Sosyal Medya

Rıdvan Kaya: İdlib'e doğudan bakmak

Düşmanın diliyle konuşanların düşmanın mantığına teslim olması kaçınılmazdır. Nitekim bir sonraki aşamada ‘ılımlı-aşırı’ ayrımı türünden tasnifleme çabalarının da aynı basiretsizlikle içselleştirilmesi durumuyla karşılaşılmakta ve artık Müslümanların ‘Müslümanlar’ tarafından da ‘sorun’ şeklinde algılanmaları hali karşımıza çıkmaktadır.



Esed rejimi ve hamilerinin Ä°dlib’e yönelik saldırı hazırlığı Suriye’nin diÄŸer bölgelerinde ÅŸahit olduÄŸumuz saldırganlık eylemlerinden mahiyet itibariyle hiçbir fark arz etmiyor. Katliam çetesi Humus’ta, Halep’te, Åžam’da, Dera’da sahnelediÄŸi senaryonun bir benzerini burada da icra etmeye hazırlanıyor. Bununla birlikte diÄŸer bölgelere nazaran Ä°dlib’e iliÅŸkin geliÅŸmelerin Türkiye kamuoyunda çok daha ciddi bir yankı oluÅŸturduÄŸuna ÅŸahitlik ediyoruz. Bunun sebepleri var elbette. Ä°dlib meselesinin Türkiye’nin güvenliÄŸi, demografisi ve ekonomisi ile çok yakından irtibatlı olması kaçınılmaz olarak dikkatlerin yoÄŸunlaÅŸmasını getiriyor. Mamafih bu ilginin doÄŸru bir temelde geliÅŸip geliÅŸmediÄŸi sorusu tartışmaya açıktır.

Ä°dlib konusunun Türkiye kamuoyunda ele alınma biçimi Suriye meselesinde bugüne kadarki konumlanmayla birebir paralellik arz ediyor. Genel manada iki tür tutum alış söz konusu. Suriye direniÅŸinde Ä°slami rengin belirginlik kazandığı andan itibaren ideolojik-politik öncelikleri nedeniyle Esed’le saf tutan sol-Kemalist-laik kesim bugün de Ä°dlib’e dönük rejim kaynaklı tehditleri ‘terörle mücadele’ kapsamında haklı, meÅŸru ve desteklenmesi gereken bir operasyon olarak yorumlamakta. ÅžebbihalaÅŸmış kafa yapısının Ä°slami talepleri bu ülkede bastırma konusundaki cehdi düÅŸünüldüÄŸünde Suriye’ye iliÅŸkin olarak da bu ÅŸekilde konumlanmaları hiç ÅŸaşırtıcı deÄŸil! 

DiÄŸer tarafta ise çok genel bir tanımlamayla, Ä°slami camiayı da içerecek ÅŸekilde dindar-muhafazakâr kitlenin ve politik konumlanışları itibariyle AK Parti iktidarına yakın duran kesimlerin bulunduÄŸu söylenebilir. Bu cenah iktidarın tavrına da yansıdığı üzere Esed rejiminin karşısında ve genel manada muhaliflerden yana bir pozisyonda bulunuyor. Ne var ki söz konusu bu geniÅŸ kütlenin Ä°dlib meselesiyle ilgili olarak tam olarak neyi savunduÄŸu hususunda birtakım muÄŸlaklıkların, çeliÅŸik yaklaşımların mevcudiyeti de dikkat çekiyor.

‘Biz’e GetireceÄŸi Muhtemel Zararlardan Önce, Zulme Zulüm OlduÄŸu Ä°çin Karşı Çıkılmalıdır!

Nasıl muÄŸlaklıklardır bunlar ve ne tür çeliÅŸik yaklaşımlara sebep olmaktadır? En temelde sorunu bütünlüklü biçimde tanımlayamamaktan kaynaklanan belirsizlikler söz konusudur. Ve konjonktürel tavır alışları da besleyen bu zaaflı tutum sonuçta Ä°slami ve ahlaki ilkelerin geri planda tutulması ve faydacı yaklaşımların öne çıkartılması türünden ölçüsüzlüklere kapı aralamaktadır.

