shakespeare’in klasiğini hayli kısaltan (toplam yedi sayfalık bir metin haline getiren ), Hamletmachine başlığı altında avangard bir oyuna dönüştüren Heiner Müller bir bakıma T.S. Eliot’u izleyerek Hamlet’in esasında  fazla uzun ve kusurlu bir trajedi olduğunu belirtmişti. Müller’e göre Hamlet tematik bir eksenden, ana temadan yoksundu. Shakespeare birçok konuyu ele almak istemiş ve oyun uzamış dağılmıştı. Fakat Müller Hamlet’in neredeyse bütün gücünü bu dağınıklıktan aldığını da ekliyordu. Gerçekten öyle... Tematik eksenin yokluğu ya da gevşekliği Shakespeare’e çağının birçok sorunu hakkında söz söyleme şansı vermiş, hiçbir oyununda olmadığı kadar çağının sorunlarına eğilme imkânı bulmuştu. Hamlet’deki tematik dağınıklık aynı imkânı yorumcularına da tanımıştır. Schmitt’in Shakespeare’i yirminci yüzyılın politik olaylarını açıklayabilmek için güncellemesi bu dağınıklığa çok şey borçludur.  
 
Carl Schmitt Ortaçağ Avrupa’sının düzen ve istikrar sağlayıcı kurumu Katolik Kilisesi’nin modern dönemde etkisizleşmesiyle onun birarada tutmayı başardığı çelişkili güçler arasında çatışmaların baş gösterdiğini, bu çatışmaların Ortaçağ Avrupa’sına yabancı olduğunu ileri sürüyordu. Schmitt ısrarla modern dönemin kurumlarının çelişen güçleri çatışma olmaksızın birarada tutma yeteneğinin bulunmadığını, dolayısıyla modernitenin temelinin zayıf ve politik bir özden yoksun olduğunu vurguluyordu. 
 
 
 
“Politik olan”ı tanımlamak, “Politik olan nedir?” sorusunun cevabını bulmak Schmitt’in can alıcı meselesiydi. O politik olandan esas olarak karşıtlıkların yoğunlaşmasını, karşıtlıklar arasındaki yoğunluk derecesini anlıyordu. Galli, Schmitt’in politik kavramının jeneolojik bir kavram olduğunu belirtiyor. Birarada tutulamayan ve çatışan çelişkileri adlandırmanın yolu. Galli’ye göre Schmitt’in dost-düşman ayrımı da ontolojik bir iddia değil. Peki ne? Schmitt neden böyle net ve keskin bir ayırım yapıyordu? Galli’ye göre Schmitt’in yaptığı bu ayrım modern çağın gereklerinin ortaya çıkardığı ve ortaçağa özgü temsilin eriyip ortadan kalkmasıyla baş gösteren çatışmaların yoğunluğunu açıklamada başvurulan bir ölçüt. Galli bu ölçütü “polemisit” (polemicity) olarak kavramlaştırıyor. Kısacası, modern çağın belirleyici özelliği çelişen güçleri aralarında çatışma çıkmadan birarada tutabilecek bir kurum ve ilkenin bulunmayışıdır. Kilisenin etkisini kaybetmesiyle birlikte complexio da yok olmuştur. 
 
Galli’ye göre Schmitt modern çağda da çatışan güçleri birarada tutacak bir düzen kurulmasının gerekli olduğunu ama aynı zamanda artık böyle bir düzen kurmanın imkânsızlığını, yani mutlak sekülerleşme çağında Kilise’nin etkisizleşmesiyle doğan boşluğu dolduracak bir kurum oluşturmanın imkânsız olduğunu biliyordu. Teorisini bu imkânsızlığın yarattığı gerilimin üzerine kurmuştu. 
 
Schmitt Hamlet’i modern temsilin sınırlılığını, modern politik kurumların güçsüzlüğünü gösteren bir trajedi olarak okumuştu. Hamlet bir kriz ve kararsızlık dönemine aitti. Modern temsilin sınırlılığı aslında trajik sonuçlara yol açan bir sorundu. Bunu bir trajediyle açıklamak uygun bir yoldu. 
 
