Sosyal Medya

Abdurrahman Dilipak: Kul Hakkı

Bizimkiler dünya malı için başka vadilere savrulurken, ötekiler bu durumdan ders alıp tevbe etmezler mi? Kim bilir, belki.. Firavun sarayındaki Hz. Musa’ların sayısı, Hz. Lut’un evindeki müminlerden fazla idi!



Hz. Ömer’in adaletinden söz ederiz hep. Hani, kandil ışığında çalışıyormuÅŸ da, bir arkadaşı gelmiÅŸ selâm vermiÅŸ de, Hz. Ömer o kandili söndürmüÅŸ, baÅŸka bir kandil yakmış. Arkadaşı bunun sebebini sormuÅŸ da, o da, söndürdüÄŸüm kandil beytü’l-mâl’e aitti, siz gelince kendi kandilimi yaktım.
 
Biz bu menkıbelerle büyümüÅŸtük.
 
Hani, Hz. Ömer hutbe okurken, cemaatten biri kalkar, ne hutbeni dinler ne de sana itaat ederiz demiÅŸ. Niye diye sormuÅŸ Hz. Ömer. Yani korumaları adamı yaka-paça dışarı atmamış. Adam cevap vermiÅŸ: Görüyorum ki, sırtında yeni bir cübbe var. Ve o kumaÅŸ ganimet olarak ele geçirilenlerdendi. Ben de bana düÅŸen paydan cübbe yaptırmak istedim yetmedi, senin payın nasıl bir cübbe ediyor ey Ömer!
 
Hz. Ömer demiÅŸ ki, “evet benimki de yetmedi, oÄŸlumun payını da ekleyince ancak bir cübbe etti”.
 
Aynı adam, ey Ömer ÅŸimdi söyle. Seni dinler ve emrine itaat ederiz.
 
Hz. Ömer gittiÄŸi her yerde ve gelen kiÅŸi eÄŸer Müslüman deÄŸilse tebliÄŸde bulunuyor, Müslümanca nasihat ediyor, öÄŸüt veriyor. Sorularını cevaplıyor, sorunlarını çözüyor.
 
O, vahiy katibi, Peygamberin yol arkadaşı, AÅŸere-i mübeÅŸÅŸere, veresetül enbiya dediklerimizden.
 
Bir gün hutbe okurken, “kadınlar mihri düÅŸük tutun da evlilikler kolay olsun” der.
 
Ne var bunda. Emirel mü’minin öÄŸüt veriyor. Bu söz üzerine zenci bir kadın ayaÄŸa kalkar ve “Ey Ömer, bu sözünüz konusunda kitapta bir sınırlama yok. Allah kadını muhayyer bıraktı. Peygamber de bize bu konuda bir ÅŸey söylemedi. Siz de bizlerle istiÅŸare ve ÅŸûra yapmadığınız bir konuda bizim hakkımızda hüküm veriyorsunuz” der.
 
Adil Ömer’in cevabı, “Vallahi kadın Ömer’i susturdu” olur.
 
Diyanet Ansiklopedisinde Had maddesinde özet olarak ÅŸu bilgiye yer verilir: Had kelimesi (çoÄŸulu hudûd) sözlükte mastar olarak ‘engel olmak, iki ÅŸeyin arasını ayırmak’; isim olarak “iki ÅŸeyin birbirine karışmasını önleyen ÅŸey, bir nesnenin uç ve kenar kısmı, sınır, tanım” gibi anlamlara gelir. Fıkıhta, Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gereken, miktar ve keyfiyeti nasla belirlenmiÅŸ cezaî müeyyideleri ifade eder. Kelimenin fıkıh ilminde kazandığı terim anlamı, kısmen ‘hudûdullah’ tabirinin Kur’an’da geniÅŸ bir muhteva ile kullanılmış olmasının, büyük ölçüde de had kelimesinin hadislerde oldukça belirginleÅŸen ıstılahî kullanımının sonucudur. Kur’ân-ı Kerîm’de hudûd kelimesi on dört yerde geçer; bunların on üçünde Allah’a, birinde ise (et-Tevbe 9/97) Allah’ın Resulüne indirdiÄŸi vahye izâfe edilir (M. F. AbdülbâkÄ«, el-MuÊ¿cem, “ḥdd” md.). Bu âyetlerde hudûdullah tabiri, (…)  ‘Allah’ın koyduÄŸu hükümler, yasaklar, ölçüler, sınırlar’ gibi anlamlar taşır. Âyetlerin bir kısmında, Allah’ın koyduÄŸu bu hükümlerin yerine getirilmesi ve iyi muhafaza edilmesi (el-Bakara 2/229; et-Tevbe 9/112), bir kısmında da Allah’ın belirlediÄŸi ölçü ve sınırların çiÄŸnenmemesi, onlardan ileriye geçilmemesi (el-Bakara 2/229; en-Nisâ 4/14; et-Talâk 65/1) istenir. (…)” Ve “Haddi aÅŸmak” aynı zamanda cezayı gerektirir. “Had cezası” tanımı da buradan geliyor. “Haddi AÅŸmak” “FahÅŸa” olarak da tesmiye edilir.
 