SomutlaÅŸtıralım! Gerek devlet düzeyinde gerekse de medyasıyla, sivil toplumuyla bir bütün olarak kamuoyundaki tepkiler itibariyle Ä°dlib’e yönelik rejim güçlerinin saldırganlığına hangi gerekçeyle karşı çıkıldığına baktığımızda, Türkiye’ye yönelebilecek göç dalgasından, sınır güvenliÄŸi riskine kadar birtakım gerekçelerin sıkça dillendirildiÄŸini görmekteyiz. Peki, tüm bu gerekçeler haklı gerekçeler midir, ciddi tehditler midir? Kesinlikle! Türkiye devletinin ve kamuoyunun bundan endiÅŸe duyması doÄŸal mıdır? Evet, gayet doÄŸaldır.

Hiç ÅŸüphesiz, Türkiye’ye dönük riskleri nazarı dikkate almak, bunlara karşı duyarlılık geliÅŸtirmek doÄŸaldır, hatta gereklidir ama saldırganlığa sadece bu gerekçelerden ötürü karşı çıkmak zaaflı bir tutumdur. Oysa rejim güçlerinin saldırganlığına öncelikle “Bize ne tür yansımaları olabilir?” mantığıyla deÄŸil, bizatihi saldırganlık olduÄŸu için, mazlumların katledilmesine yönelik bir tehdit içerdiÄŸi için karşı çıkmak gerekir.

Kaygılarımızın Merkezinde Ne Var?

Tam 9 yıldır yanı başımızda kesintisiz süregelen vahÅŸete bir insan olarak net ve kesin bir tavır koymakta acze düÅŸüp, “Bize ne tür maliyetler, sıkıntılar getirir?” mantığıyla yaklaÅŸmanın kendisi hiç ÅŸüphesiz acınılması gereken bir düÅŸünce biçimidir. Ne yazık ki ulusal sınırlarla düÅŸünmeye koÅŸullanmış kafa yapısı farkında olmaksızın insani özünü kaybetmekte, ahlaki ölçülere duyarsızlaÅŸmakta ve mekanikleÅŸmektedir. Bu baÄŸlamda kardeÅŸlerinin yaÅŸadıkları ıstırabı, sıkıntıyı ümmet bilinciyle hissetmesi, paylaÅŸması gereken bazı Müslümanların da öfkelerinden sevinçlerine, kaygılarından umutlarına kadar adeta tüm hislerini ve beklentilerini ulusal zindanlara hapsetmiÅŸ görünmeleri ise çok daha büyük bir acı, tam bir yabancılaÅŸma halidir.

Yazık ki Ä°slami çevrelerin genelinde zaten her zaman ÅŸu veya bu oranda etkisini hissettirmiÅŸ milliyetçilik hastalığının son dönemde daha da ileri düzeylere taşındığına ÅŸahitlik etmekteyiz. Buna bir de giderek etkisini artıran ve adeta tahakküm edici bir tarza dönüÅŸen ‘iktidar merkezli düÅŸünme’, her durumda iktidarın önceliklerini, ihtiyaçlarını, kaygılarını hesaba katarak saf belirleme, konumlanma tavrı da eÅŸlik etmektedir.