Temsil krizinde zıtlıklar çatışmaksızın birarada tutulamıyor, uzlaşma sağlanamıyordu. Çelişen güçleri çatışmaksızın birarada tutma güçlüğü ve yetersizliği Hamlet’de de görülür. Shakespeare gerilim üzerine kurulu bir intikam trajedisi yazmıştır. Oyunda birarada tutulamadığı için iç savaşa yol açacak olan çelişkiler ve bunların doğurduğu gerilim vurganır. Schmitt tam da bu nedenle Hamlet’in güncel olduğunu ileri sürer. On yedinci yüzyıl İngiltere’sindeki çatışmaları olduğu denli modern çağdaki temsil krizini, modern temsilin çelişkileri birarada tutma konusundaki kifayetsizliğini anlamamıza katkıda bulunan bir trajedi. 
 
Galli, Alman hukukçunun Avrupa’daki iki büyük savaş sonrası oluşan uluslararası hukuku incelediği, yeni egemenlik alanlarını, bunlar için verilen mücadeleyi ele aldığı, nomos başta olmak üzere düşüncesinin kilit kavramlarını geliştirdiği ve geç dönem eserleri arasında en önemlisi sayılan  Nomos of the Earth başlıklı çalışmasını anlayabilmek açısından Hamlet or Hecuba‘nın büyük önem taşıdığını ileri sürüyor. 
 
Nomos mekânsallığı, mekânla kurulan ilişkiyi, belirli bir toprak parçası üzerine kurulan siyasal düzeni ifade ediyor. Bu anlamda nomos bir düzen kurma süreci, bir halkın belirli bir toprak parçasıyla kurduğu, siyasal birliği oluşturan ilksel ilişki. Schmitt ısrarla böyle bir ilişkinin ve düzenin ancak kara (toprak) üzerinde kurulabileceğini belirtir; çünkü nomos’un ölçüsü mekânsal sabitlik, bu da ancak karada mümkün. Beri  yandan deniz mülkleştirilemez ve bölüşülemez; çünkü sabitliği yok. Dolayısıyla denizde hak iddia etmek meşru olamaz. Karada (toprak) üzerinde sınırlar çizmek mümkündür, oysa deniz açısından bu imkansızdır. Bir başka ifadeyle denizserbest bir mekan. Orada politik bir düzen kurulamaz. Deniz ancak haydutluk, korsanlık alanı olabilir. Schmitt böylelikle İngiltere’nin denizler üzerinde ticaret kapitalizmini geliştirmesini de korsanlık olarak niteliyordu. 
 
***
 
Alman hukukçuya göre nomos siyasetin, siyasi birliğin kurucu unsurlarından. Her siyasal düzen bir nomos’a dayanır. On yedinci yüzyıl başlarında nomos’dan yoksun Elizabeth dönemi İngiltere’si bu yoksunluktan dolayı henüz politik bir birlik ve politik bir düzen kurabilmiş değildi: dolayısıyla da “barbar”dı. Bu yıllar İngiltere açısından yeni bir çağın başlangıcıydı. Aynı zamanda bir kriz dönemiydi. Carl Schmitt bir dönemin kapanışını, yeni dönemin sorunlarını intikam trajedisi üzerinden yorumlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Öldürülen kralın hayaletinin göründüğü, tekinsiz seslerin işitildiği bu ürkütücü trajedi Schmitt’e göre İngiltere’nin modernizme geçiş sıkıntılarını, modern kurumları oluşturmada yaşadığı tereddütleri, bunun yarattığı istikrarsızlığı anlatıyordu. Hamlet bu istikrarsızlık ve kararsızlık döneminin bir karakteridir. İspanyol Armada’sının yenilgiye uğratıldığı 1588 yılından 1688 devrimine kadar olan süre içinde İngiltere devlet inşa etme yolundaydı. Ancak büyük bir sorunla karşı karşıyaydı. Belli bir kara parçasıyla mekânsaldık ilişkisi kurma sorunu vardı. İngiltere denizcilikte ısrar ediyordu. Bütün ekonomisin temelinde denizle kurduğu ilişki bulunuyordu, bu bağ onun siyasal düzenini de etkiliyordu. Sınırları belirlenemeyen denizlerde korsanlık, yağmacılık... Carl Schmitt’in bakışıyla İngiltere’ye özgü olan bunlardı. 
 
 
 
Müellif: Halil Turhanlı / Kaynak: Karar Görüş

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.