Bana diyorlar ki, “falanca siyasetçi ya da bürokrat, ÅŸu kadar da iyi iÅŸler yaptı. Bu kadarını görmesek!”. Hayır, ahvali ÅŸahsiyyesini görmeyelim. Görelim de aslında onu bu yanlıştan döndürmeye çalışalım, ama bunları baÅŸkalarına söyleyerek, onu o günahına mahkûm etmeyelim. Ama topluma malolmuÅŸ, toplumun ilgi ve bilgisi içinde olan, ÅŸüyu bulmuÅŸ ya da zararı topluma dokunan, sirayet eden ve süreklilik kazanan, baÅŸkaları için de açık ve yakın tehdit/tehlike oluÅŸturan bir söz ve eylemin açıkça eleÅŸtirilmesi gerekir. Hem suçun niteliÄŸine ve bizim gücümüze göre elimiz, dilimiz ve kalbimizle. Yoksa dilsiz ÅŸeytan oluruz. “Kol kırılır yen içinde kalır”sa o kol ya kangren olur, kesilir ya da sakat kalır. Bu kiÅŸiler “kötü örnek olacağı” gibi, giderek cür’et ve cesaretlerini artırırlar ve baÅŸkalarını yanlışa icbar edebilirler. Onun için bu yanlışların açıkça reddedilmesi gerek.
 
Burada birkaç kural var. “Batılın tasviri saf zihinleri idlal eder”. “Bazı ÅŸeylerin ÅŸüyuu vukuundan beterdir”, aslolan kiÅŸiyi yanlıştan vazgeçirmektir, günahını tescil etmek deÄŸil. Tevbe ve tazmin ÅŸartı ile bağışlanma kapısı hep açık tutulmalıdır.
 
Yani “Hz. Ömer bin tane güzel iÅŸ yaptı, bir tane küçük bir kusurunu görmesek olmaz mı” diye bir ÅŸey yok. Özellikle konu “Kul Hakkı” ile ilgili ise, yanlış Hutbede de söylense, söyleyen kiÅŸi Emirel Mü’minin Adil Halife Ömer de olsa orada düzeltilmesi gerekir. Bu iÅŸler mahsub edilmez. “Bu kadarı kadı kızında da olur” denmez. Sonra, iyilik gibi gözüken ÅŸeyler kötülüklerin perdesi haline gelir, kiÅŸinin helakine ve toplumun ifsadına sebeb olur.
 
“Beytü’l-mâl” üzerinde, “zekat toplayıcılar”, “mültezimler”, birtakım siyasi maslahat icabı tahsise dayalı “arazi intifası”na kıyasla ya da zorlama  “ganimet” ve “darul harp” fıkhı uydurarak siyaset ve bürokrasi erbabının menfaat teminine yol açanlar, öbür dünyada onlarla birlikte haÅŸrolurlar.
 
“Lale devri Osmanlıcılığı” ile Hz. Muhammed (SAV) ve Hz. Ömer gibi sahabe-i Güzin’in aydınlık yolunu terk edip, dünya meta’ına tamah ederek amellerine kılıf uydurmak için dinlerini kullananlar yedikleri haltın bedelini çok ağır bir ÅŸekilde ödeyeceklerdir. PiÅŸman olup, gerçekten tevbe ederler, verdikleri zamanı gerçek anlamda tazmin ederler ve hakkına girdikleri kullardan helallik alırlarsa belki bağışlanırlar. Allah onların kalplerinden geçeni bilir. Sadece insanların gözünde aklanmak için vakıf kurup, vakıf perdesi arkasında kirli iÅŸlerine devam etmeye kalkarlarsa bu veballerini daha da artırmaktan baÅŸka bir iÅŸe yaramaz. O mal onlara ne dünyada, ne de ahirette fayda vermeyecektir. Åžeytanları onları o malın hazları ile oyalamaya devam etse de, vijdanları hep zonklayacaktır. Vijdanlarını uyuÅŸturmak için Åžeytan onlara sürekli öÄŸüt verecek ve onlar da bu ÅŸekilde ömür tüketeceklerdir.
 
Daha önce iktidar sahibi olup da, bu iÅŸlerle meÅŸgul olanların kıskançlıkları ve eleÅŸtirileri daha çok mahrumiyetleri ile ilgilidir. Haram mamaları kesildiÄŸi için bir uyuÅŸturucu bağımlısı gibi “Haram mal” bağımlılığının verdiÄŸi bir ızdıraptan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir serzeniÅŸleri.
 
Bilmem derdimi anlatabildi mi. Akif’in dediÄŸi gibi, “Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.”
 
Bizimkiler dünya malı için baÅŸka vadilere savrulurken, ötekiler bu durumdan ders alıp tevbe etmezler  mi? Kim bilir, belki.. Firavun sarayındaki Hz. Musa’ların sayısı, Hz. Lut’un evindeki müminlerden fazla idi! Kitap, tarihte bunların olduÄŸunu da söyler bize. Hz. Yunus’un kavminin son güne kadar direnip, son günde nasıl kurtuluÅŸa erdiÄŸini de. Biz Havf ile Reca arasındaki yolculuÄŸumuza devam edelim, hem de kınayanların kınamalarına aldırmadan. Selâm ve dua ile.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.