Bu durumun etkisi pek çok konuda olduÄŸu üzere, genelde Suriye meselesine ve hassaten son günlerde Ä°dlib gündemine yaklaşım tarzında da kendisini göstermektedir. Ä°dlib’i Ä°slami hareketin ve ümmetin bir mevzii olarak görmek yerine Türkiye merkezli tehdit ya da avantaj kaynağı olarak görmek; burada yaÅŸanabileceklerin sonuçlarını kardeÅŸlik ve adalet bilinciyle tahlil etmek yerine Türkiye devletine, toplumuna olası etkileri üzerinden deÄŸerlendirmek; Ä°slami hareketi, ümmeti, mazlumları doÄŸrudan ilzam eden geliÅŸmeleri münhasıran Türkiye eksenli olarak okumak ve hatta bu zaviyeden bakarak mücadeleyi ve mücahidleri araçsallaÅŸtırmak vs. hep bu sorunlu yaklaşım tarzının sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öyle ki iktidar bir gece HTÅž’yi terör örgütü listesine eklemekte ve buna kimse itiraz etmemektedir. Kimse neden, hangi hukukla ve kim adına diye sormamaktadır. Jeopolitik, reel politik ve benzeri gerekçelerle temellendirilmeye çalışılan ve son kertede Rabbul Âlemin’in rızasını bir kenara bırakıp, egemenleri razı etme, hoÅŸnutluklarını kazanma saikiyle atılan adımların ne tür felaketlere, musibetlere yol açabileceÄŸine dair pek fazla endiÅŸe duyulmamaktadır. Kimi yetkili zevat, ılımlı-aşırı tasnifi ekseninde Suriye’de bazı mücahidleri diÄŸer mücahidlere karşı kullanma, operasyon adı altında mücahidleri birbirlerine kırdırma anlamına gelecek hesaplar içerisine girmekte ve Ä°slami camia bu tür sinsiliklere dönük olarak da herhangi bir tepki verme, ikaz etme, karşı çıkma ihtiyacı hissetmemektedir. Üst düzey isimlerin ağızlarından çıkan, Ä°ran ve Rusya ile birlikte “teröristlere karşı operasyon” yürütülebileceÄŸine dair lakırdılar duymazdan gelinmektedir. Acaba tüm bu tavırlar, tepkisizlikler normal midir, saÄŸlıklı bir bünyenin alametleri midir?   

Yanlış anlaşılmasın, Türkiye merkezli düÅŸünme eÄŸilimine karşı çıkarken Ä°dlib merkezli, Suriye merkezli ya da ümmet coÄŸrafyamızın bir baÅŸka bölgesini merkeze alarak düÅŸünmeyi öneriyor deÄŸiliz. Sadece sahih Ä°slami ölçüler içinde tutum belirlenmesi gerektiÄŸini hatırlatıyoruz. Öyle ki bugün doÄŸru gözüken, Ä°slami ölçülere uygun geliÅŸen tavırlara bakarak tavır sahiplerini merkeze oturtmanın da yanlışlığına dikkat çekiyor; tavır sahibinin deÄŸil, tavrın öne çıkartılmasının, daha doÄŸrusu doÄŸru tavra kaynaklık eden sahih ölçülerin merkeze alınmasının zorunluluÄŸunun altını çiziyoruz. Zaten devletlerin, iktidarların, örgütlerin veya ÅŸahısların tavır ve tutum deÄŸiÅŸikliklerine baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸmeyecek ilkeleri, evrensel ölçüleri olan Müslümanlar olduÄŸumuz gerçeÄŸi de bunu gerektirmiyor mu?

Ölçülerimiz Sahih, Konumlanmamız Net Olmalı!

Yukarıda bahsi geçen sorunun özünde kavram kargaÅŸası, sahih ölçülerden uzaklık ve düÅŸünsel bulanıklık hali yatmaktadır. Bu hal ‘biz’ tanımından baÅŸlayarak her aÅŸamada kendini hissettirmekte, bariz bir biçimde çarpık deÄŸerlendirme ve tavırları beslemektedir. Ve bu duruma baÄŸlı olarak Müslümanlar arasında dahi konu sahiplenilmesi gereken bir dava olarak deÄŸil, ne getirip ne götüreceÄŸine baÄŸlı olarak desteklenecek ya da uzak durulacak bir gündem ÅŸeklinde ele alınmaktadır. Mücadele bilinciyle yaklaÅŸmak yerine, konunun çoÄŸunlukla bir mazlumiyet meselesine indirgenmesi ve acıma duygusuyla imkânlar elverdiÄŸince desteklenilmesi gereken bir dayanışma baÅŸlığına dönüÅŸtürülmesi dayatmalar karşısında rahatlıkla geri adım atılması tavrını da beraberinde getirebilmektedir.

Nitekim son süreçte Rusya’nın dayatmacı tutumu karşısında kestirmeden yenilmiÅŸlik ve acziyet duygusu içerisine girip teslimiyetin formülleri üzerinde kafa yoranların, kendilerince bu doÄŸrultuda öneriler, ‘çözüm yolları’ üretenlerin çokluÄŸu da bu zaaflı ve ezik halin bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya’nın emperyalist saldırganlığını hedef almak yerine, Rusya’nın hedef aldıklarını hedef almak; zalimlere geri adım attırmanın zorluÄŸu karşısında onların imhasına yöneldikleri mücahid grupların geri çekilmesine, hatta tasfiye edilmelerine yönelik ‘çözüm’ler geliÅŸtirmek vb. uÄŸraÅŸlar hep aynı tutarsız yaklaşım tarzının ürünleri olarak gündeme taşınmaktadır.

DüÅŸmanın Diliyle KonuÅŸma Sefaleti

Medyada kalem oynatan pek çok isim, hatta kendilerine ‘Ä°slamcı’ sıfatı yakıştırılan kimi zevat meseleye çarpık yaklaşım tarzının en somut örneÄŸini sunacak bir tarzda Ä°dlib’de karşı karşıya olunan meseleyi adeta ‘HTÅž sorunu’ ÅŸeklinde, hatta açıkça ‘terör sorunu’ ÅŸeklinde tanımlayabilecek kadar ‘kof ve çürük’ bir tutum içindedirler.   

Pek çoÄŸu Ä°dlib’de ne yaÅŸandığı hususunda tam bir cehalet içinde bulunan; aynı ÅŸekilde HTÅž’nin kim olduÄŸu, ne yaptığı, nereden nereye geldiÄŸi hususunda hiçbir nitelikli araÅŸtırma yapmamış; sadece orada burada kalıp ÅŸeklinde tekrarlanan ezberlerden bilgi kırıntıları derleyerek kanaat sahibi olmuÅŸ bazı yazarların, gazetecilerin, siyasilerin tam bir cüretkârlıkla alabildiÄŸine iddialı cümleler kurabildiklerini, ahkâm kestiklerini görüyoruz. Öyle ki kimisi Suriye’de bugüne kadar ne olup bittiÄŸinden dahi tümüyle habersiz tipler hiçbir Ä°slami, insani, ahlaki ölçü gözetmeksizin ve asgari bir tutarlılık kaygısı da taşımaksızın Allah için her türlü zorluÄŸu göze almış ve tam bir fedakârlıkla, adanmışlıkla mücadele eden müminlerin hukukunu tarumar edecek tavırlar sergileyebilmektedirler.

Sapkınlık, tutarsızlık, düzeysizlik çoÄŸu kez daha en baÅŸta kavramsal düzlemde kendini ele vermektedir. ÖrneÄŸin kimler tarafından, hangi maksatlarla üretilip tedavüle sokulduÄŸu bilinen ‘cihatçı’ tanımlaması bu çevrelerde itirazsız tekrarlanmaktadır. Cihad kavramının pejoratif bir yaklaşımla ele alınmasını, tahkir edilmesini içeren; Allah yolunda savaÅŸan müminleri, mücahidleri aÅŸağılamaya yönelik bu tanımlamaya ilk andan itibaren karşı çıkması gereken kimi safdiller basiretsiz bir yaklaşımla duyduklarını tekrarlamakta, dayatılana boyun eÄŸmektedirler.

Sonuçta düÅŸmanın diliyle konuÅŸanların düÅŸmanın mantığına teslim olması kaçınılmazdır. Nitekim bir sonraki aÅŸamada ‘ılımlı-aşırı’ ayrımı türünden tasnifleme çabalarının da aynı basiretsizlikle içselleÅŸtirilmesi durumuyla karşılaşılmakta ve artık Müslümanların ‘Müslümanlar’ tarafından da ‘sorun’ ÅŸeklinde algılanmaları hali karşımıza çıkmaktadır. Elbette kimin ılımlı, kimin aşırı sayıldığı; ılımlılık ve aşırılık tanımlamalarının hangi ölçüler esas alınarak belirlendiÄŸi vb. sorular devreye girmemekte, egemenlerce üretilmiÅŸ kalıplar herkes için uyulması, itaat edilmesi gereken ölçüler ÅŸeklinde zihinlerimizde, dillerimizde ve devamında tavırlarımızda karşılık bulacak ÅŸekilde dayatılmaktadır.

Oysa Sadi-i Åžirazi’nin ÅŸu sözü ne kadar açıklayıcı ve mevcut durumu özetleyicidir: “Kurda göre çoban aşırıdır!” 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.